0 Comments

1 AHIRLIKUYU KÖYÜ*

2 – AHMET ÇAYIRI

3 AKSAKLI*

4– AKTEPE – RIPKİYE

5 – ARAPKUYUSU – IŞIKÖREN – AZİZİYE
6- Ayrancı Bucağı

BALABANKORU

7- BALLIKPINAR*

8- – BESEREK
9- ÇUKURHISAR

10- DARIÖZÜ KÖYÜ*

ERDOĞDU KÖYÜ

11 ESENCE (YELLİCE)

12 FAHRIYE KOYU

13 – GEBZE

AHIRLIKUYU

Ahirlikuyu köyü, Ankara’nin Haymana Ilçesi’nin Kirim Tatarlarinca kurulan yegâne köyü olup; Hicri 1305 (1889) senesinde Kirim’in Kerç kasabasindan, Romanya’nin Dobruca bölgesindeki Köstence vilayetinin Acemler, Çobanense ve diger köylerden göç ederek gelenlerce kurulmustur.

Köy, Ankara’nin Polatli ilçesi ile Haymana ilçeleri üzerindeki asfalt yolun 1 km güneyinde yer almakta olup; Polatli’ya 20, Haymana’ya 14 km mesafededir. Köyün komsulari olarak batisinda Sivri, dogusunda Bosnaklar tarafindan kurulan Kesikkavak, Yesil, kuzey batisinda Kirim Tatarlarinca kurulan Polatli’ya bagli Karayavsan, kuzeyinde Karakaya, kuzey dogusunda Herif ve Saridegirmen, güneyinde Emirler ve Eskiçalis köyleri ile komsudur. Köy arkasini yüksekçe Çal daginin yamacina yaslamis olup; içerisinden geçen derenin iki yamacinda kurulmustur.

Köyün ilk kuruldugu yer, simdiki yerinden 2 km kadar kuzeybatida yer alan ve simdilerde “Haci Ismail’in Çesmesi” olarak anilan Bekleme mevkii diye bilinen yerdir. Gelip bu yere yerlesenler, o zamanlar buralarin yerlisi olarak bilinen ahali tarafindan epey rahatsiz edilmisler; hatta sularini da kesmisler. Bu sebeple köyün simdiki yerine yerlesmek zorunda kalmislardir. Köyün ilk adinin Bostanköy olmasindan sonra Köstence’den üç hane, dogrudan Kirim’dan toplam 20 hane daha gelince kuyunun yaninda bir de ahir oldugu söyleniyor. Köyün adi böylelikle Ahirlikuyu olmus.

Nüfus kayitlarinda köyün bilinen ilk kuruculari Pektas oglu Idris, Uzun Abdullah, Hasan Efendi (Mollakay), Hicrettin, Haci Seyit (Seydi Battal), Ahmet Efendi ve Niyetsah isimli Kirim Tatarlaridir. Köyün bilinen ilk ismi “Hamdiye Bünyani” iken, simdiki yerine yerlesince adi “Bostanköy” olmus. Bu ilk kurulusu müteakiben köye Romanya’nin çesitli yerlerinden yirmi hane civarinda bir nüfus gelmis. O zaman ismi bu defa Ahirlikuyu olarak degismis ve öyle kalmis. Bir söylentiye göre köyün bu ismi almasina sebep, köyün simdiki kurulus yerinde önünde ahir bulunan bir kuyudan da aldigi yönünde iddialar vardir. Köye ikinci gelenler Hacrettin, Seydömer Haci, Kasif (Kespi) Haci, Menli Geray, Beyhaslar, Osman, Osman Haci, Seydahmet, Köse Bekir, Hayal, Niyet, Naci Akay, Abdurrahman, Emrullah Hoca, Haci Menzat, Haci Aziz, Abdulselim’den ibaret olup; son üç siradakiler dogrudan dogruya Kirim’in Kerç kasabasi civarindan gelmislerdir.

Köydeki tarim kredi kooperatifi 1930 yilinda Türkiye’de ilk olarak kurulmustur. Birkaç yil sonra kooperatiflere numara verildiginde 1 numara Haymana’ya verilmis; Ahirlikuyu 51 numarayi almistir. Ilk memur köy halkindan ögretmen Ali Esentur’dur. Ondan sonra yine köy halkindan Izzet Batur bu görevi yapmistir. Her ikisi de yirmiser yil görev yapmislardir. Köy halkinin tamami okur yazar olup; ortalama egitim seviyesi lisedir. Köyde Latin alfabesi ile ilkokul üç sinifli olarak 1928 yilinda baslamistir. Köyün ilk ögretmeni Nevsehirli Nuray Bey olurken, ilk okul 1939 yilinda bes sinifli olmustur. Köyde simdiye kadar üniversite ve dengi yüksek okul bitiren kisi sayisi 45-50 kadardir.

Köyde Kirim dogumlu olup da 78 yasinda vefat eden son kisi Abselam Akaydir.

Ahirlikuyu köyünde eskiden hayvancilik çoktu. Simdi ise 90 civarinda sigir, 300 civarinda da koyun vardir.

Köydeki kadastro çalismalari 1950-51 yillarinda tamamlanmis olup; köye elektrik 1970 yilinda gelmistir. Köyde 38 traktör, 4 biçerdöver vardir, yolu asfalttir. Köyde selektör 1939’da devlet tarafindan kurulmustur. Köy camii devlet tarafindan yapilmistir. Köyün içme suyu, Çal daginin yamacindaki Çatalçesme mevkiinden getirtilmekte olup; her eve su verilmektedir.

Bunda 50-60 yil öncesine kadar köyün nüfusu 100 hanenin üzerinde yani 500’den fazla idi. Ancak zamanla yasanan sehirlesme ve egitime olan talebin artmasi ile birlikte köy nüfusu 50 haneye kadar düsmüstür. Bu rakam hayvanciligin giderek yok denecek seviyeye inmesiyle birlikte daha da azalmaktadir.

Köyün arazileri Dag alti (Turnagöl), Çirakçi, Sulu dere, Sasik kaynak, Yaziören, Akçahin Inler, Yaylakuyu, Zaptiye kuyu, Karakaya beli, Kizil kirma, Kuyu deresi, köy civari, Dikilitas’tir. Köyün toplam arazi varligi 22000 dekardir. Köyde yeralti suyu yoktur. Köy içerisinde iki çesme vardir. Köy merasi içerisinde de birkaç çesme vardir. Bunlardan bazilari Haci Medine’nin çesmesi, Çirakçi, Sasik kaynak, Eki kurnali, Tek kurnali, Zaptiye kuyusu, Kuyu deresi, Kayanin orali, Melek Abayin Çesmesi isimleri ile anilmaktadir. Köydeki belli basli dereler ise köyün kuzey dogusundaki Resat çayiri ile köyün batisindan kuzeyine dogru akan ve Yazi ören mevkiinde yer alan Sasik kaynak’tir.

Ahirlikuyu köyüne ait söz edilmesi gereken ve köyün kurulusundan bu yana devam ettirilen ve kurban bayramlarinda zengin-fakir gözetilmeksizin Camiinin hemen yaninda yemek verilmesi âdetidir ki, bu âdet birinci ve ikinci gün olmak üzere gerçeklestirilir. Halen kurban bayraminin birinci günü ögle veya ikindi namazini müteakip köy camiinin yaninda, ikinci günü de köy kooperatifinin önünde bu âdet devam ettirilmektedir. Rivayet edilen odur ki, köydeki bu âdetin kökleri Samanizme dayanmaktadir.

Teknolojik gelisme ve zaman bu köyde de pekçok Kirimtatar âdetinin terkedilmesine yol açmaktadir. Örnegin Kirim’da Kurultay’in bir nevi resmedildigi ve toylarda kurulan meclis ve konusma âdeti son 15 yildir neredeyse hiç yapilmamaktadir. Bu köyle ilgili yaziyi hazirlayanca hatirlanan meclisin kuruldugu ve konusma âdetinin gerçeklestirildigi son toy, Dilaver Yüksel’in oglu Sezgin Yüksel’in toyunda yapilmis olup; artik „sag bey, sol bey, kapici bey veya kürekeci bey“ diye seslenilen dügünler de tarihin sayfalarina intikâl etmistir.

Ahirlikuyu köyünde yaklasik yarim asirdir unutulmaya yüz tutan ve 1960’li yillarda sona erdigi söylenen bir âdet de çinlasmadir. Çinci olarak bilinenler ise Idris Mirza ve Hasan Uzunoglu’dur. Idris Mirza 1930’lu yillarda, Hasan Uzunoglu ise 1950’li yillarda vefat etmistir. Bu hususta özellikle “Kasap” lakapli Hasan Uzunoglu’nu anmamak olmaz. Esprileriyle taninan Hasan Akayin hazircevapligi bugün yasi 60’i geçenlerce hâlâ unutulmamistir. Her durum karsisinda hemen bir çin uydurup söylemesi ve sakacigi kisiligi hatirlaniyor. Mesela onun kaybettigi sari renkli inegini ararken o vakitler çocuk yastakilerin neyi aradigini sorduklarinda söyledigi:

Ayak sari, bas sari,

Kevde öyle,

Korgen bolsan sen onu,

Haydi söyle.

diye verdigi cevabi veya toylarda çinlasma vaktinde söyledigi:

Akiz adin “Hatice”,

Soyadin “Kaya”,

Burun boguñ bolacak,

Çorbaga maya.



Fikretke boy kerek,

Ametke akil,

Içlerinde terankay,

Akki (Hakki) takil.



Sakat, sokur, kör, topal

Köyniñ casi,

En aruvu Rifat,

Tazdir basi.



sözleri aradan geçen zamana ragmen bugün dahi hatirlayanlar var.

Toylarda yapilan at yarislari ve güresler bugün yapilmiyor. Güreslerde 1960’li yillarda Abidin Kaya, Akif Yildirim, Nuri Özen, Nuri Uzunkavak’in adi hatirlanirken, bundan önceki 1930-40’li yillarda köyün ilk pehlivanlari Süleyman (Ergen), Siddik, Haci Abdullah’in oglu Nevzat (Yüksel), Hakki (Baysal), Sabri (Durukan), Sefik (Önem), Rifat (Yüksel) olarak biliniyor.

Köyde at yarislari 1960’li yillarin basina kadar devam ederken, o vakitler yegane ulasim, tasima, toprak isleme ve hasat hayvani olarak at, hemen her evde birkaç tane bulunurdu. Bu yarislara Karakaya köyünden Haci Abdurrahman ile Toydemir köyünden Menmurza Akaylar kosu atlari ile istirak ederlerdi.

Köyün en uzun yasayanlari Müzeyyen Daloglu 107 yasinda, Mevküfe Mirza 103 yil yasamislardir. Bunlar ayni zamanda köyün ilk kuruculari arasindadirlar. Köyde imamlik yapanlar Ahmet, Hasan, Haci Riza’dir.

Kirim Tatar millî kültürünün en önemli unsurlarindan olan Kirimtatarcanin çöl sivesinin konusuldugu Ahırlıkuyuda yasi yirminin altinda olanlar artik Türkiye Türkçesi ile konusup anlasmaktadirlar. Bunda temel etkenin de özellikle ailelerin bu dili çocuklarina ögretmede herhangi bir çaba içerisinde olmamalari yaninda özellikle egitim için yakin çevreye ve özellikle Polatli, Ankara ve Eskisehir gibi yerlere olan göçle beraber, yasanan sosyal çevredeki degisimin etkisi oldugu söylenebilir.

Ahmetçayırı köyü, Ankara’nın Bâlâ ilçesi sınırları içerisinde bulunup, Ankara-Ahmetçayırı arası 55 km. asfalt, Bâlâ-Ahmetçayırı arası 22 km. stabilize yol ile birbirine bağlıdır. Ahmetçayırı köyü Cimşit, Bezirhane, Yöreli, Yeniköy ve Koçyayla köyleri ile komşudur.

Köy halkının Kırım’dan geldiği kesin olmakla birlikte, tam olarak Kırım’ın hangi bölgesinden olduklarını bilen yoktur. Kırım’dan gelen ilk beş veya altı aile köyün bugünkü yerinin bir kilometre kadar doğusundaki çayırlık alana gelip yerleşmişlerdir. İlk önceleri bu çayırlık alana; halk arasında, Ahmet’in çayırı denilirmiş. Bu söyleyiş daha sonraları kısalarak halk dilinde Ahmetçayırı halini almış ve köye isim olmuştur. Çayırlık ve sulak olan ilk yerleşim bölgesi sıtma hastalığına neden olmuştur. Bu sebeple köy, 1915-20 yılları arasında bugünkü yerine taşınarak, yeniden inşa edilmiştir. Ahmetçayırı köyü, halk arasında Kabadağ adıyla anılân bir tepenin eteklerine kurulmuştur.

1951 senesinde, Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalan soydaşlarımızdan dört aile köye yerleşmişlerdir.

Köyde, yaklaşık 40 hane bulunmakla birlikte bunların sadece 15’inde insanlar yaşamaktadır. Yaz aylarında ise bu sayı 30 civarına çıkmaktadır. Nüfusun büyük, bölümünü orta ve ileri yaşta insanlar oluşturmaktadır. Gençler ise çalışmak amacıyla başta Ankara olmak üzere Konya, İstanbul ve Eskişehir’e yerleşmektedir.

Ahmetçayırı köyü gayet temiz ve düzenli olup evlerde içme suyu, elektrik ve telefon vardır. İçme suyu 1977-78 yıllarında inşa edilen şebekeden sağlanmaktadır. Elektrik ise 1972 ve 1973 yıllarında gelmiştir. Çağımızın iletişim aracı olan telefon ise 1984 yılında köye gelmiş, 1989 yılında da otomatik santral devreye girmiştir. Köyün yeni camisi ise eskisinin yerine yapılmış ve 1987 yılında hizmete girmiştir.

Ahmetçayırı köyü halkının başlıca geçim kaynağı tarımdır. Buğday, arpa ve ayçiçeği en önemli tarım ürünleri olup, köy halkı az da olsa kendi ihtiyacı ölçüsünde bahçelerinde sebze ve meyve de yetiştirmektedir. Hayvancılık önemli bir geçim kaynağıdır. Fakat bu iş, büyük uğraş gerektirmesi nedeni ile kalabalık aileler tarafından yapılmaktadır.

Köy halkı gelenek ve göreneklerine bağlı bulunmakla beraber son yıllarda, her yerde olduğu gibi, gelenekler kaybolmaya başlamıştır. Meselâ, eskiden toylarda ve bayramlarda yapılan güreş müsabakaları şimdi yerini futbol ve voleybola terketmiştir. Hıdırellez’de kırlara gidilir, eğlenilirmiş. Şimdi bu âdet de hemen hemen yok olmuştur. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen unutulmayan ve yaşatılmaya çalışılan Kırım Tatar gelenekleri vardır: Bayramlarda ev gezmeleri yapılır, düğünlerde “Qartağası” başkanlığında meclis kurulur ve yine düğünlerde toquz takılır. Büyüklere saygı, hürmet, misafirperverlik ise bütün Türklerde olduğu gibi bu köyde de yaşatılır.

Ayrıca Kırım Tatarının millî yemekleri olan kirde (cantık), köbete ve çibörek halen sevilerek yapılan ve yenilen yemeklerdir. Bunun yanında, Orta Anadolu kültürünü yansıtan bazlama, yufka ve çörek gibi ekmek çeşitleri de en sık yapılanlardandır. Bu da kültür alışverişinin bir ispatı olsa gerek.

Konuşulan dil Kırım Tatarcasının Çöl şivesi olup, yeni neslin şehirlerde yetişmesinden dolayı dilin de zamanla özelliklerini kaybederek, erozyona uğradığı ve Türkiye Türkçesi’nden önemli ölçüde etkilendiği söylenebilir. Ahmetçayırı köyünde kültür ve dil hususlarındaki kayıplara rağmen Kırım şuurunun ortadan kalktığı söylenemez. 1940’ların sonlarında köye Dobruca’dan gelen Kırım Tatarı öğretmen İsmail Umut’un öğrettiği millî edebiyat örnekleri ve bu meyanda bilhassa şair “Toqtamaz”ın Kırım Tatar şivesindeki şiirleri bugün halâ o nesil tarafından hatırlanmaktadır.

Ahmetçayırı köyü sıcakkanlı, misafirperver ve sevecen insanlarıyla örnek bir köyümüzdür. Eğer yolunuz bir gün Ahmetçayırı’na düşerse hiç yabancılık çekmeyecek, kendinizi öz vatanınızda hissedeceksiniz.


16-AKSAKLI

Aksaklı köyü, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine bağlı olup; ilçeye 20 km mesafededir.

Köy, Eskişehir-Ankara karayoluna 7 km mesafedeki asfalt yol ile bağlanmakta olup; yakın komşularının pek çoğu yine Kırım’dan muhacir olarak göç ederek gelen Kırım asıllı göçmenlerin kurdukları köylerdir. Söz konusu komşu Kırım Tatar köylerinin kuruluş tarihi ise, Aksaklı köyünden 35-40 yıl sonra, 1895-1905 arasındaki yıllar civarında kurulmuşlardır. Köy yolunu Eskişehir-Ankara karayoluna bağlayan bu yol üzerinde sırasıyla Kalkanlı, Büyükdere, Aksaklı, Yenikent ve Değişören köyleri mevcut olup; Büyükdere köyü haricindeki diğer tüm köyler, Kırım tatarlarınca kurulmuşlardır. Köyün komşuları olarak Kalkanlı köyü, Aksaklı’nın 3 km kuzeyinde ve diğerleri de Güney yönünde olmak üzere Büyükdere 4 km, Yenikent 7 km ve Değişören de 10 km mesafededir. Köyün kuzey doğusunda Harmandalı, doğusunda ise yine Kırım Tatarlarınca kurulan Güllüce köyü vardır.

Köyün kuruluş tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber, eldeki mevcut köy kayı defterlerine göre, Aksaklı doğumlu Hacı Veli oğlu Abdullah Ulküt’ün doğum tarihi, bu konuda bize bazı ipuçları vermektedir. Hicri 1276 (Miladi 1860) doğumlu olan Abdullah Ulküt, Aksaklı köyünde doğan ilk kişi olarak kayıtlarda geçmektedir. Buna göre köyün kuruluş tarihi olarak söylenebilecek en geç tarihin başlangıcı 1860 olabilir ki, bu sonuç bize köyün muhtemel kuruluşunun 1854-56 Kırım savaşının hemen akabinde başlayan ve 1860-62 yıllarındaki göç dalgasının bir sonucu olduğunu ortaya çıkarıyor. Köy halkından Necdet Saygı’nın ifadesine göre bu köyde doğan Hacı Sait Akay, sağlığında kendisine köyün kuruluş tarihi olarak kendisinin doğumundan 25-30 sene öncesine rastladığını söylüyor ki, Hacı Sait Akay’ın, yaşasaydı bugün 135-140 yaşında olacağı ifade ediliyor. Bu sebeple 2006 yılı itibarıyla 1860 yılını başlangıç sayılarak yapılan bir hesaplamaya göre, Aksaklı’nın 146 yıl önce kurulduğunu söylemek yanlış olmaz.

Aksaklı köyünün güney istikametinden köye bakış (Foto: E.Karaş)

Aksaklı Köyünün nufus kayıt defterlerinden alınan bilgilere göre köyün kurucularının çoğunluğunun Kırım’dan doğrudan gelenler olduğu görülmekle birlikte; Köstence, Mecidiye, Atmaca, Mangalya gibi doğum yerleri halen Romanya sınırları içerisinde kimselere de rastlanılmaktadır. Ayrıca, yine köy kayıt defterindeki bilgilerden Aksaklı’nın kuruluşunun 5-10 yıl süren bir zaman dilimi içerisinde kurulduğu, devam edip gelen göçler sebebiyle köyün kuruluşunun 1860-1870’li yıllar arasında tamamlandığı söylenebilir. Bu açıklamalar ışığında, köy kayıt defterinden alınan bilgilere göre, doğum tarihi sıralamasına göre köyün kurucularının Hicri 1241 (Miladi 1826) Kırım doğumlu Ali Oğlu Ömer Yavuz , Hicri 1245 (M.1830) Kırım doğumlu Ali oğlu Hacı Salih Uygur, Hicri 1249 (M.1834) Kırım doğumlu Kurt Melek, Hicri 1252 (M. 1836) Kırım doğumlu Benli Akay oğlu İzzettin, Hicri 1252 (M. 1836) Kırım doğumlu Hüseyin oğlu Kara Hasan Öter, Hicri 1252 (M. 1836) Kırım doğumlu Kadir oğlu Tahir Esli, Hicri 1255 (M. 1839) Kırım doğumlu Maksudoğlu Veli Kurtcan, Hicri 1255 (M. 1839) Kırım doğumlu Abdülbari oğlu Hasan Şalkurt, Hicri 1256 (M. 1840) Kırım doğumlu Ali Oğlu Hacı İbrahim, Hicri 1259 (M.1843) Mecidiye doğumlu Kurt Veli Tenbek, Hicri 1260 (M. 1844) Kırım doğumlu Abdülaziz oğlu Ali Sayın, Hicri 1260 (M. 1844) Kırım doğumlu Halil oğlu Timur oldukları söylenebilir.

Bunlara ilaveten köy kayıt defterinde adı geçen diğer kişiler, Aksaklı köyünde doğan ilk kayıtlı kişinin 1860 olduğu tespiti dikkate alındığında köyün kuruluşu sırasında henüz 15 yaşının altında olduklarından bu listeye kurucu olarak dahil edilmemişlerdir. Bunlardan bazıları Hicri 1262 (M. 1846) Kırım doğumlu İsmail Oğlu Osman Onat, Hicri 1265 (M. 1849) Kırım doğumlu Halil oğlu Murat, Hicri 1268 (M. 1852) Kırım doğumlu Molla Adil Bekdemir, Hicri 1269 (M. 1853) Kırım doğumlu Abdülgaffar Koç, Hicri 1269 (M. 1853) Kırım doğumlu Kurt Sait Tekin, Hicri 1270 (M. 1854) Kırım doğumlu Zübeyde Esli, Hicri 1271 (M. 1855) Kırım doğumlu Ömer Erişen, Hicri 1272 (M. 1856) Kırım doğumlu Sülayman oğlu Ömer, Hicri 1272 (M. 1856) Kırım doğumlu İsmail oğlu Hacı Abdullah Oral, Hicri 1273 (M. 1857) Kırım doğumlu Kerime Indır Hicri 1277 (M. 1861) Kırım doğumlu Abdurrahman oğlu İsmail Yılmaz, Hicri 1277 (M.1861) Kırım doğumlu Abdülkadir oğlu Veliyulla, Hicri 1285 (M. 1868) Kırım doğumlu Abdülaziz oğlu Kurt Veli Akkurt, Hicri 1286 (M. 1869) Köstence doğumlu Numan Nuri Akmangut, Hicri 1289 (M. 1872) Kırım doğumlu Hacı Mehmet(ef) oğlu Mehmet Ayhun, Hicri 1289 (M. 1872) Kırım doğumlu Abdüveli Çetinol, Hicri 1292 (M. 1875) Kırım doğumlu Cennetullah Erişmiş-Özcan, Hicri 1295 (M. 1878) Kırım doğumlu Beytullah Özcan’dır.

Eldeki kayıtlar yukarıda sayılanlara ilave olarak özellikle 1783 Rus işgalini müteakip fasılalar içerisinde Kırım’ı terkederek, o vakitler Osmanlı devletinin sınırları içerisinde yer alan Romanya ve Bulgaristan’a olan göçler sebebiyle o bölgede yerleşilen köy ve kasabalarda doğup da sonradan Aksaklı’ya gelip yerleşen ailelerin varlığını da açıkça ortaya koymaktadır ki, veriler, bu türlü göçlerin aralıklı olarak devam ettiğini göstermektedir. Hicri 1279 (M. 1863) Mangalya doğumlu Nebi oğlu Hüseyin, Hicri 1297 (M. 1880) Mecidiye doğumlu Arif Er, Miladi 1909 Pazarcık doğumlu Mehmet Rıza Özgür, Hicri 1339 (M. 1921) Atmaca doğumlu Hüsnü Aydın bu söylediklerimizden bazılarıdır.

Ayrıca köy kayıt defterlerinde köye gelen ailelerden dünyaya gelen çocuklarına oldukça eski tarihli ait doğum kayıtlarına da rastlanmaktadır ki, Hicri 1276 (M. 1860) Aksaklı doğumlu Hacı Veli oğlu Habibullah Ülküt, Hicri 1279 (M. 1863) Akasklı doğumlu Seyit oğlu Abdülgaffar Demir-Erişek, Hicri 1285 (M. 1868) Aksaklı doğumlu Mustafa Oğlu İsmail Erat, Hicri 1285 (M. 1868) Aksaklı doğumlu Murtaza oğlu İsmai, Hicri 1286 (M. 1869) Aksaklı doğumlu Ali Oğlu Ahmet Töre, Hicri 1288 (M. 1871) Aksaklı doğumlu Hacı Abdullah oğlu Abdülvahap Saygı, Hicri 1288 (M. 1871) Aksaklı Ali oğlu Yusuf Kaya, Hicri 1289 (M. 1872) Aksaklı doğumlu Mehmet Ayhun, Hicri 1291 (M. 1874) Aksaklı doğumlu Seyit Ahmet Özkurt, Hicri 1293 (M. 1876) Aksaklı doğumlu Abdülgaffar oğlu Ömer Çetinkaya, Hicri 1297 (M. 1880) Aksaklı doğumlu Ummuhan Akmangut bunlardan bazılarıdır.

Aksaklı Köyünün nüfusu, en son sayımlara göre 40 hanede 125 kişiden ibarettir. Köy, civarında kuru ve sulu olmak üzere tarımın yoğun olarak ve modern teknikler kullanılarak yapıldığı bir yer olup; halen 10.000 dekarı sulu, 24.000 dekarı kuru şartlarda olmak üzere tarım arazisi ve 2.000 dekar da mera arazisi vardır. Özellikle buğday, arpa gibi hububatla birlikte sulanır şartlarda şeker pancarı, ayçiçeği yetiştiriciliği başlıca geçim kaynağıdır. Sulanır şartlarda ve kuru şartlarda yetiştirilen ürünler bakımından verim, Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Son yıllarda yaşanan kuraklığın etkisiyle Devlet Su İşleri ve çiftçilerin kendi imkânlarıyla 60 civarında derin kuyu açılmış ve sulanır şartlarda önmeli verim artışları kaydedilmiştir. Bununla birlikte köyün Eskişehir merkez ilçeye yakın olmasından dolayı, köylünün ihiytiyacı olan pek çok ihtiyacı da yarım saatlik bir mesafedeki şehirden temin ediliyor. Köyde kendi ihtiyacı için yetiştiricilik yaparak bahçe tesis edenler mevcut olmakla birlikte, bunların sayısı gayet azdır.

Aksaklı köyü camii (Foto: E. Karaş)

Modern alet ekipmanlar kullanılarak tarımın yapıldığı Aksaklı’da halen 35 traktör var olup, geçmişte sayısı 5-6 kadar olan biçerdöver de artık kalmamıştır.

Aksaklı köyündeki araziler, bulundukları mevkilere göre Büyükdere, Kurtludere, Kuşyolu ve Sarısu gibi isimlerle anılmaktadır.

Köyde yaşayanların çoğunun ekonomik durumu orta ve üzeri olup; köylülerin çoğunun kurban kesebilecek ekonomik bir geliri vardır. Önceleri çok daha fazla sayıda yapılan küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, köyde genek olarak yazın ikâmetin artması ve köyde oturanların hemen hepsinin de kışın şehirde oturmaları sebebiyle, halen kötyde bir sürü kadar küçükbaş hayvan yetiştirilmektedir, büyükbaş hayvan kalmamıştır.

Aksaklı köyü, her ne kadar Seyitgazi İlçesine bağlı bir köy olsa da, ilişkilerinin çoğu Eskişehir merkez ilçe iledir. Köyün merkez ilçeye 28 km mesafede olması ve ortalama yarım saatlik bir sürede otomobillerle ulaşım mümkün olmaktadır.

Köy halkının önemli bir kısmı ilkokuldan sonra çocuk okutmak ve artan nüfusa paralel arazi yetersizliği gibi sebeplerden dolayı büyük şehirlere ve özellikle Eskişehir’e öç etmişler ve değişik meslekler icra etmektedirler. Bunlardan çoğunun şehirde de birer evinin olması sebebiyle de genel yaşam biçimi olarak yazın köyde, kışın şehirde şekline dönüşmüştür. Bu sebeple de yaz ile kış mevsimlerine göre köyün nüfusu değişkendir. Bu çeşit bir hayat tarzının getirdiği bir diğer sonuç da yukarıda ifade edilmeye çalışılan hayvan yetiştiriciliği neredeyse yok olma noktasına gelmiş olmasıdır. Böyle bir hayat tarzında genellikle eskiden içi çamur sıvalı fırınlarda saman ateşinde pişirilen geleneksel tava ekmekleri, yerini şehir ekmeğine terketmiştir.

Köyün alt yapı problemi kalmamış olup; köyün kuruluş yıllarında yapılan köy camiinin yerine yenisi 1995 yılında yeniden inşa edilerek iç aksamıyla güzel bir şekilde tezyin edilmiştir. Köy yolu 1970’li yıllarda stabilize olarak yapılmış; 1983-84’lı yıllarda asfalt olmuştur.

Köye elektrik 1976’li yıllarda bağlanmış, su da 1976 yılında her bir evin avlusuna kadar getirilmiştir. Köyde okur-yazar oranı % 100 olup; 1970’li yıllarda 30 civarında öğrencisi olan köy ilkokulu, talebe sayısının azalması ve göç gibi sebeplerle 1993’te kapanmıştır. Okul çağındaki çocukların çoğu Eskişehir’deki ilkokullarda eğitim görmeye devam ediyorlar. Bu köyden olup da üniversiteyi bitiren kişi sayısı 15-20 civarındadır. Köyde ulaşım amacıyla kullnılan 20 civarında özel otomobil vardır.

Aksaklı köylülerinin pek çoğu, henüz köyün kuruluşunu takip eden yıllarda Osmanlı devletinin askeri olarak cephelerde savaşmış; 1877-78 Osmanlı–Rus harbi, 1914-18 Birinci Dünya savaşında, Çanakkale savaşlarında çok sayıda şehitler vermiştir. Birinci Dünya savaşına bu köyden iştirak eden 90 (doksan) kişiden seksenyedisi şehit olmuş; bunlardan sadece üçü köyüne geri dönebilmiştir. Bu savaştan sağ olarak geriye dönebilen olarak hatırlananlardan biri İsmail Köse’dir. Daha yakın bir tarihteki 1950’li yıllardaki Kore savaşına yine bu köyden Fahrettin Akkurt iştirak etmiştir. Yine Aksaklı köyünden Ercan Takıl, 1992 yılında Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hakkari Yüksekova’da teröristlerle girilen bir çatışmada şehit olmuştur.

Aksaklı’da yaşı 50’yi geçenlerin hatırladıkları yakın dönem içerisinde 1954-57 yıllarında üst üste üç yıl kuraklık felaketi yaşanmıştır.

Köyün ve köylünün hayatında meydana gelen sosyal ve teknolojik gelişme ve değişimler, zamanla eskiden var olan Kırım Tatar kültürüne ait pekçok âdet ve geleneğin unutulup ortadan kalkmasına yol açmıştır. Bunlardan biri de geleneksel düğünler olup; eskiden Perşembe gününden kayve tüyülmesi (döülmesi) ile başlayan, Cuma günü sogum soyulan (düğün için gerekli et ihtiyacını karşılamak amacıyla hayvan kesilmesi), Cumartesi günü yakın akrabaların ve misafirlerin at arabaları ile geldikleri, Pazar günü de köydeki ve davet edilen misafir ve yakınlara cemaat aşının verildiği ve aynı gün gelin alıcının geldiği toylar (düğünler) artık unutulmaya yüz tutmuş Aksaklı’da. Şimdi köyde düğün yapılmadığı gibi, şehirden toy için çingene çalgıcılar da getirtilmiyor, misafirlere “hoş keldi” havası da çalınmıyor. 1945’li yıllara kadar devam eden “çırak telleme” de yapılmıyor, gelin kızına kına da yakılmıyor. En yakın akrabaların düğüne hediye olarak getirdikleri ve adına “süysün” denilen bir koç da verilmiyor, bu koçun boynuzlarına ayva, elem gibi meyvalarla çevre de bağlanmıyor artık. Toylarda Kırım millî aşlarından qatlama, şiltir (yağda pişirilen, ince, tabak büyüklüğünde delikli aş), maylı (yağlı) kurabiye (şekerin dövülerek yağ ile karıştırılarak yapılan bir çeşit aş) pişirilmiyor artık. Kızı getiren kudalara (dünürlere) de aş verilmiyor. Toylarda kazanana koç ya da dananın bverildiği ve harman yerinde 1950’li yıllara kadar yapılan atlı koşular, bu koşularda Hüseyin Demirkan, Alaattin Demirkan, İshak Kiperler’in ata binmeleri ise çoktan unutulmuş, bilen neredeyse kalmamış gibi. Toyların 1960’lı yıllara kadar en önemli âdetleri sayılan güreşler, bu güreşlerde İlyas Kara’nın, Şerif Indır’ın “koyan koltuk”, Alaattin Demirkan’ın “Capalak” ve “Ayuv ırgak” ile rakiplerini alt ettiklerini hatırlayanların yaşı elliyi çoktan geçti. Bunları bilenler belki ve görenler 20-25 yıl sonra hayatlarının son yıllarını yaşıyor olacaklar. Toylar, şimdilerde öğle vakti misafirlere şehriye çorbalı, etli pilavlı ve kompostolu (hoşaflı) yemeklerin verildiği, akşamına da davetiye gönderilerek salonlara misafirlerin çağrıldığı, gazozlu pastalı, enstrümantal müziklerin çalınarak dansların edildiği veya artık bir parçası olarak saydıkları Anadolu coğrafyasının çeşitli yörelerine ait oyun havalarının ritminde halayların çekildiği, 3-4 saati geçmeyen ve bazen de “ayıp olmasın” diye mecburen yerine getirilmesi gereken bir vazifenin savuşturulması şeklinde tertiplenen eğlencelere dönüştü. Cafer Seydahmet Kırımer’in ifadesince “Dört bir yakta koyday cayrap kalğan Kırım Tatarlarının” umum vaziyeti maalesef şimdi bu.

Sosyal ve kültürel değişimin bütün yönleriyle yaşandığı Aksaklı’da Kırım Tatar kültürüne ait devam ettirilen bazı unsurlar da hâlâ canlılığını muhafaza ediyor. Özellikle eskiden kurban bayramlarında öğle namazlarından sonra Hacı Yusuf (Kaya), Molla Mehmet (Ayhun) Hacı Sait (Demirkan)’ın evlerinde yemekler verilir, bayramlarda köy halkı o zamanlar köyün ileri gelenlerinden sayılan bu kişilerce ağırlanırmış.

Yolu düşüp de bu köyden gelip geçenler Molla Mehmet (Ayhun)’un evinde hususi misafir edilir, karnı doyurulur, rahat ettirilirmiş.

Aksaklı köyünde yazılı olmayan kültürün en önemli unsurlarından bir olan çınlaşma âdeti, 1970’li yıllara kadar devam etmiş. Çınlaşmada erkeklerden Selahattin Sarıkaya, Ahmet Sarıkaya, Gencahmet Argun; kadınlardan Hasene Indır köyün en bilinen simaları olarak sayılmaktaymışlar.

Sosyal ve kültürel değişimin medeniyetimizde açtığı derin yaralar, Aksaklı’da Kırım Tatarcasının çöl şivesi şeklinde konuşulan dilin de yok olmasına sebep olurken, köy ile bağları âdeta pamuk ipliği halindeki bu insanların bir sonraki nesli, ata babalarının konuştukları dilin yabancısı haline gelirken onlar için Kırım Tatarcası İngilizce, Fransızca veya Almanca gibi başkasının lisanı olacak. Halen bu dili konuşarak anlaşan insanların çocukları, çoktandır kaybetmeye başladıkları kültür ve medeniyetin büyüklüğünün farkında olacaklar mı


AKTEPE – RIPKİYE

AKTEPE (RIFKíYE) KÖYÜ`NÜN KURULUŞU: Romanya`nın Köstence ili Mecidiye ilçesi Nazarca ve Alakapı köylerinden göç eden 21 Nogay Ailesi`nin Eskişehir`e yerleştirilmesi sırasında, (köyde sayıları artık neredeyse tükenmiş olan yaşlıların söylediklerine göre) yerleşme yeri olarak kendilerine önce bugün Hasanbey Çiftliği olarak anılan bölge gösterilmiş, ancak Nogay ileri gelenleri, bu yörenin Eskişehir`e çok yakın olduğunu ve bu nedenle gençlerinin ahlâklarının bozulacağı endişesini taşıdıklarını belirtmişlerdir. Bunun üzerine köyün, Devlet Şurası`nın 11 muharrem 311 (miladi 1893), 12 temmuz 309 sayılı kararı ile, Tosbağa Pınarı bölgesinde kurulmasına karar ve izin verilmiştir. İzin verilen bölge içinde köyün tam yerinin seçimi ‘et sasıtma` yöntemi ile yapılmış olmalıdır. ==Kültür== Kuşaktan kuşağa geçildikçe Nogayca kullanımı azalmaktadır.Her geçen gün azalıp unutulmakla birlikte, köyde hala eski Nogay gelenek ve görenekleri sürdürülmeye çalışılmaktadır.Düğün-dernek, bayramlarda ve doğumlarda hala bu uygulamalar sürdürülür.Mayıs ayının ilk haftasında hıdırellez şenlikleri kapsamında köyün kaynak mevki tabir edilen yerde şenlikler düzenlenir,hıdırellezi kutlamaya giden herkes geceden hamur işleri hazırlar.(kırde,kalakay,kopmeşe,mamelek,üykenbí´rek,kaşık bí´rek şorbası,sarıburma, göbete,şırbí´rek, vb…)Yumurta içine Soğan kabuğu atılarak suda kaynatılır aynı anda rengide Sarıya boyanmış olur.) Köyde yılda birkez yağmur duası düzenlenir bu zaman içerisinde

Köy Genel idare teşkilatının en küçük yerleşim yeri, tüzel kişiliğe sahip bir mahalli idare. İlk insan ve ilk peygamber hazret-i adem’in çocukları çoğalıp yerleşmeye başladıkları zamanlarda yerleşim yerleri meydana gelmiştir. Tarih boyunca çeşitli milletler tarafından köyler kurulmuş, insanlar buralarda hayatlarına devam etmişlerdir. Kuruldukları yerlerin özelliklerine ve geçim şekillerine göre köyleri sınıflandırmak mümkündür. Dağ, ova, kıyı, yayla köyleri veya balıkçı, ekinci, hayvancı,

Türkiye`nin çeçitli yerlerinde olan köylülerimiz ve misafirlerimiz köyümüze gelerek Duaya katılır,uzun yıllar birbirleriyle görüşmeyen aynı zamanda Aktepe (Rıfkıye) Köyünden olan insanlar`da birbirleriyle görüşmüş olur.Duadan sonra köy konağında yemek verilir.Maksat hem Duaya katılmak,hemdebirlik beraberlik içerisinde bizim çoçuklarımıza gelenekleri ,örf ve adetleri öğreterek birbirleri ile tanışıp kaynaşmasını sağlayarak özlem gidermek… ==Coğrafya==
Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey yarımkürede, Avrupa ve Asya kıtalarının kesişme noktasında bulunan bir ülke. Ülke topraklarının büyük bir bölümü Anadolu yarımadasında, kalanı ise Balkan Yarımadası’nın uzantısı olan Trakya’da bulunur. Ülkenin üç yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Boğazlar ile Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Komşuları Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye’dir.

Eskişehir iline 48 km,
Eskişehir Türkiye’nin en hızlı kalkınan illerinden biridir. 29°58′ ve 32°04′ doğu boylamları ile 39°06′ ve 40°09′ kuzey enlemleri arasında kalan il toprakları, Ankara, Afyonkarahisar, Kütahya, Bilecik ve Bolu illeri ile çevrilidir.

Alpu ilçesine 7 km uzaklıktadır.Köy, Yukarı sakarya havzasında, dağ içi ovalarla kaplı, Porsuk havzasındadır.Toprak çeşitlidir. Dağ yamaçlarındaki topraklar kırmızı toprak, dağ içi ovalarda alüvyonlu toprak ve artık yaşlanmış dağlardan olan Akbayır, beyaz toprak ve Porsuk kenarları alüvyon topraklardan oluşmaktadır.Köy alanının 2/3`ü sulanır durumdadır.
bkz. Alpu,_Eskişehir

…Detaylı bilgi için linke tıklayınız.
Karasal iklimin hüküm sürdüğü alanda yağış eğimine paralel olarak verim alınmakta,sulamanın yaygınlaşması ile birlikte endüstri bitkileri üretiminde artış olmuştur. Köy merası geniş bir alana sahiptir, ancak acilen ağaçlandırma kapsamına alınmalıdır,hayvancılk nedeni ile ağaçlandırma çalışmaları yapılamaması bahane edilmemeli özellikle DÜÇ (Devlet Üretme Çiftlikleri) alanına cephe kalan gölet havzası ve Karadere gölet havzası en kısa zamanda ağaçlandırılarak erezyon ve bitki örtüsü kontrol altına alınmalıdır.Köyde Mera Mevkisi olarak Nişancı, Darören,Ağılaldı,Kelkaya,Dokuzoluk,Akbayır,Karpuzpınarı vardır.Köyde sulama alanı olarak porsuk,Karadere sulama göleti ve ayrıca derin kuyular vardır. ==İklim== Köyün iklimi,
Karasal iklim kıtaların orta kesimlerinde deniz etkisinden uzak yerlerde, ve Kuzey Yarım Küre`de etkili olan iklim çeşitidir.sürekli rüzgar vardır
…Detaylı bilgi için linke tıklayınız.
karasal iklimi etki alanı içerisindedir.Kışları soğuk, yazlarıda çok sıcak gecer. Nüfus200 |Yıllara göre köy nüfus verileri | | 2007 | 135 |- | 2000 | 125 |- | | 1997 | | 130 |}
Ekonomi Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Ayrıca köyün geneli Bağ-kur ve SSK emeklisidir. Ekonomik durumu iyi, yaşam standardı yüksektir.
==Muhtarlık== Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır. Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları: : 2004 – Saim Ersen : 1999 – Saim Ersen : 1994 – Hilmi Börakay : 1989 – Hilmi Börakay : 1984 – Lütfü Akyıldız Not: Ahmet Dandik uzun yıllar köyün muhtarılığını yapmış ve muhtarlıktan emekli olmuştur, şu an hakkın rahmetine kavuşmuştur. ==Altyapı bilgileri== Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır.Darören mevkiinden sağlanan Köyün içme suyu şebekesi vardır.Yeraltı Suyu yüzeye yakın olduğundan ayrıca hemen hemen herkezin evinin bahçesinde kuyu ve Tulumba bulunmaktadır. Kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur. Herkesin evinde otomatik telefon vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Köyde köykonağı vardır.

Arapkuyusu(IŞIKÖREN-AZİZİYE) Köyü
Işıkören köyü Eskişehir’in Alpu ilçesine bağlı Eskişehir’e 53 km. Alpu’ya 14 km. uzaklıkta Rıfkiye ve Fahriye köyleriyle komşu bir köydür. Köy 1860 yılında Rumeli Türkü olan Gacalllar tarafından 3 hane olarak kurulmuştur daha sonraları Dobruca’nın Bülbül, Alakapı, Nazarşa Danaköy, Mahmutkuyu köylerinden gelen Nogaylar tarafından yerleşim yeri olarak seçilmiştir.
Işıkören’de Taraklı, Küllü gibi çeşitli tamgalara mensup Tatarlar yaşamaktadır. Köye ilk yerleşenler Hafız Şerif, Hacumer Hacı, Haşim Çavuş. Olarak hatırlanmak- tadır. Köyün en eski adı Aziziye’dir daha sonra Arapkuyusu adını almıştır, köyün şimdiki adı ise Işıkören’dir. Köyün adının “Arapkuyusu” olmasının Araplarla ilgisi yoktur; köyün yakınındaki kara kuyudan dolayı bu ismi almıştır. Köy kurulmadan önce çevrede herhangi bir yerleşim yeri yokmuş.
Işıkören’nin 27.000 dönümlük bir arazi vardır. Nüfusu eskiden 155 haneye kadar ulaşmışken en son sayımda 22 hane 64 nüfus olarak belirlenmiştir. Köyde ulaşımını herkes kendi imkânıyla sağlarken 1978’de elektrik 1975 yılında da su gelmiştir 1996 yılında her eve su götürülmüştür. Köy geleneksel Tatar köylerine uygun biçimde kurulmuştur. Evler ayat, uşkuy, azbar şeklinde olup; eski evler kerpiç malzeme kullanılarak yapılmıştır. Yeni yapılan evler betonerme olarak inşa edilmektedir. Köyde okuma yazma oranı yüksek olup; çeşitli meslek gruplarına mensup şahıslar vardır. Köy okulu 1938 yılında açılmış olup; ilk eğitmeni Mehmet Mermer’dir. Köy camisi Türkmen Tokat köyü yakınlarındaki maden ocaklarından getirilen malzeme ile imece usulü yapılmıştır 1960’lı yıllara kadar köyde sağlık ocağı çalışmıştır. Köy arazisi 15.000 dönüm olup geneli kıraç tarladır. Köyde yetiştirilen başlıca ürünler arpa, buğday, şeker pancarı, bostan ve ayçiçeğidir.
Köyde ilk traktörü 1950’den önce Zeyni Okyay almıştır. Köydeki tarım arazileri başlıca Sarıyer, Kayabaşı, Dokuzoluk, Kıbla gibi mevkilerle bilinir. 1960’lı yıllarda köy kalkınma kooperatifi kurulmuş olup; 10-15 sene kadar faaliyet göstermiştir. Köyde Tatarca gençler arasında pek konuşulmamakta olup; anlaşılmaktadır. Tatarca’yı konuşan en genç nesil 1970’li yıllarda doğanlardır.
Eskiden yapılan toylar (düğünler) Perşembe günü başlar Pazar günü bitermiş.Gelin şımıldık arkasında giydirilir. Birinci gün damat ve gelin çıkarılır, akrabalarından birinin evine gider. İkinci gün köy halkına yemek verilir. Üçüncü gün gelen konaklara (misafirlere) yemek verilir. Dördüncü gün gelin yüzü açılır, geline tereyağı, bal yedirilir, ayağına koyun postu serilir. Toylarda 12 âdet uygulanır at yarışları, güreşler olur, “cenge tartusuv” geleneği uygulanırmış. Bu âdetler 1960-65’li yıllara kadar sürmüştür. Köyde 1980’li yıllara kadar evliliklerde Tatarlar tercih edilmiştir. Kız alıp-vermeler genellikle Rıfkiye ve Yellice köyleriyle olmuştur.”Atası başkaman koyan avlama” atasözünden de anlaşıldığı gibi. Karışık evlilikler 1980’li yıllardan sonra başlamıştır.
Köyde pehlivanlığı ve biniciliğiyle hatırlanan kişiler kidir, Abdi, Niyazi, Yahya pelvan (pehlivanlar), ata binmede ise Hasan Kaya, Zeydılla Akay’dır. Köydeki geleneksel yemekler uykenborek, kalakay, şılborek, bavursak, kobete, katlama, kapaklama gibi aşlardır.
Köy yakınlarında “Kulluyuk” adı verilen yerde eski devirlere ait kalıntılara rastlanmaktadır.
* Katkılarından dolayı sayın Murat Çetintaş’ya teşekkür ederim, (C.T)

Ayrancı Bucağı

Ayrancı bucağı, doğusunda Ereğli ilçesi, batısında Karaman ili, kuzeyinde Karapınar ilçesi, güneyinde ise Mersin ili ile sınır teşkil etmekte olup, üç tarafı dağ, bir tarafı ovaya doğru kurulmuştur.

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ve Rus Çarı II. Nikolay arasında yapılan anlaşmaya göre Kırım’dan Osmanlı topraklarına göç etmek üzere 210 hanelik bir grup Kırım Tatarı, 1903 tarihinde İstanbul’a geldi. Kırım Tatarcası’nda dağ, orman manâsına da geldiği için, zamanın görevli memurlarına “Bizi dağa yerleştirin” demeleri üzerine, Marmara Bölgesine yerleştirilecekken, İç Anadolu Bölgesinin güneyine yerleştirildiler. Ayrancı’nın toprakları o zamanlar Divle nahiyesi halkının çiftliği olarak kullanılmaktaydı. Kırım Tatarları geldiğinde bu araziler, sahipleri tarafından her aileye ev yeri ve 40 dekar ekim alanı olacak şekilde bağlanmıştır. Evlerin yapılmasına kadar halk çadırlarda ve kayaların altındaki inlere sığınmışlardır. Ev yapımında Divle ve çevresinin halkı yardımlarını esirgememişlerdir.

Ayrancı köyünün kurucuları, Hacı Süleyman oğullarından Vahti ve Esad Baş, Halil Ağa, Hasan Ağa, Ayserezli Ali Ağa, Necmettin Yılmazlar, Molla Mehmet, Muhammed Ağa, Kurtmırza, Molla Halil, Hurşit Raşit gibi Kırım Tatarları’dır.

Ayrancı’nın adı, Yavuz Sultan Selim zamanında, bu bölgeden geçip savaşa giden askere ayran dağıtan ermişin kabrinin burada olmasından kaynaklanmaktadır. Ermiş dedeye “Ayran Dede” denmesinden dolayı o yörenin ismi de Ayrancı olarak kalmıştır.

Bölgenin toprağının az bir bölümünün verimli, büyük bir bölümünün de verimsiz olduğu görülmekteydi. Hattâ Kırım’dan gelirken yanlarında getirdikleri ekin biçmede kullanılan demir tekerlekli arabaya Ayrancı’da hâlâ “Tatar Arabası” denmektedir. Son zamanlarda modern tarımcılık sonucunda özellikle sebze yönünden randıman alınmaya başlanmıştır.

Kırım’dan Ayrancı’ya gelip yerleşen Kırım Tatarları, İç Anadolu Bölgesi’nin kara iklimine alışamamış, çok hastalanmışlardır. İklimi biraz yumuşatmak amacıyla bölgeyi ağaçlandırmak isterler. O sırada Kırım’daki gayri menkullerini satmak üzere Kırım’a giden Bakkal Hasan Ağa ile Muhammed Ağa mallarını satamayınca geri dönerken meyvelerini çekirdek ve fidelerinden getirmişler, daha sonra Çullu Kadir ve Halil Ağalarla birlikte Kırım meyvelerinden burada yetiştirmeye başlamışlardır. Bunların arasında Beyaz Kiraz, Vişne, Safran, Kumpanya, Sinap, Daldabir armudu, Starking elması, Ferginant armudu, Bozdur! gan armudu, Tokaloğlu, Şekerpare bulunmaktadır. Yetiştirilen bu ürünler Türkiye çapında ün yapmış, ayrıca ihracat da yapılmıştır.

Kırım Tatarları’nın 1903 yılında Ayrancı’ya iskân edilmesinden sonra iki yıl zarfında medrese öğrenimi başlamıştır. Ayrıca Kırım’daki medreselerden hoca olarak yetişen Gaffar Totaysalgır Ayrancı’ya yerleşmiş ve bu yörede ilk mektep açmıştır. Gaffar Hoca, yetiştirdiği talebelerden başka, çevreye de önder olan, bölgenin ilk fotoğrafçısı, ilk arkeologu ve Konya çevresi hakkında kitap yazan bir aydındır. Burada medrese hocalarından Zehir Hoca, Zülfikâr Hoca’yı anmadan geçmek olmaz. Ayrancı’da okuma-yazma oranı oldukça yüksektir.

Ayrancı’ya yerleşen Kırım Tatarları âdetlerini korumaya çalışsalar da Konya ve Ereğli’den çok etkilenmişlerdir. Eskiden dünürlüğe gidildiğinde müsbet cevap, çına verdik sözüyle alınır, söz için gidildiğinde kesenek kesilir, yani başlık parası ayarlanır, anlaşmaya varılırdı. Nişan merasiminde ise şerbet dağıtılır, sini içinde gelen çerez misafirlere ikram edilir. Düğünlerde ise yemek olarak çorba, bamya yemeği, kuru fasulye patates yemeği (kartop), sarma, köfte, pilav, hoşaf ve tahin helvası verilmektedir. Eskiden gelin süslenmiş atla götürülürdü, oysa şimdi otomobille evine getirilmektedir. Eğlence, saz ekibiyle birlikte olurken söylenen türküler (Kırım yırları unutulduğu için) hep Konya yöresinindir.

Kırım Tatarları son zamanlarda büyük şehirlere taşındığı için Ayrancı’da eskiye nazaran biraz azalmışlardır. Bununla birlikte köyün yaşlıları arasında Kırım Tatarcası konuşulmaya devam ermektedir.

BALABANKORUBalabankoru, Uzunköprü
Balabankoru, Türkiye Edirne

Edirne
Bilgiler
Nüfus 540 (2000)
Rakım 12 metre
Koordinatlar
Posta Kodu 22200
Alan Kodu 0284
Yönetim
Coğrafi Bölge Marmara Bölgesi
İl Edirne
İlçe Uzunköprü
Köy Muhtarı Hüsamettin Öztürk

Balabankoru, Edirne ilinin Uzunköprü ilçesine bağlı bir köydür.

Tarihi

Kırım dan göç eden Kırım’lı Tatarlar tarafından kurulmuş daha sonra muhacir yerleşimcilerde gelmiştir. Edirne sınırları içinde ikinci Tatar köyüdür. Tatarca, yaşlılar tarafından hala konuşulan dildir.

Köy yakınında bulunan koruluktan adını almıştır. Balaban,yani büyük bakımlı anlamındadır.

Kültür

Köyün en ünlü yemeği aynı zaman da tatarların da meşhur hamur işi olan çibörektir. Köbete, Akıtma ve Tavalokum’da yapılır.

Coğrafya

Edirne iline 110 km, Uzunköprü ilçesine 25 km uzaklıktadır.

İklim
Köyün iklimi, Trakya Karasal iklimi etki alanı içerisindedir.

Nüfus
Yıllara göre köy nüfus verileri
2000 540
1997 537

Ekonomi

Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.Tarısamsal üretimde ağırlık pirinç,ayçiçegi,karpuz ve kavun üzerine gelişmiştir.

Muhtarlık
Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır.

Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları:

2004 – Hüsamettin Öztürk
1999 – Hüsamettin Öztürk
1994 – Adnan Yalçın
1989 – Adnan Yalçın
1984 -Sami Erduğan

Altyapı bilgileri
Köyde, birkaç yıl önce olmasına rahmen şuan ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır, kanalizasyon şebekesi 2004 yılında tamamlanmış ve kulanılmaktadır. Ptt şubesi yoktur ancak ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ancak haftanın sadece bır gunu hızmet vermektedır. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol kısmen asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.

Vikipedia.

BALLIKPINAR
Ballıkpınar köyü Ankara ili, Gölbaşı ilçesine bağlı olup, Büyükşehir Belediyesi Mücavir alanı içerisindedir. Ankara şehir merkezine 32 km, Gölbaşı ilçe merkezine 12 km mesafede olup, Ankara – Haymana karayoluna 4 km’lik asfalt yol ile bağlanmıştır.

Köyün kuzeyinde Hacılar köyü, kuzeydoğusunda Hacı Hasan köyü, kuzeybatısında Tuluntaş köyü, batısında Koparan köyü, güneydoğusunda Yavrucak köyü ile komşu bulunmaktadır. 1976 yılında kooperatif şeklinde kurulan Hacı Hasan köyü dışında kalan diğer komşu köylerin halkı Manav diye adlandırılmaktadır. Birbirlerine komşu olmamakla birlikte Gölbaşı’nın diğer iki Kırım Tatar köyü olan Taşpınar ve Günalan (Holus) köyleri ile yoğun ilişkiler sürmektedir.

Ballıkpınar köyü 1906 yılında Kırım Tatar göçmeni 36 aile tarafından kurulmuştur. Köyü kuran bu ilk göçmenlerin Kırım’ın Kerç bölgesinden oldukları ve Romanya’da birkaç yıl kaldıktan sonra Ballıkpınar köyünü kurdukları söylenmektedir. Gerek iklim şartlarına adapte olunamaması, gerekse köyün aşağısında bulunan ve aşağı çeşme olarak adlandırılan çeşmeden içilen su (Kara su da denmektedir) neticesinde baş gösteren sıtma hastalığı sonucu köy kurucularından sadece 2 hane olarak Din İslam ve Selim’in aileleri hayatta kalıyor. Din İslam’ın oğlu Nasibullah ve Selim’in oğlu Şevki Save’nin Kırım doğumlu oldukları, köy kurulduğunda Nasibulla Baybörü’nün 11 yaşında Şevki Save’nin ise 6 yaşında olduğu, 1900 doğumlu Şevki Save’nin 3 yaşında iken Kırım’dan babası Selim ile ayrıldığı, kısa bir süre (3 yıl kadar) Romanya’da kaldıktan sonra Balıkpınar köyüne yerleştiğini çocukları bildirmektedir. Keza Nasibulla Baybörü’nün de Kırım’da doğduktan sonra Babası Din İslam ile birlikte Romanya’da kısa bir süre kalarak Ballıkpınar köyüne yerleştikleri çocukları tarafından bildirilmektedir. Köyü kuran Kırım Tatarlarının Kırım’ın Kerç bölgesinden oldukları bilinmekle birlikte, Romanya’da kaldıkları süre ve yer ile ilgili tutarlı bir bilgiye rastlanılamamıştır.

Ballıkpınar, halkının yakalandığı salgında neredeyse tamamen boşalıyor. Bunun neticesinde 1914 yılında Romanya’dan bir grup Kırım Tatar göçmeni daha köye yerleşiyor. Genelde Romanya’nın Dokuz Sofu köyünden gelen bu grupta Yunus Aqay (Kazım, Ferhat ve Rami Kutlubay’ın babası), İzzet Aqay (Kopuk İzzet), Celil Zekeriya, Kuluköy İsmail, Kuluköy İbrahim, Kadir Aqay, Faik Laçin, İsmail Okan, İbrahim Aqay (İrfan ve Boran Altan’ın babası) bulunuyor. Bulgaristan’ın Silistre bölgesinden gelen Cafer Aqay ve oğlu Musa Aqay da bu grupta yer alıyor.

Daha sonraki yıllarda ise yine Dokuzsofu köyünden 3. grup Kırım Tatarlarları köye yerleşiyor. Kırım’ın Bahçesaray bölgesinden oldukları bilinen Dokuzsofu köyünden gelen bu grupta Kaybulla Aqay ve çocukları Çokay Zekeriya, İbrahim Hoca, Yahya Aqay ile Mehmet Aqay ve çocukları, Ahmet Aqay, Mustafa Aqay, Pelvan Osman köye yerleşiyorlar. Romanya’dan gelip Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yerleşen Mecit Aqay, Cigit Amet, Acı Veli Aqay, Rasim Camcı da belirli aralıklarla gelerek köye yerleşiyor.

1940’lı yıllarda Sivas veya Tokat ilinden gelerek köye yerleşen Tat Sabri lakaplı Sabri Aqay köyde yalı boyu şivesi ile konuşan tek Kırım Tatarıdır.

Ballıkpınar köyü, komşu köy olan Koparan köyünün arı kovanlarının bulunduğu, bu yüzden de ballık olarak adlandırılan yerde kurulduğu için, ilk adı da Ballık oluyor. Daha sonra Romanya’dan gelerek yerleşen Kırım Tatarlarının zamanında da pınar kelimesi eklenerek bugünkü adını alıyor. Zaman içerisinde 50 haneye ulaşan köy, yol kenarına karşılıklı dizilmiş, kireç badanalı, kiremit çatılı olan tipik Kırım Tatar köylerindendir. Her evin duvar ile çevrilmiş azbar denilen bahçesi bulunmaktadır. Her Kırım Tatar köyünde olduğu gibi, azbarın içinde 3 odalı ev, evin hemen yakınında aşqana diye adlandırılan mutfak bulunmaktadır. Eve uzak bölgelerde bazen de bir duvar ile de ayrılan bölümde kümes, ahır, ağıl, samanlık, anbar, kiler ve tuvalet bulunmaktadır.

Kıbla dere, Çorakpınar, Akbayır, Kırmızı Bayır, Asırcı, Yavşanözü, Telgraf üstü, Kavurma tepe, Topkaya mevkileri bulunan Ballıkpınar köyü, 1992 yılında düzensiz ve hızlı yapılaşmayı önlemek, göl havzasının tabii yapısını korumak amacıyla çıkarılan Çevre Koruma Bölgesi ilan edilen sınırlar içerisinde arazisinin büyük bir kısmı kalmıştır. Bu kanun ile toplu konut yapımı engellenmiş, ancak köylü tarafından satılan arazilerde toplu konut yerine yüzlerce villa yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir.

Köyün ilkokulu 1936 yılında açılmış olup, ilk eğitmenlikleri köy halkından İbrahim Aqay (Candemir) ve Mustafa Aqay yapmıştır. 1938 yılında köye gelen ilk öğretmen olan Yunus Öğretmen (Ünal) köyde çok uzun yıllar kalmış ve köy halkı tarafından çok sayılmış ve sevilmiştir. Yahya Candemir de öğrencilere Kırım Tatar yırları öğretmiş ve bu yırlar müsamerelerin vazgeçilmez unsurları olmuş, “Biz Ural’da yaşaymız”, “Karanqı keşe tuvmaz kun” adlı Kırım Tatar marşları da bu yıllarda Okulda söylenirmiş.

Daha önceki yıllarda okulun bahçesinde mescit olarak ibadet yapılan köy camisi 1954 yılında inşa edilmiştir. Kadastro ise 1951 yılında köye gelmiş olup, gayrimenkuller tapulandırılmıştır.

Ballıkpınarda konuşulan Kırım Tatar lehçesi, çöl lehçesi olup, genç yaştakiler ise Kırım Tatarcasını anlamakla birlikte, konuşamamakta ya da konuşmamaktadır. Ankara’ya yakın olmasından dolayı köyün arazileri değer kazanmış, arazilerin % 50’den fazlası, hatta köy içinde önemli miktarda ev bile satılmıştır. Bu bakımdan daha önce sadece Kırım Tatarlarından oluşan köyde Kırım Tatar hane oranında azalma olmuştur. Köy son yıllarda daha cok hafta sonları dinlenmek ve piknik icin gidilen bir sayfiye yerine dönüşmüştür. Köyün içinde ve etrafında son derece lüks olarak yapılan ev ve villalar her geçen gün artmaktadır. Buna rağmen Kırım Tatar kültürü kısmen de olsa devam edebilmektedir. 1990 yılında köyün aşağısında bulunan çayırlık denen hazine arazisi köy gençlerine dağıtılmış ve bu sayede köy boşalmaktan kurtularak bir o kadar daha büyümüştür. Dışarıdan gelen kimseler gibi Kırım Tatarları da köye, bir sayfiye yeri gözüyle bakmakta ve o şekilde de değerlendirmektedirler. Hemen her ailenin Ankara’da kendine ait bir evi bulunmaktadır.

1970’li hatta 1980’li yıllara kadar, köyde Kırım Tatar adetleri yoğun olarak uygulanagelmiştir. Düğünler Perşembe günü başlar, Pazar günü sona ererdi. Düğünde erkek tarafında meclis kurulur, Meclisi kart aqası, sol bey, ön bey, kapıcı bey, kurekeci bey idare eder, meclise katılanlar aralarında şakalaşır, eğlenirdi. Meclisin uyumunu bozan veya şaka yapılarak suçlanan insanlar, kart aqasının talimatı ile meclis dışına çıkarılır, çıkarılırken tekrar gelerek kendilerini affettirmelerini sağlamak için değerli eşyaları alınırdı (saat, ceket gibi). Meclisten atılan kişi kendini affettirmek için bir sofra hazırlayarak meclisin kapısına gelirdi. Meclise alınmadan önce kapıcı bey, kart aqasına

-kapıda atlı var

diye seslenir, kart aqası da

-dolu mu ? (bir şey getirmiş mi manasında)

diye sorardı. Cevap dolu ise,

-atlasında kelsin

diyerek, suçlu meclise çağırılırdı. Suçlu:

-Kart aqası sol bey, ön bey, kapıcı bey, kurekeci bey, cümle cemaat meclisiniz qayırlı bolsun, menim tapganım, siznin kapganınız

diyerek çeşitli yiyeceklerle süslenmiş getirdiği sofrayı takdim ederdi. Eğer sofrası beğenilmişse kart aqası ve ardından cemaat

-Alla razı bolsun

der, verilen ceza affedilirdi Meclis geç saatlere kadar bu şekilde eğlence ile devam ederdi. Kızların önceden horoz şeklinde hazırladıkları süs de (Koraz tellemesi) meclise getirilir ve bahşiş toplanırdı. Düğünlere keman, klarnet, çümbüş ve darbukadan oluşan çalgıcı takımı gelir, Romanlardan oluşan bu çalgıcılar Seydosman, Boztorgay, Salgır boyu gibi Kırım Tatar yırlarını da söylerdi. Köyde Kırım Tatar halk oyunları pek bilinmemekle birlikte, kızlar karşılıklı dizilerek çölmek adlı oyunu oynarlardı. Düğünün son günü olan Pazar günü gelin almaya gidilirdi. Gelin alıcının yolu kız tarafının delikanlıları tarafından kesilir, bu delikanlılara oğlan tarafınca ‘kaburga kolu’ bahşiş olarak verilirdi. Gelin evden ayrılırken, kız tarafının kızları gelinin kapısını açmaz, kapı bastı bahşişi isterlerdi. Gelin alınıp oğlan tarafına götürülürken bu defa gelin arabasının önü oğlan tarafının delikanlılarınca kesilirdi. Bu delikanlılara ‘tokuz’ denilen dokuz parçadan oluşan giysilerle süslenmiş bir bez bahşiş olarak verilirdi. Ayrıca kayın tokuzu da oğlanın erkek kardeşine verilirdi.

Köyde eski yıllarda tepreçler yapılmakla birlikte, zamanla adını hıdrelleze (ayrı şeyler olmakla birlikte) teslim etmiştir. Tepreçlerde daha önceden herkes tarafından hazırlanan Kırım Tatar aşları birbirlerine ikram edilir, çeşitli yarışmalar ve Tatar güreşleri yapılırdı. Pelvan Osman katıldığı bütün müsabakalarda yenilmeyerek büyük nam kazanmıştı. At arabaları ile de yarışlar yapılır, kazananlara çeşitli hediyeler verilirdi. Köyde genelde Cuma günleri kızlar toplanır, aralarında eğlenirlerdi. Bazen kapıdan ve pencereden de olsa delikanlılar toplantıya katılır, kızlarla çınlaşırlardı.

Düğünler gibi cenazelerde de toplaşılır, vefat edenin yakınları yalnız bırakılmaz, üzüntüleri paylaşılırdı. Cenazeye gelen misafir ne kadar kalabalık olursa olsun, cenaze sahibi tarafından yemek yenmeden gönderilmezdi. Ölümün 3, 7, 40, bazen de 100. gününde mevlütler okutulur, bu mevlütlerde de gelen misafirlere mutlaka yemek verilirdi.

Türkiye’deki her Kırım Tatar köyünde olduğu gibi, Ballıkpınar köyünde de dil ile birlikte Kırım Tatar aşları güçlü bir şekilde kendini korumaktadır. Çibörek, kobete, kalakay, sarburma, kıvırma, tava lokum, peşlokum, tabak börek, öqüz börek, kaşık börek, alişke çorbası, lakşa çorbası, omaş çorbası bilinen ve yapılan Kırım Tatar aşlarıdır.

Kırım’dan kalma hamur teknesi, çöğün kazanlar, kavkaz kemerler, döküm kumanlar, semaverler şimdi bazı ailelerde hatıra olarak saklanmaktadır. Köyde okuma yazma oranı % 100 olup, liseye bitirmeyen genç hemen hemen yok gibidir. Köyde kuru tarım yapılarak, buğday, arpa, yulafın yanında, ayçiçeği, nohut, mercimek gibi ürünler yetiştirilmektedir. Birer ikişer inek ile ihtiyarlar tarafından süt inekçiliği ve birkaç hane tarafından da koyunculuk yapılmaktadır. Zaten çok değerlenen arazilere tarım arazisi gözüyle bakılmamaktadır. Köyün Ankara’ya çok yakın olması sebebiyle herkesin Ankara ile bir ilgisi olup, Ankara’da marangozluk, oto tamirciliği, taksicilik yapan Ballıkpınarlılar olmakla birlikte, Kırım Tatar yemeklerinin yapıldığı ‘Aşqana’ adlı lokantanın sahipleri de Ballıkpınarlıdır. Ayrıca Gölbaşı’nda da gübre ticareti yapan ve emlak alım satımı ile uğraşan Ballıkpınarlılar da bulunmaktadır.

7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in danışmanı iktisatçı Ahmet Kılıçbay, Prof. Dr. Nihal Berk (Veteriner Hekim), Yunus öğretmenin oğlu Prof. Dr. Güven Ünal (Mimar), Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nde Genel Müdür Yardımcılığı yapmış olan Rıfat Baybörü köyden yetişmiş Kırım Tatarlarındandır.

Köyü ziyaret edenler arasında Atatürk ve Celal Bayar da bulunmuştur. Atatürk’ün ziyareti sırasında Köy İhtiyar Heyetinde aza olan Fazile Hanım, Atatürk’ün övgüsünü almıştır. Örnek köy ilan edildiği yıllarda yabancı heyetler tarafından da ziyaret edilmiştir. Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nde 1991 – 1993 yıllarında Genel Başkan Yardımcılığı yapan Bursa eski milletvekillerinden Merhum M.Kemal Gökçora da köye Birleşmiş Milletlerden bir heyeti götürdüğünü ve köyde İzzet Aqay (Ablay) tarafından misafir edildiklerini tarafıma anlatmıştır.

Şu anda etrafı lüks evlerle çevrili olan köyde son yollarda yerleşen ünlü kişiler bulunmaktadır. Eski Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı, eski Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemuçin, eski Ankara Milletvekili Barlas Doğu, 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal’ın danışmanı Erhan Göksel, Gazeteci-Yazar Ertan Karasu, Hacettepe Üniversitesi profesörlerinden İzzet Barış’ın köyün içinde evleri bulunmaktadır. Ayrıca, Başkent Üniversitesinin bir deney hastanesi , Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri ve Açık Lise kampüsü de köy sınırları içerisindedir. Köyde ilkokulun bir öğretmeni ve birkaç öğrencisi bulunmaktadır. 1996 yılında açılan sağlık ocağı hizmet vermemekte, atıl vaziyette beklemektedir.

Köyde, Kurtuluş Savaşına katılmış pek çok kişi bulunmaktadır. Faik Laçin’in babası Abdurrahman Aqay Bandırma’da şehit düşmüş, Kadir Aqay 4 yıl Yemen’de savaşmıştır. İsmet Paşa komutasında Garp Cephesinde savaşan Şevki Save kendisine verilen gazi madalyasını ve gazi aylığını, para için savaşmadım diyerek kabul etmemiştir.

Gelişen teknolojiye paralel olarak, köyün otantik mimari yapısı ile birlikte kültürel yapısı da hızla bozulmakta, köyün tarihi de ancak birkaç ihtiyar tarafından kopuk kopuk hatırlanmaktadır.

Son olarak, 2004 yılında yürürlüğe giren Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile de köy adı da tarihe karışarak, Ballıkpınar Mahallesi olmuştur. İçerisinde ve etrafında hızla yükselen binalar da, Köyün çok kısa bir zamanda kaybolacağının habercisi gibidir.



BESEREK KÖYÜ








Çelebi ÇEVìK


Mustafa ALTUN








Yozgat'in Yerköy ve Çorum'un Sungurlu ilçeleri arasinda kalan ve nüfusu


Yerköy'e bagli tek Kirim Tatar köyüdür.


Beserek Köyü bölgedeki Aygar daginin eteklerinde çevreye hakim yüksek bir


tepeye kurulmustur. Kurulus tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Köy halkinin kökeni


1877-1878 Osmanli-Rus Harbi'nden sonra Anadolu'ya göç eden Kirim Tatarlaridir.


Köyün ilk kuruculari devlet tarafindan civarda bulunan köylere birer ikiser hane olarak


yerlestirilmislerdir. Kisa bir dönem çevredeki bu köylerde yasayan Kirim Tatarlari


köylülerle uyum saglayamamislar, bunun üzerine bütün Kirim Tatar aileleri bir köyde


toplanmaya ve birbirlerinden kopmamaya karar vermislerdir. Yapilan arastirmalardan


sonra o zaman Beserek Yaylasi olarak bilinen ve daha sonra da Beserek Köyü olarak


anilacak yerde yerlesmislerdir. Yapilan tesebbüsler neticesinde bu bölgeye yerlestirilen


Kirim Tatarlarinin burada toplanmasina izin verilmistir. Beserek Köyü ilk kuruldugunda


18 haneli idi. Köye ilk gelenlerin Emrullah aqay, Necip aqay, Resul aqay, Kel ìsmail,


ìbrahim aqay, Mustafa aqay, Abdi aqay, Habib aqay, Zedil aqay, ìsmail aqay (Deli


ìsmail), Devletçe aqay, Mehmet aqay, Ali aqay, Murat aqay, Yahya aqay, Kalil aqay,


Uzun aqay ve Zeynel aqay olduklari söylenir. O zamanlar Beserek köyü etrafinda


ormanlik alanin çok olmasi ve ekilebilecek arazinin yeterli olmamasi sebebiyle buraya


yerlesen Kirim Tatarlari yiyecek hububat sikintisi çekmislerdir. Daha sonra orman


içindeki bos arazileri tarla olarak kullanmaya baslamalari ile bu sikinti sona ermistir.


Beserek köyünün civar köylerden epeyce yüksek bir yerde kurulmasinin sebebi çevreye


hakim olmasi ve ovadaki köylerde sitma hastaliginin çok yaygin olmasidir.


Beserek köyü, Sungurlu'ya 48 km., Yerköy'e 46 km. mesafededir. ìdarî olarak


Yerköy'e bagli olmasina ragmen ticarî faaliyetlerinin % 90'i Sungurlu ile olmaktadir.


Bunda Beserek köyünden sehire ilk göçlerin Sungurlu'ya olmasi etkili olmustur. 18 hane


olarak kurulan köyün nüfusu civar köylere yerlesen Kirim Tatarlarinin da bu köye


gelmeleri ile 60 haneye çikmistir. Bugün 50 hane olan köyde ekilen arazilerin daha çok


yamaçlarda olmasi ve yagan yagmurlarla topragin erozyona maruz kalmasi sebebiyle


verim çok düsmüstür. Arazilerin verimsizligi yeni yetisen genç neslin sehirlere göç


etmesine neden olmustur. Beserek köyünden göç eden Kirim Tatarlari basta Sungurlu


olmak üzere Ankara, Yozgat, Kirikkale ve Bursa'ya yerlesmislerdir. En fazla göçün


oldugu Sungurlu'da, Sungurlulu halk arasinda "Tatar mahallesi" olarak bilinen


Hacettepe mahallesinde yogun olarak toplanmislardir. Sungurlu'nun ìsmetpasa


mahallesi de yine halk arasinda Tatar mahallesi olarak bilinmektedir. Bu mahalleye de


Çorum'un Alaca ilçesine bagli Kalecikkaya köyünden Kirim Tatarlari yerlesmislerdir.


ìsin en ilginç yani da Sungurlu'ya bagli Kirim Tatar köyü olmamasina ragmen, ilçe


merkezinde bu sekilde iki Kirim Tatar mahallesinin olmasidir.


Sungurlu'ya yerlesen ilk Kirim Tatarlari çesitli devlet kademelerinde âmir-


memur olarak görev almislardir. Bunun yanisira ticarî faaliyetlerde de bulunan Kirim


Tatarlari bugün ilçe ekonomisine yön vermektedir. Bu cümleden olarak, Plastik Boru ve


Poset Fabrikasi, sebze ve meyva komisyonculugu, kasaplik, manifaturacilik, yedek


parçacilik ve oto tamirciligi, marangozluk, firincilik, bakkaliye, manavlik ve nakliyecilik


gibi sektörlerde söz sahibidirler.


Beserek köyünden Sungurlu'ya göç edenler Kirim örf-âdetlerinden fazla bir sey


kaybetmemisler ve ellerinden geldigince devam ettirmeye gayret etmislerdir. Bunlardan


en önemlisi Ramazan ve Kurban bayramlarinda camiden Bayram Namazi kilip


dagildiktan sonra yasli-genç herkesin ileri gelen bir büyügün evinde toplanarak, herkesin


evinden getirdigi yiyeceklerle topluca bayram yemegi yenilmesi ve bayramlasilmasidir.


Burada sohbetler edildikten sonra gruplar halinde evler gezilerek bayramlasilir. Kirim


Tatarlarinin bu âdeti komsulari tarafindan da takdirle karsilanmaktadir. Yine Kirim


Tatarlarinin tepreç âdetlerini yerli halk da ögrenmistir.


Kirim Tatarlarinin temizligi, misafirperverligi ve çaliskanligi da takdirle


karsilanmaktadir. Bu sebeple çesitli altyapi hizmetleri Beserek köyüne çevredeki diger


köylerden daha önce gelmistir.


Köyün ilk kuruldugu zamanlarda disardan kiz alip verme olmamaktaydi. Ancak


daha sonralari çevre köylerden evlenmeler olmustur.


Camii, ilkokulu ve Kur'an Kursu bulunan Beserek köyünde küçük çocuklar dahi


ana dilleri olan Kirim Tatarcasini konusabilmektedir.


ÇUKURHİSAR

Eskişehir’in Alpu ilçesine bağlı bir köy olup; ilçenin 7 km kuzeyindedir. Kafkasya’dan gelen Çerkezler ve Abhazlar tarafından kurulan bu köye Kırım Tatarları sonradan gelip yerleşmişlerdir. Kırım’ın Akmescit ve Bahçesaray yöresinden gelen Kırım Tatarlarından Kurtnezir (Akkurt), Yusuf Keser’in babası, Vani Akay tarafından 1900’lü yılların başlarında (1905 olduğu tahmin ediliyor) gelip sonradan yerleşenlerce meydana getirilmiş bir köydür. Bu köye ilk olarak gelen Kırım Tatarlarına evvela Eskişehir merkez ilçenin Hasanbey köyüne gelmişler; burada o dönem yaşanan sıtma hastalığı ve sivrisineklerden dolayı tavsiye üzerine Çukurhisar’a geldikleri rivayet ediliyor. Bu köye kendilerinden önce gelip yerleşen Çerkezlerin Kırım Tatarlarına “Tatar misafirler geldi” diye kucak açarak onlara köy arazisinden tarla arazisi yeri gösterdikleri söyleniyor. Köye ilk olarak gelen Kırım Tatarları, Kırım’dan beraberlerinde getirdikleri tarım kültürünü bu köyde de devam ettirmişler; çiftçilik yaparak geçimlerini temin etmişlerdir. Yine bu köye ilk gelen Kırım Tatarları, Çerkezce’yi de öğrenmişlerdir. Gelenlerin pek çoğu o devirde Osmanlı ordusu saflarında cepheye gönderilmişler; bunlardan Yunus Akay Yemen’de, Hulusi Akkurt’un iki amcası (İsmail Akkurt) Çanakkale’de şehit olmuş. Yemen’den İngilizlere olan esaretten sonra sağ dönebilenlerin kendi ifadelerinde “Dokuz sene balam Yemen çöllerinde esir kaldık” sözlerini Çukurhisar’ın kartlarından Hulusi Akkurt, hâlâ hafızasında tutarak anlatıyor. Türk istiklal harbi sırasında Yunan ordusu bu köye de gelip birkaç gün kalmış; geri çekilme sırasında köyü yakıp yıkmışlar.

Çukurhisar köyü şu anda 37 hanede 150 kişi civarındadır. 1950’li yılların başlarında 75 hane olan köyden kente göç hareketi, 1970’li yılların başlarında başladığı söyleniyor.

Köyde eğitim 1944’e kadar üç sınıflı olarak bir eğitmen marifetiyle yapılırken, beş sınıflı ilkokul 1944’de açılmıştır. Tahsin Yaprak köyde eğitmenlik yapanlardan biri olarak hatırlanırken; 1950’li yıllarda ilkokulda 70-80 civarında talebe varken, öğrenci azlığı sebebiyle köy okulu 1998’den itibaren Alpu’ya taşımacılık şeklinde gidip gelmek şeklinde devam ettiriliyor. Köyde okuma-yazma oranı % 100 olup; 15-20 civarında üniversite mezunu çıkmış; biri ekonomi alanında (Profesör Doktor Fazıl Tekin) ve diğeri Jeoloji alanında (Prof. Dr. Fikret Tarhan) iki de profesör çıkmıştır.

Köyün toplam arazi varlığı 25000 dekar olup bunun 7000 dekarı mera ve kalanı işlemeli tarım arazisidir. Tarım arazilerinde yetiştirilen başlıca ürünler başlıca buğday ve arpa olmak üzere hububat, şeker pancarı ve kimyon şeklindedir. Köyde hayvancılık da yapılmakta olup eskiden 5-6 bin iken, halen 2500 civarında küçükbaş (koyun), 150-200 kadar da büyükbaş hayvan mevcudu vardır. Köyde halen 1998 yılında kurulan bir sulama kooperatifi mevcut olup; faaliyetlerine devam ettirmektedir.

Mevkilerine göre Çukurhisar’deki araziler, köyün kuzeyindeki araziler Dereköy, Düziçi mevkii, Bozan beldesi tarafındaki araziler Umurbey mevkii, Osmaniye tarafındaki araziler Kavacık ve Ocakyolu mevkii, Alpu yönündeki araziler ise Doğancık mevkii adıyla anılmaktadır.

Çukurhisar’da Kırım’dan ilk olarak bu köye gelip yerleşenler, Kırım’daki yerleşik kültürün pek çok alet-edevatını da beraberlerinde getirmişler; pek çok tarım alet ve ekipmanı yanında çöyün kazan ve kahve dövme taşlarını (dibek) gibi Kırımtatar medeniyetinin orijinal malzemelerini de halen kullanmaktadırlar. Kırım yemek kültürüne ait bilinen kalakay, katlama, sarıburma, tavalokum, cantık, kırde, çibörek, irmişik börek, kaşık börek, tabakbörek gibi hamur işleri hâlâ yapılmaktadır.

Geleneksel kültüre ait pek çok âdet ise maalesef bugün birkaç yaşlının hafızasında kalmıştır. Eskiden Perşembe gününden başlayan toylar da genellikle dana olmak kaydıyla sogum soyulur (dana kesilir), aynı gün köy cemaatinin çağrıldığı ve adına “avuz tiyer” denilen yemeğin verilirdi. Cuma günü ise davetli misafirlerle birlikte köy cemaatine yine yemek verilir, “kelinin perdege tüşmesi” diye tarif edilen toy merasimi yapılırken bir yandan kına yakılıp, gelin olacak kızın ağlatılır, toylarda caşlar ve kızlar arasında karşılıklı çınlaşmalar da yapılırdı. Eskiden güreşler ve at yarışlarının da yapıldığı bu köyde güreşlerde Adil taşkın, at yarışlarında ise Necip Bektan bilinen isimler olarak öne çıkıyordu. Bu âdetler 1950’li yılların ortalarına kadar devam ettirildiği köyde, şimdi bunları hatırlayan ve yaşı altmışı geçen pek az sayıda kimse var. Cenazelerde yedisinde, kırkında ve senesinde mevlit okutulması hâlâ okutulurken, bayramlarda köy cemaatinin namaz sonrası camide halka olarak bayramlaşmaları, bunu takiben toplu halde mezarlık ziyaretiyle geçmişlerin ruhuna dua okunması, cenazesi olanlara taziyeye gidilmesi, taziye evinde Kuranı kerim (tebareke, yasin) okunması, kurban bayramlarında kesilen kurbanların dağıtılarak askerlere gönderilmesi gibi âdetler hâlâ unutulmadan devam ettiriliyor.

Köyde belli başlı aileler Canarslanlar, Bektanlar, Akkurtlar, Güleryüzler, Bozkurtlardan ibaret olup; Yunus Akkurt, Ömer Canarslan ve Necip Bektan misafirperverlikleri ile, Yusuf Önal sakacılığı ile biliniyor. Yusuf Önel’la ilgili olarak Hulusi Akkurt tarafından anlatıldığı şekliye hikâye hâlâ unutulmamış:

Yusuf Önel bir kun misafir bolup Taşlıhöyükke (Mesudiye) köyüne kete. Misafir bolup ketken üy saibi balasına “Al tayga min, karabaş koynu ketir” dep aytkanda “O koy bolmaz, sarıbaş koy bolur” dey balası. Sonra, sarıbaş koynu atka salıp ketire ve koynu soyup aşaylar. Üy saibi Yusuf Akayga sofra duasına buyur deyler. Yusuf Akay duaga başlay:

“Al tay eken atları,

Caşlar eken başları,

Bulgur eken aşları,

Buyurun sofra duasına”

dey. Son Yusuf Önal, kene bir sebepten Rıfkiye köyüne misafirlikke bara. Alşam bola, çilingir sofrasın kuralar, başlaylar rakı içmege. Sofrada Yusuf Akay’ın arkadaşı “Fare Emin” lakaplı Emin adında biri bar eken. Emin Akay kamasın çıkarıp sofraga saplay ve “mana Fare Emin deyler” degende Yusuf Akay da kamasın çıkarıp “mana da Van Kedisi Yusuf Akay deyler” degen.

Bu köyde Kırım doğumlu olup da en son vefat eden kişi köyün esnaflarından olarak bilinen Zeytullah Akkurt olup; 1943 yılında vefat etmiştir.

Çukurhisar’dan olup da Kore Savaşına Kadir (soyadı hatırlanmadı) iştirak etmiştir.

Köy halkının Kırım derneğiyle bağı devam etmekte olup; faaliyetlerine iştirak etmektedirler.

DARIÖZÜ KÖYÜ

Darıözü köyü, Kırşehir ilinin Kaman ilçesine bağlı, Kırım Tatar ve Kırım dışından gelen Nogay muhacirlerinin iskân edildiği bir köydür. Kaman’a 13 km. uzaklıktadır. Darıözü köyü yöresinde, Kırım Tatar ve Nogay göçmenlerin gelişinden önce, Anadolu’nun gayrimüslim halklarının meskûn olduğu sonradan bulunan mezar taşlarından anlaşılmıştır. Köy çevresinde eski çağlara ait muhtelif kalıntılara da sık sık rastgelinmektedir. Köye Müslüman halkın XIX. yüzyılda yerleştiği sanılmaktadır. Köye farklı yollardan gelen Kırım Tatarları ve Nogaylar karışmışlardır. Zâten tarih, köken, ve din birliğine sahip, birbirine çok yakın Kıpçak lehçelerini konuşan bu iki kardeş halkın köye yerleşen mensuplarının hemen her türlü âdet ve gelenekleri bütünüyle içiçe geçmiştir. Nüfusu hızla azalan köyde 1970’li yıllarda ancak otuz hane, şu anda ise yirmi hane kalmıştır. Bunlardan yalnızca yedisi Kırım Tatar ve Nogay hanesidir.

Darıözü köyünde arpa ve buğday tarımı yapılmaktadır. 1980’li yılların ortalarında Çiftlikbâlâ göleti yapıldıktan sonra mercimek, nohut, susam (zeyrek), fasulye ve şekerpancarı da yetiştirilmeye, kavakçılık yapılmaya başlanmıştır. Evvelce mevcut olan bağlar şimdi maalesef bozulmuştur. Eskiden ise koyun ve sığır yetiştiriciliği en önemli geçim kaynaklarından biriymiş. Şimdi ise köyde yalnızca bir kaç sığır kalmıştır.

Darıözü köyündeki Tatarlar çevredeki Kırım Tatar köyleri olan Göztepe, Değirmenözü, Üçkuyu, Polatyurdu ve Gökeşme’den kız alıp vermişler, zâten eskiden beri bu köylerin halkı birbirine gidip geldiklerinden aralarında daha da iyi ilişkiler geliştirilmiştir. Daha önceleri “kuşak güreşi” de denilen Kırım Tatar güreşi geleneği bu köyler arasında sürdürülürmüş.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında, köye ilk gelen Kırım Tatarlarının bir kısmının sülâlece Nogay şivesiyle “Qobanşıl” olarak anılmaları nedeniyle Kuzey Kafkasya’daki Kuban nehri kıyılarından gelmiş olmaları, ya da buradan Darıözü’ne gelen Nogaylarla karışarak bu ismi almış olmaları gerekir. Altı kuşak öncesi “Qobanşıl”ların Kırım’da doğdukları da söylenenler arasında olduğundan bir üçüncü ihtimal de Nogayların Karadeniz’in kuzeyinden batıya doğru göç ederken bir süre Kırım’da kalmış olmaları, hattâ Kırım’dan kız alıp vererek de Kırımlılarla karışmış olmalarıdır. Diğer yandan “Qobanşıl” denilen kabilenin beş kuşak önce Deliorman yakınlarına göçtükleri, ama esas olarak Dobruca’nın Aşağı Bülbül köyüne yerleştikleri bilinmektedir. Üç kuşak önce Türkiye’ye Kırım Tatarları olarak gelen bu grup bu sefer de “Sütçü” ismini almış ve Türkiye’de ilk önce Bursa’ya gelmiş, daha sonra bir kısmı Keskin’e, en sonunda ise hükûmetin gösterdiği Darıözü köyü’ne yerleşmiştir. Köye asıl Nogayca konuşan Nogayların Kırım Tatarlarından sonra ayrı olarak geldiği ve karışık kabilelerden oldukları biliniyor. İlk göç edenler “Koban” (Kuban) suyundan bahsetmişler. Kuban suyunun bir tarafında “has Türkmenler”in, bir tarafinda Tatarların olduğunu ve ikisinin de “aslının temiz” olduğunu söylüyorlarmış. Söylenenlere göre Darıözü‘ne gelen bu Nogaylar sıcak iklime dayanamadıklarından çoğunluğu ölmüş. Köye yerleşenler Nogaylar arasında Cemboyluk ve Yetişkul gibi ana Nogay uruvlarına mensup olanların yanısıra, Karakursak, Koldatamgalı gibi kabilelerin de yer aldığı tesbit edilebilmektedir. Bunlardan meselâ Koldatamgalılar soyu bugüne kadar tamamen kesilmiştir.

Köye yerleşen unsurlardan son gelen Nogay grubunun 1890’lar civarında “memleketten” (muhtemelen Kuban yahut Kuzey Kafkasya’da başka bir yer) ayrıldıkları anlaşılıyor. Söz konusu grup önce Kaman’a bağlı Nogaykızıközü (değiştirilen adıyla, Yeniköy) ve Çargan köylerine yerleştilerse de, daha sonra Darıözü’ne gelmişler.

Köyde belki de en çok devam ettirilen otantik Kırım Tatar ve Nogay gelenekleriyle yemeklerde karşılaşmak mümkündür: Ögüzbörek (üykenbörek), qaşıqbörek, salma (inkal), çibörek, cantıq (bu köyde cantıq tandırda üzerine çöyün kapatılmak suretiyle pişirilmektedir), maylı qalaqay, köbete, qatlama, qatmerli köbete, sorpalı köbete, laqşa (erişte), (süt, sarmısak ve yoğurtla yapılan) omaç şorbası, alişke şorbası, çöyün otmek, çöyün kommesi, tavabörek, kirde, mamaliğa (yanında pekmez, ya da yoğurtla yenir) hâlâ yaşlı Tatar kadınları tarafından pişirilmekte, memleketten kalma Rus yapısı çöyün kazanlar kullanılmaktadır. Eskiden süzme yoğurt kurutularak, çok sert bir peynir çeşidi olan “qurt” (kurut) elde edilmekteydi. Sertliği yüzünden qurtu yiyemeyenler suyla ıslatır, içine yarma, pirinç koyar, yayla çorbası yaparlarmış. Güneşte kurutulan qurt, torbaya konulur, kışlık olarak da saklanır. Kavun da dilimlenip kurutulur, sonra pişirilir.

Toylarda (düğünlerde) da giderek azalmakla birlikte eski âdetlerin bazıları sürdürülmeye çalışılmaktadır. Elbette ki, eskiden yaşatılan âdetler bugünkünden çok daha zengin imiş. Çok sayıda hayvanların kesildiği, üç gün üç gece şenlikli bir şekilde devam eden düğünlerde içki içilmezmiş. Toylarda “toy ötmegi” (düğün ekmeği) pişirilirmiş. Genellikle damat evi tarafından kız evine çibörek ve basma yollanır, oğlan tarafına da hayırlı olsuna gelenler yiyecek getirirler, çevre armağan ederlermiş. Kiyev (damat) tarafı “qına yürütüp” kız tarafına gider ve kına gecesi yaparlarmış. Son gün akşamı öncesi damat ve arkadaşları toplanıp çerez, lokum, qıyğaşa ve çibörek yerler, herkese büyüklü küçüklü mendil hazırlanırmış. Kına gecesinin ertesi günü gelin alınır ve gelinle birlikte iki yengesi gelirmiş. O sabah “duvaqtaş” töreni yapılırmış. Kız evine gelen yengelerle birlikte duvak açılırken, gelin çeyizinden gelenlere hediye olarak çember verir, yengeler de herkesin başına çemberleri örtermiş. Yaşlı kadınlara ise “tastar” adı verilen başörtüsü verilirmiş. Gelenler de geline hediye olarak para verirmiş.

Düğünlerin düzenini düğün kâhyası veya “qorucu” denilen, herkesin sayıp sevdiği biri yürütürmüş. Bu şahıs gelen misafirlerin ağırlanması, gelinle veya damatla ilgilenilmesi işlerini konrol edermiş. Köyün hayatta olan yaşlılarından Şaziye Canbolat’ın ifadesine göre, bu şekilde tam usûlüne göre yapılan toylar en son bundan yarım asır önce ortadan kalkmış.

Düğünlerdeki diğer âdetler ise çınlama ve yüzük getirme yarışıdır. Köyünden gelen gelinin yüzüğünü önce gidip alan yüzüğü damat evine getirir ve damattan hediyeyi alır. Buunun için at üzerinde yarışan delikanlılardan kim yüzüğü alana yetişirse o yüzüğü alır, kendisi damada ulaştırır. Yüzüğün yerini kimi zaman yastık da alabilir. O zaman buna “yastık yarışı” denir. Düğünlerde “qopuz” (garmon) eşliğinde meşhur Nogay oyunu “Qanekiy” oynanırdı.

Önemli âdetlerden biri de “saya gezmesi”dir. Kış yarıya geldiğinde, baharın habercisi olarak ayı kıyafetinde bir kişi, iki zenne ve ayıyı çeken bir adam köyde dolaşmaya çıkarlar. Ayının kollarına iki çan takılır ve ayı her evin kapısının önüne düşer. Bir kişi sırtında heybesiyle ev sahiplerinden bulgur, yağ, un gibi yiyecekler toplar. Sonra bunlar satılır ve bunların parasıyla fındık, fıstık, lokum, şeker alınıp her eve dağıtılır. Büyükler bunun koyunun karnında canlanan kuzuyu kutlamak için yapıldığını söylemektedirler. Bu âdet çevre köylerde olmamasına rağmen Darıözü’nde 1980’lerin sonlarına kadar sürmüştür. Darıözü’ne Değirmenözü’nden, Gökeşme’den ve Çiftlik’den saya gezmek için delikanlılar gelirdi. Tatar geleneklerine uygun olarak atın büyük önem taşıdığı köyde, eskiden cirit oynama geleneği de vardı.

Eski Kıpçak-Türk geleneklerinden olan yedi göbek geçmeden evlenmemek âdeti Darıözü halkında da katı bir şekilde mevcuttu. Ancak elli yıl kadar öncesinden itibaren bu gelenek bozulmaya başlamış ve bugün hemen hemen kaybolmuştur.

Darıözü köyünde ahalisinin kökenleri dolayısıyla hem Kırım Tatarcasının Çöl şivesi, hem de asıl Nogayca (çöl şivesi sahte nogayca mı?) ana dili olarak konuşulmaktaydı. Bu şivelerin aynı Kıpçak kökünden gelmesi ve birbirlerine çok yakın oluşu, Darıözü’ndekilerin bunları sık sık karıştırarak konuşmalarına yol açmaktaydı. Bununla birlikte, her iki şive de giderek büyük ölçüde kaybolmaya yüz tutmuştur. İhtiyarların ifadesine göre, bilhassa 1930’lu-1940’lı yıllardan sonra çocukların kendi aralarında Tatar şivelerinde konuşmaları büyükleri tarafından engellenmiştir. Köyde asıl Nogay şivesi, konuşan son insanların da ölmesiyle hemen hemen ortadan kalkmış, ancak bâriz Nogay şive özellikleri bazı yaşlıların konuşmasında hâlâ görülmektedir. Kırım Tatarcası (Çöl şivesinde) da gittikçe daha az konuşulmaktadır. Hâlen köyde en temiz Kırım Tatar şivesinde konuşan ve köyün en yaşlısı olan kişinin, otuz yıl kadar önce çevredeki Kırım Tatar köylerinden Sulubük’den gelerek buraya yerleşen biri olması, köyün asıl ahalisinde dil kaybının çok daha gerilere gittiğini göstermektedir. Köyün gençleri Tatarcayı pek az konuşabilmekle ve büyüklerinden duydukları âdetleri yerine getirememekle birlikte, bunun eksikliğini çektiklerini belirtiyorlar.

Darıözü köyünün bugünkü camisi 1960’lara doğru inşa edilmiştir. 1965’de yapılan ilkokul ise, köyün ahalisinin azalmasından dolayı 1990’ların başlarından itibaren kapatılmıştır. Köyde hâlen (1998) okuyan dört ilkokul öğrencisi Kaman’daki bir ilkokula devam etmektedirler.

Darıözü köyünde dışardan evlenmeler ve büyük şehirlere göçler nedeniyle Kırım Tatar nüfusu hızla erimektedir. Herşeye rağmen Kırım’ın ve Kıpçak bozkırlarının muhacirlerinin köyde kalan torunları, içten ve sıcak Tatar misafirperverliğinin anavatanlarından getirerek muhafaza ettikleri en canlı gelenekleri olduğunu Darıözü’nü ziyaret edenlere bugün de göstermeye devam ediyorlar.

ERDOĞDU KÖYÜ

Erdoğdu köyü tatar mahallesinden bir görüntü köyde şu an macırlar çoğunluktur
Erdoğdu Köyü Tarihçe
Erdoğdu köyü,ilk kuruluş olarak 1895 yıllarında kafkasya ve kırımdan gelen tatarlar tarafından otuz kırk hane olarak köyün bugünkü bulunduğu yerden bir iki km kuzeyinde “Avcıali” denilen yerde kurulmuştur.1910’lu yıllarda Bulgaristan’ın Osmanpazarı ilçesinin çeşitli köylerinden (özellikle Kovancılar köyünden) gelen göçmenlerle köyün bugünkü bulunduğu yere yerleşilmiştir.Tuzlukçu’ya uzaklığı 12 ,Akşehir’e uzaklığı 25 km’dir.Konya İline uzaklığı ise 125 km.dir. 200 haneli köyde 502 kişi yaşamaktadır ve köy halkını tatarlar ve göçmenler oluşturmaktadır.Köyün yaklaşık 30.000 dekar tarım arazisi ve 1.800 dekar da merası vardır. Temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.Köyde sulama amaçlı ve kapalı sulama sistemi bulunan Tarımsal Kalkınma Kooperatifi faaliyetini sürdürmektedir. Köyde 2 adet cami, sağlık ocağı, tarım kredi kooperatifi, postane, 6 derslikli okul ve öğretmen lojmanı mevcuttur. Öğrenci azlığından kapalı olan okulda 1. ve 2. kademe öğrencileri Akşehir’e taşınmaktadır.Köyün şu anki muhtarı İrfan Çilek’tir

ESENCE
Esence Köyü, Eskişehir’in Alpu ilçesi’ne bağlı olup, 1900’lü yılların başlarında Kırım’ın Akmescit ve Bahçesaray şehirlerinden gelenlerle, önce Kırım’dan Dobruca’ya oradan da Anadolu’ya göç eden Kırım Tatarları tarafından kurulmuştur. Köyün ilk kurucuları Benli Seyit Baydar, Abdülkayim Yeşilada, Safter Akay (İmrak), Hüseyin, Abkelâm ve Fahrettin isimli Kırım Tatarlarıdır.

Esence köyü, Alpu’ya 18 km. mesafededir. Köy, konum itibarıyla bölgede Kırım Tatarlarınca kurulan diğer köylerin ortasında yer alır. Çevredeki Uyuzhamam ve Yayıklı köyleri hariç, bütün diğer komşu köyleri Kırım Tatarlarınca kurulmuştur. Köy, kuzeyinde Eskişehir-Ankara demiryolu ve Yeşildon köyü, kuzey doğusunda Çardakbaşı köyü, güneyinde Uyuzhamam köyü, güney batısında Işıkören (Arapkuyusu) köyü, güney batısında Yayıklı köyü, doğusunda Güroluk (Kızılsuvat) ve Uzunburun ile batısında Akçatepe (Rıfkiye) köyü ile komşudur.

Esence’nin kuruluş yeri devlet tarafından belirlenmiştir. Kırım’dan göç ederek gelip bu köyü kuranlar, ilk olarak taban araziye yerleşmişlerdir. Ancak ilk kuruluş yerinin su baskınına maruz kalmasıyla, daha yukarıdaki yamaç arazi yerleşim yeri olarak seçilmiştir. Köy Osmanlı Sultanı II. Mahmut’un vakıflar arazisi üzerine iskân edilmiştir. İlk adı Yellice olan köyün adı 1960 yılında “Esence” olarak değiştirildiyse de aradan 35 yıl geçmesine rağmen halen “Esence”den çok “Yellice” olarak bilinmektedir. Esence köyü halen 56 hanede 231 kadar nüfusa sahiptir.

Köy okulunun ilk öğretmeni “Bahaattin Hoca” isminde birisidir. 70 yıl önce 20 civarında talebesi olan köy okulunda 1995’de 8 talebe ile eğitime devam edilirken, civardaki pek çok köyde olduğu gibi, bu köy okulu da bugün-yarın kapanmayı bekliyor. Köyden çeşitli meslek gruplarına mensup (mühendis, öğretmen, subay gibi) üniversite mezunu bir kaç kişi çıkmıştır.

Köy camii 1953’de yeniden inşa edilmiştir. Köye 1971 yılında elektrik bağlanmış, su ise 1978-1979’da evlere dağıtılmıştır.

Köylünün genel ekonomik seviyesi orta olup, başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Köy merası yaklaşık 9.000 dekardır. Tarım modern alet ve makinalar kullanılarak yapılmaktadır. Esence’de tarımda gübre kullanımı 1960’lı yıllarda başlamıştır. Sulanan alanlarda arpa-buğdaydan başka pancar da yetiştirilmektedir. Esence köyünde tarım yapılan araziler bulundukları mevkilere göre Alpuçayırı-Karaçayır, Bozançayırı, Akbayır mevkii, Darören, Bostan yeri gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır. Köyde hayvancılık 20 büyükbaş, 1.000 de küçükbaş hayvan ile giderek azalan bir sayıyla yapılmaktadır.

Esence’de Kırım Tatar kültürüne ait devam ettirilen başlıca özellik yemeklerdir. Köyde çibörek, qalaqay, köbete ve tavaloqum gibi Kırım Tatar yemek kültürünün başlıcaları sayılan hamur aşları hâlâ yapılmakta ve afiyetle yenmektedir. Köyde ekmek, içi sıvalı yuvarlak ya da köşeli fırınlarda pişirilerek hazırlanmakla beraber, Alpu’dan şehir ekmeği de getirtilmektedir. Eskiden tandırda pişirilen “çöyün ötmegi” artık pişirilmemektedir.

www.ismailgaspirali.org

Esence Köyü, Eskişehir’in Alpu ilçesi’ne bağlı olup, 1900’lü yılların başlarında Kırım’ın Akmescit ve Bahçesaray şehirlerinden gelenlerle, önce Kırım’dan Dobruca’ya oradan da Anadolu’ya göç eden Kırım Tatarları tarafından kurulmuştur. Köyün ilk kurucuları Benli Seyit Baydar, Abdülkayim Yeşilada, Safter Akay (İmrak), Hüseyin, Abkelâm ve Fahrettin isimli Kırım Tatarlarıdır.

Esence köyü, Alpu’ya 18 km. mesafededir. Köy, konum itibarıyla bölgede Kırım Tatarlarınca kurulan diğer köylerin ortasında yer alır. Çevredeki Uyuzhamam ve Yayıklı köyleri hariç, bütün diğer komşu köyleri Kırım Tatarlarınca kurulmuştur. Köy, kuzeyinde Eskişehir-Ankara demiryolu ve Yeşildon köyü, kuzey doğusunda Çardakbaşı köyü, güneyinde Uyuzhamam köyü, güney batısında Işıkören (Arapkuyusu) köyü, güney batısında Yayıklı köyü, doğusunda Güroluk (Kızılsuvat) ve Uzunburun ile batısında Akçatepe (Rıfkiye) köyü ile komşudur.

Esence’nin kuruluş yeri devlet tarafından belirlenmiştir. Kırım’dan göç ederek gelip bu köyü kuranlar, ilk olarak taban araziye yerleşmişlerdir. Ancak ilk kuruluş yerinin su baskınına maruz kalmasıyla, daha yukarıdaki yamaç arazi yerleşim yeri olarak seçilmiştir. Köy Osmanlı Sultanı II. Mahmut’un vakıflar arazisi üzerine iskân edilmiştir. İlk adı Yellice olan köyün adı 1960 yılında “Esence” olarak değiştirildiyse de aradan 35 yıl geçmesine rağmen halen “Esence”den çok “Yellice” olarak bilinmektedir. Esence köyü halen 56 hanede 231 kadar nüfusa sahiptir.

Köy okulunun ilk öğretmeni “Bahaattin Hoca” isminde birisidir. 70 yıl önce 20 civarında talebesi olan köy okulunda 1995’de 8 talebe ile eğitime devam edilirken, civardaki pek çok köyde olduğu gibi, bu köy okulu da bugün-yarın kapanmayı bekliyor. Köyden çeşitli meslek gruplarına mensup (mühendis, öğretmen, subay gibi) üniversite mezunu bir kaç kişi çıkmıştır.

Köy camii 1953’de yeniden inşa edilmiştir. Köye 1971 yılında elektrik bağlanmış, su ise 1978-1979’da evlere dağıtılmıştır.

Köylünün genel ekonomik seviyesi orta olup, başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Köy merası yaklaşık 9.000 dekardır. Tarım modern alet ve makinalar kullanılarak yapılmaktadır. Esence’de tarımda gübre kullanımı 1960’lı yıllarda başlamıştır. Sulanan alanlarda arpa-buğdaydan başka pancar da yetiştirilmektedir. Esence köyünde tarım yapılan araziler bulundukları mevkilere göre Alpuçayırı-Karaçayır, Bozançayırı, Akbayır mevkii, Darören, Bostan yeri gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır. Köyde hayvancılık 20 büyükbaş, 1.000 de küçükbaş hayvan ile giderek azalan bir sayıyla yapılmaktadır.

Esence’de Kırım Tatar kültürüne ait devam ettirilen başlıca özellik yemeklerdir. Köyde çibörek, qalaqay, köbete ve tavaloqum gibi Kırım Tatar yemek kültürünün başlıcaları sayılan hamur aşları hâlâ yapılmakta ve afiyetle yenmektedir. Köyde ekmek, içi sıvalı yuvarlak ya da köşeli fırınlarda pişirilerek hazırlanmakla beraber, Alpu’dan şehir ekmeği de getirtilmektedir. Eskiden tandırda pişirilen “çöyün ötmegi” artık pişirilmemektedir.

Kültürel dokunun zamanla erozyona uğradığı Esence’de eskiden yapılan toylar, toylardaki Kırım Tatar güreşleri, at yarışları ve kızlarla erkeklerin bir araya gelerek karşılıklı söyleştikleri çınlaşmalar birer birer tarih olmuştur. Güreşlerde Çardakbaşı’ndan Makascı Müsret, Arapkuyusu’ndan Kapar Pehlivan, Niyazi Pehlivan, Kireç’den Fehmi Pehlivan ve Mâmure’den Koca Refik Pehlivan’ın sadece adları kalmıştır. Toyların başlıca eğlencesi sayılan at yarışlarında Musa Aqay ile Necmettin Demirverdi’nin qoşu ozğan atları da yok artık. Çınlaşmalarda Vahide Abay ile Nasibullah Aqay’ı hatırlayan da pek kalmamış gibi. Nasibullah Aqay’ın,


“Tavga bardım tartamay soqur tanam,
“Borçqa qız bolsa al’ dedi anam!”

çınına Vahide Abay’ın,


“Mal degende bar edi, soqur tanañ,
Borçqa qız bolmaz, boq yegen anañ!..”

şeklinde verdiği cevabını şimdilerde o köyün qartlarından sayılan 76 yaşındaki Ahmet Ekdi unutmamış. Büyük bir ihtimalle ondan sonra unutulacak. ERTUĞRUL KARAŞ

FAHRİYE

Fahriye köyü, Eskişehir’in Mahmudiye ilçesine bağlı olup; Eskişehir-Ankara 45. kilometresindeki Hamidiye kavşağı yakınında ve anayolun 5 km kuzeyinde yer almaktadır. Köyün yakın komşuları da yine Kırım Tatarlarınca bölgede kurulmuş olan köylerdir. Fahriye köyü kuzeyinde Işıkören (Arapkuyusu), güneyinde Hamidiye, batısında Lütfiye (Akyurt), doğusunda Şerefiye, kuzeydoğusunda Topkaya köyleri ile komşudur.

Köyün kuruluş tarihi ile ilgili kesin olmamakla birlikte Türk kurtuluş savaşı sırasında Yunan ordusunca yakılıp yıkılması göz önüne alınırsa bu tarihten çok önceleri, 1800’li yılların sonlarında veya 1900’lü yılların başlarında kurulduğu tahmin ediliyor.

Köyü ilk kuranların Kırım’ın Canköy kasabasından geldikleri söyleniyor. Köyün ilk kurucularının Hacı Gani’nin babaları ve bunların kardeşleri olduğu söyleniyor. Kurucular güneydeki bir başka Kırım Tatar köyü olan Hamidiye’de yaşamışlar, bir yandan da köylerini inşa etmişler. Köy nüfusu en yoğun olduğu dönemde 40 hanede 200-250 kişiye kadar çıkmış, şimdi 22 hanede 80-100 kişi var.

Köydeki ilk öğretmenin Hacı Hatip isminde bu köyde biri olmuş. Köyde Hamidiye köy enstitüsü mezunu Kazım Uçkaç isminde bu köyden bir eğitmen varmış. Köy okulu 1940’lı yılların başlarında üç yıllık bir okul iken 20-25 civarında da bir öğrencisi varmış.

GEBZEGEBZE
TOYLARIMIZ Anlatan : İsmail YILMAZ (1940-Gebze) Bizler 1935 yılında Türkiye ve Romanya arasında imzalanan mübadele anlaşmasıyla Ak Topraklar olarak adlandırdığımız Türkiye’ye Romanya’nın Gelincik, Perveli, Tatlıcak, Bülbül, Karamurat vb. köylerinden Nazım adlı vapur vasıtasıyla deniz yolu ile gelerek Tuzla’da misafir edilip bilahare Gebze’ye yerleştirilen bir grup Kırım Tatarıyız. Yerleştiğimiz mahalleye o zamanın Gebze Kaymakamı olan Osman YILMAZ bey’in adı verilmiş olup eski Gebzeliler arasında yaygın olarak Tatar Mahallesi olarak bilinir. Üç cadde boyunca beş sıra evden oluşan mahallemiz dikdörtgen şeklindeki arsaları (20X35m) muntazam caddeleri ve ara sokakları ile Gebze’nin en muntazam yerleşim yeri haline gelmiştir (Bkz.Tarihçedeki Yerleşim). O zamanlar halkımız çiftçilik ve arabacılık ile uğraşırdı. 1960 yılından sonra sanayinin bu bölgede yoğunluk kazanması ile Gebze’ye olan göç durdurulamaz hale gelmiştir. Buna rağmen halkımız örf ve adetlerini devam ettirmek, geleneklerini sürdürmek, gelecek nesillere örnek olabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya çalışmaktadır. Kış mevsiminin sona ermesi ile baharın müjdecisi Hıdırellez ile başlayan etkinlikler yaz boyu devam eder. Hıdırellez (6 Mayıs) akşamdan başlar ateşler yakılır gençler üzerinden atlar, eğlenirler.Kartanaylar, anaylar ertesi gün için maykalakay ve çeşitli hamur işleri yapar, yumurtalar renkli haşlanır, herkes bir şeyler hazırlar. Kartı caşı Hıdırellez yapılacak yere gruplar halinde giderek bir piknik havası içinde yer, içer eğlenir. Bu arada birbirlerinde gönlü olan caşlar bu fırsatı değerlendirerek birbirlerine açılırlar. Anlaşan gençler daha sonra bu durumu anne-babalarına anlatıp evlilik yoluna girerler. Bu arada cavşılar (arabulucular) bu hayırlı işi çabuklaştırırlar. Ortam sağlandığında bu hayırlı iş için kız evine gidilirolay bir iki defada kesinleşir. Belirlenen tarihte erkeğin anne-baba ve yakınları ile kız tarafına bohça götürülür. Daha sonra kız tarafı iadeyi ziyaret yapar bu gidiş gelişlerde nişan tarihi belirlenir. Nişan merasimi kızlı erkekli kulanır ve milli oyunlar oynanır. Aynı günün akşamı kız evinde cıyın (toplantı) tertiplenir. Oyun havalarının çalıp oynandığı evde gündüzden kaş-göz anlaşan gençler o gece birbirlerini sevdiklerini ya da sevmediklerini belli edecek şekilde şınlarlar (Bkz. Kültürümüz-Şınlar) geç saatlere kadar devam eden bu eğlencede gençlerde sevinende olur üzülende. Son zamanda Gebze’deki en meşhur şıncılar (kedaylar) rahmetli Rafet Yılmaz ve Börü Osman’dı. Toy zamanına 5-10 gün kala gelin olacak kızın akranlarının evlerinde sırayla cıyın tertiplenirdi. BU cıyınlarda erkekler kızların toplandığı evin camına gelir kızlarga şınlar, kızlarda pencereden bu şınlara karşılık verirdi. Bu cıyınlar toyga şek başka başka evlerde yapılırdı. Toylarımız ise bir başka güzel olurdu. Eş dost ve akrabalar bu günlerde yardım için ellerinden geleni yaparlar, bu unutulmaz günü bir başka güzelleştirirlerdi. Günler öncesinden haber salınıp uzaktan davet edilen misafirler dost ve akrabalarının evlerinde kalırdı. Perşembe günü toy başlardı. Bahçeni köşesinde yakılan ateşe oşaklar (sacayaklar) salınır üzerine kazanlar oturtulur aşçı anayman yardımcıları nezaretinde çorba, et yemeği, bokta (pilav) vb. yapılırdı. Toylarımızın simgesi Nazım Akayın davul zurna ekibi İstanbul Şehremini’den getirtilerek 3 gün 3 gece toy üyü şenlendirilirdi. Nazım akay gelen misafirleri şakırtuv avasıman (hoş geldin müziği) bahçe kapısında karşılar ve bahşişlerini alırdı. Bahçeye kurulan masa ve ikramlardan damadın sağ kolu sadıç sorumluydu. Yemek içmek isteyen sadıçı yakalardı. Toy devam ettikçe davul zurnaman Akay Avası gibi millî oyunlarımız oynanır, kuşak küreşleri yasanır kazanan kureşçige koç hediye edilirdi. Bele sarılan kuşaktan (Belbev) tutularak kureşilirdi. Gebze’nin en ünlü küreşçisi Bortemir Akay’dı. Adetlerimiz arasında kiyev traşıda (damat traşı) önemlidir. Akşam belirlenen bir evde damadın arkadaşları toplanır. Kız üyünde kesilmiş bir koraz allanıp pullanıp süslenir ağzınada bir sigara iliştirilir traş yapılacak eve yollanır. Damat arkadaşlarının arasında bir sandalyeye oturtulur berber tam traşa başlayacakken izleyenlerden biri benden u kadar para traş dursun diye seslenir o an berber durur. Bir başkası benden bu kadar traş başlasın der ve berber işine devam eder. Böylece damadın traşı saatler sürer ve toplanan para berbere verilir. Bu arada tellenen horoz misafirler arasında gezdirilerek bahşiş toplanır. Toyun son günü gelin almak için konvoy halinde yola çıkılır. Kız evine varıldığında kız evi tarafından ağırlanır. Bizlerde her gelinin bir çeyiz sandığı vardır. Gelinin arkadaşı sandık üzerine oturur ve bahşiş almadan kalkmaz. Gelin ailesinden helallil istedikten sonra damatla beraber evden çıkar. Bu arada üstlerine bir kaba doldurulmuş kuruyemiş ve bozuk paralar uğur getirsin diye gelin ve damadın başlarından serpilir. Ballar bunları kapışmak için sabırsızlıkla beklerler. Gelin alındıktan sonra konvoy büyük bir coşkuyla kız evinden hareket eder. Bu arada oyunlar oynanır davullar bir başka çalar. Damat evine az bir mesafe kala caşlar arabanın önünü keser adet üzere sadıçtan arabanın önüne masa kurulmasını ve yitecek getirmesini isterler sadıçta bunu yerine getirir. Davul zurna eşliğinde arabanın önünde oyunlar oynanır. Caşlar sadıçtan istekte bulunur istek yerine geldiğinde masa 4-5 metre ileri alınır ve konvoy biraz hareket eder. Caşların başı toylarımızın olmazsa olmazı TOKUZ ister. Tokuz dokuz parçadan oluşmuş (çorap, mendil, havlu vs.) ve bir yaygı üzerine iliştirilmiştir. Bunu boynuna asar ve oyunlar oynar sadıçtan konvoyun ilerlemesi için bahşiş istenir. Yapılan pazarlıklar sonunda akşamdan tellenen horoz ve alınan bahşişle konvoyun önü açılır. Damat ve gelin eve ulaştığında başlarından yine kuruyemiş ve para serpilir. Bu arada davul zurna sürekli çalar. Artık gelin gelmiş ve düğün sona ermiştir. Misafirler yavaş yavaş dönmeye başlarlar. Damat ve arkadaşları birlikte yatsı namazına giderler. Namaz dönüşü kız tarafı damat ve arkadaşlarına verilmek üzere tepsiyle baklava hazırlamıştır. Damat eve arkadaşları tarafından tekme tokat itilir ve caşlar baklava tepsisiyle kaytar. Böylece toy piter.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar