0 Comments

EDIGE BATIR

Bir zamanda Kaya Bey adında bir kişi varmış.
Beyin de bir dostu varmış. Bey bir gün ava gider.
Bir tavşan avlar getirir evine. Karışma: “Al şu tav-
şanı, kızart, yemek yap. Benim bir işim var, bir yere
kadar gitmem lazım. Döndükten sonra, yeriz”, der.
Adam evden çıkar gider.
Kadın tavşanı güzelce kızartır, başka türlü ye-
mekler de yapar. Tavşanı kızarttıktan sonra, bir
kaba kor- kapağını kapar, bir kenara yerleştirir.
O arada Kaya Beyin evine bir dede gelir, selam
verir ve:
-Kaya Bey evde mi? diye sorar
Kadın:
-Evde değil. Siz kimsiniz? der.
Dede:
-Bir yolcuyum, çok acıktım. Bir parçacık ekmek
isteyecektim, der.
Kadın:
-Kaya Bey yoksa, evi var ya. Buyur dede sof-
raya, der.
Dede elini yüzünü yıkar, sofraya oturur. Kar-
nmı iyice doyurur. Sonra kalkar: “Elinize sağlık,
sofranız daima bol olsun!” der, dua eder, çıkar
gider yoluna. Kadın kendi kendine: “Kaya Beye
bugün başka bir yemek yedireyim”, diye düşünür,
kemikleri kabın içine doldurur ve bir kenara kor.
Derken, Kaya Bey eve döner, karısına:
-Yemek hazır mı? Çok acıktım. Koy şu sofrayi
yiyelim, der.
Karısı:
-Biraz önce bir dede geldi, seni sordu. Yok evde
dedim. Yolcu imiş karnı da çok açmış. Kızartılmış
tavşanı ona yedirdim, der.
Kaya Bey:
-Hiçbir parçacık tavşan eti mi de kalmadı? Tav-
şan eti yemeğe bugün çok iştahım vardı, der. Sonra,
getir şu kabı, belki kalmıştır der. Kadın kabı getirir.
Bir de ne görsünler? Kızartılmış tavşan eti olduğu
gibi duruyor. Hiç yenmemiş.
Kaya Bey:
-Hangi tarafa gitti bu ihtiyar? diye sorar.
Karısı:
-Ne bileyim? Çıktı tokattan, te, şu yana gitti,
diye, yolu gösterir.
Kaya Bey dedenin gittiği yola düşer. Gider
gider, dedenin sırtından yetişir:
-Dede, dur!.. Sana bir yalvarışım var. Bana bir
dua oku, der.
Dede:
-Oğlum, evinde yemek yedim, yemekten sonra,
dua da okudum. Sofranız daima bol olsun- hiçbir
zaman yoksulluk görmeyin, diye okudum, der.
Kaya Bey:
-Bizim hiç çocuğumuz olmuyor. Ne olur, bize
yardım et bir de çocuğumuz olsun, der.
Dede:
-Olur, der. Heybesinden bir elme çıkarır Kaya
Beye uzatır: “Bunu ikiye böl, yarısını sen, yarısını
da katunun yesin”, der.
Dede yoluna gider. Kaya Bey evine döner. De-
denin dediği gibi yapar. Elmayı bıçakla ortasından
ikiye böler, yarısını kendisi yer, yarısını da karısı?
Günler geçer, aylar geçer. Kadını gebedir. Do-
ğuracağı gün yaklaşır.
Avcı olduğu için, Kaya Bey her gün ava gi-
dermiş. Toktamış Han’ın topraklarında ve or-
manlarında avlanırmış.
Toktamış Han’ın bekçilerinden biri ile dost-
laşır. Bekçi, günlerden bir gün, Kaya Bey’e bir şahin
yumurtası verir. Yumurtadan bir şahin yavrusu
çıkar. Yavru büyür, şahin olur. Kaya bey bu şahinle
ava gider.
Avda bir gün Toktamış Han’la karşılaşır. Han,
KayaBeye:
-Sen ne arıyorsun benim topraklarımda? diye
sorar.
KayaBey:
-Ne ariyayım? İşte av avlıyorum. Böyle ge-
çiniyorum, der.
Toktamış Han askerlerine:
-Tutun şunu? Çıkarın gözlerini mille! der.
Askerleri tutarlar Kaya Beyi, çıkarırlar göz-
lerini mille.
Kaya Bey döner evine iki gözsüz. Kadını ko-
casını böyle görünce- ne yapacağını bilemez öf-
kesinden. “Dünyaya bir oğlan getirmek üzereyim,
bu kör baba oğlunu bile göremiyecek artık. Bu kör
adamla ben artık nasıl hayat geçiririm?” diye dü-
şünür. Kocasına: “Artık ben sana yokum, sen de
bana yoksun” der, evden çıkar gider.
Gider gider, sazlı bir göl kenarına varır. Ağrısı
orada tutar. Çocuğu orada doğurur. Sonra ka-
natlanır, cin ülkesine uçar gider. Çünkü bu kadın
bir cin padişasının kızı imiş.
Peri kızı uçar gider, çocuk sazlık içinde yapa
yalnız kalır. İşte, tam o zaman göl kenarından,
araba ile, bir dede ile bir nine geçerler. Yeni doğan
çocuğun sesini, ağlayışını, duyarlar. Arabadan iner-
ler, sesin geldiği tarafa giderler. Bir de ne görsünler.
Top gibi bir erkek çocuk. Sazlar arasında yatıyor.
Bunu gören nine: “İşte bize bir ediğe”, diye sevinir.
Böylece çocuğun ismi Ediğe kalır. Çocuğu evlerine
götürürler, büyütürler.
Günler geçer, aylar geçer, seneler geçer, çocuk
büyür, okula gitmeye başlar. Okuldan dönünce, ar-
kadaşları ile her gün aşık oyunu oynar. Oyunu her
zaman Ediğe kazanır. Arkadaşları öfkelenirler, ev-
lerine ağlayarak dönerler. Çocuklardan birinin an-
nesi oğluna: “Bizim aşıklarımızı alacağına daha iyi
git Toktamış Han’dan babanın öcünü al”, demesini
öğretir.
Ertesi gün çocuklar yine aşık oynarlar. Ediğe
yine kazanır. O zaman çocuk: “Sen bizim aşık-
larımızı alacaana daha iyi git Toktamış Han’dan ba-
banın öcünü al”, deyiverir.
Ediğe bu sözleri duyar duymaz cebindeki
bütün aşıkları çıkarır atar ve evlerine} koşar. An-
nesine: “Bana kavurma yap”, der. Annesi kavurma
yapar. Nine, kazanı sacayaktan indireyim, derken,
Ediğe annesinin ellerini kızgın kazan üstüne basar.
Annesi:
-Ah evladım, ellerim yanıyor, çek ellerini, der.
Ediğe:
-Senin ellerin yanıyorsa benim kalbim yanıyor.
Bana izin vereceksin. Ben Toktamış Han’dan ba-
bamın öcünü almak istiyorum, der.
Nine ve dede izin verirler. Ediğe torbasına yi-
yecek içeceklerini doldurur, kılıcını kuşanır- yayını
alır, biner atına çıkar yola.
Evden ayrılırken, üvey anne ve babasına bir
mendil uzatır: “Bu mendilde üç damla kan gö-
rüldüğü halde bilin ki ben olmuşumdur. O zaman
beni hiç beklemeyin, hiç bir yerde aramayın”, der.
Ediğe gider gider, gider, aylarca gider, Tok-
tamış Han’ın sarayına varır. Hanın odasına girer,
selam verir.
Han:
-Aleyküm selam. Ne işle gezersin şoram? der.
Ediğe:
-Han hazretlerine ırgat olmak için geldim, der.
Toktamış Han:
-Ne iş yapabilirsin? İnekleri güdebilir misin? –
diye sorar.
Ediğe:
-Han hazretlerine ırgat olmak için geldim, der.
Toktamış Han:
-Ne iş yapabilirsin? İnekleri güdebilir misin? –
diye sorar.
Ediğe:
– Hayır. Gütmem. Babam inek gütme inekler
seni boynuzlar demişti. Ondan gütmem, der.
Toktamış Han:
-Öyle ise, hergeleleri gündersin, der.
Ediğe razı olur. “Ama” der, “her saba odana
girmek, selam vermek ve bir ballı boza içmek şartı
ile”, der. Toktamış Han buna da razı olur? Öyle
yapar. Ama, bu genç odaya girdiği her defa Tok-
tamış’m oturduğu minder üstünden istemeden otu-
rak yeri havaya fırlarmış. Her defa öyle olurmuş.
Toktamış’ın kadınları kendisine söylerler böyle
yaptığını. Toktamış Han inanmaz. Üstelik de çok
darılır. Kendisi gibi kos koca hanın bir ırgat girdiği
zaman minder üstünden sıçrayabileceğinin imkan
dışı olduğunu söyler.
Toktamış Han’ın iki hatunu aralarında bir plan
kurarlar. Ertesi sabah han kahvesini ve cigarasını
içmek için, mindere oturduğu zaman, du-
yurmadan, şalvarını mindere dikerler.
Ediğe odaya girer. O an Han’ın oturak yeri
minderden fırlar. Ama, bu defa şalvara dikili olan
minder de fırlar. Toktamış Han artık gerçeği an-
lamış olur.
Şimdi ne yapsın? Ülkesinde ne kadar yırcı
varsa bunların hepsini toplar. Ne yazık ki bu yır-
cıların hiçbiri Han hazretlerinin niçin böyle yap-
tığının sebebini anlayamaz. Aralarından biri:
Arnın argı canında Kıyvat (Hiva)
değen yerlerde Sıpra cırav bir kart
bar Bilse bilse o bilir, der.
Ural dağının ötesinde
Hiva denilen yerde
Sofra yırcısı bir ihtiyar vardır
Bilse o bilir.
Toktamış Han oraya bir adam gönderir. Elçisi
Hiva’ya altı günde varır. Yırcı ile görüşür. Yırcı:
“Artık çok ihtiyarladım. Yürüyemiyorum. Gidecek
halim yok. Ama Han’ın güzel hatırı için yola çı-
kıyorum”, der, yola çıkarlar.
Yürüye yürüye, altı gün içinde Toktamış
Han’ın sarayına gelirler. Han yırcıyı çok güzel kar-
şılar. İhtiyara ballı boza süzerler.
Bal büyrekke tuşken son,
Büyrek barday şişken son,
Bal böbreklere indikten son
Böbrek iyice şiştikten son
İhtiyar yırcı iyice minder üstüne yerleşir.
Odaya, aralarında Ediğe de olmak üzere birkaç
genç getirirler. Bunları sıra ile oturturlar. İhtiyar
yırcı hepsini gözleri ile şöyle bir süzdükten sonra:
Üçyüz doksan yaşadım
Tüb azuvım boşadı
Menim aytkanım halk tutmaz
Halk tutsa da Han tutmaz, der
Üçyüz doksan yaşadım
Dip dişim boşadı
Benim söylediğimi halk yapmaz
Halk yapsa da Han yapmaz
Bu sözleri dinleyen Toktamış Han: “Ayt cı-
ravım ayt, tutarman! (Söyle yırcım söyle, yaparım),
der. Yırcı:
Argiul man bergi ul
Ortadaki şo şuvıl
Şaşli acige uşaydı.
Bir karasan şo şuvıl
Kaya Biy’e uşaydı.
Tez şaresin körmesen,
Tez amal’in körmesen,
Curtunfiı coyar şo şuvıl, der.
Öteki oğlan beriki oğlan
Ortadaki şu oğlan
Saçlı hacıya benziyor.
Bir bakarsan bu oğlan
Kaya Bey ‘e benziyor.
Acilen çeresini görmezsen
Acilen sürgüne göndermezsen
Aileni yok eder bu oğlan.
Daha sonra şöyle devam eder:
Cavırni casık körine
Cayın tartar şo şuvıl
Közı kısık körme
Şabagan bolır şo şuvıl
Mannayışıgık körine
Batır bolır şo şuvıl
Mannayı şıgık körine
Batır bolır şo şuvıl
Avışı cayık körine
Merdane bolır şo şuvıl.
Tez şaresm körmesen
Tez amal’ın körmesen
Curtunnı coyar şo şuvıl, der.
Bu oğlanın sırtı geniş
İyi yay çeker bu oğlan
Gözleri kısık bu oğlanın
İyi binicidir bu oğlan
Alnı çıkık bu oğlanın
Çok cesurdur bu oğlan
Avucu yayık bu oğlanın
Merdanedir bu oğlan
Tezel çaresini bulmazsan
T ezel sürgüne göndermezsen
Yurdunu (ailesini) yıkar (yok eder bu oğlan)
Bu arada yan beylerden biri: “Ediğe, burnundan
kan geliyor”, der. Ondan Ediğe tehlikeyi sezer. Bur-
nunu mendili ile tutar dışarı çıkar. Atının üstüne
atlar, kaçar ve Toktamış Han’ın elinden kurtulur.
Gider gider, çok gider, uzaklara ulaşır.
Toktamış Han Edige’yi tutmak için yan bey-
lerden birin gönderir. Yan bey Edige’yi bulur ve:
Kaytsana Ediğe kaytsana
Kaytıp kelip Kan üyifie
Kana sözin aytsana, der
Dön Ediğe, geri dön
Hanın evine dön
Söyleyeceklerini doya doya söylesene
-Ediğe:
Kaytmam, Canbiy kaytmam
Kaytıp kelip Kan üyine
Mana sözım aytmam.
Erliğin men kelgesifi
Erliğin men kayt. Başka türlü:
Tartıp ogım atarman
Tannayma kadarman
Kaşkaşan da Toktamış’nı
1
Müsakkar etermen
Şak Temir’ ge cetermen
Şak Temır mağa kol berse
Mevlayim mağa col berse
Kaş kasanda Toktamış’nı
Müsakkar etermen, der.
Dönmem, Yan bey dönmem
Han evine dönüp
Anlam dolu sözlerimi söylemem
Er adam gibi gelmişsin
Er adam gibi de geri dön. Başka türlü:•
Çekerim yayı
Damağından vururum
Toktamış ‘ı ne zaman kolursa
Ele geçiririm.
Şah Demire varırım
Eğer Şah Demir bana yardım verse
Mevlam bana yol verse
Günlerden bir gün
Toktamış ‘ı ele geçiririm.
Bu sözleri söyledikten sonra, Ediğe yoluna
gider. Yanbey ise, geri döner.
Ediğe gider, çok gider. Haftalarca, gece gün-
düz gider. En sonunda Şah Demir’in sarayını bulur.
Ama, Şah Demir’i de üzgün bulur. Çünkü biricik kı-
zını Mutalıp adlı çok fena bir padişah kaçırmıştır.
Ediğe ile Şah Demir aralarında dertleşir ve sır-
daşırlar. Sonunda anlaşırlar.
Anlaşmalarına göre Ediğe Şah Demir’in kızını
Mutalıp’ın elinden kurtaracak. Şah Demir ise
Edige’ye Toktamış Hanı ele geçirmek üzere yardım
edecek, asker ve cephane verecek.
Şah Demir, Edigey’e kırk asker verir, tor-
balarına yiyecek ve içeceklerini doldurur, yola çı-
karlar. Giderler giderler, önlerine bir yılan çıkar.
Yılan altı başlı ve tek kuyrukludur. Ediğe ve as-
kerleri yılana saldırırlar. Yılanın altı başı altı tarafa
çeker. Bu yüzden kendini düşmanlardan ko-
ruyamaz. Askerler yılanın altı başını da keserler, yı-
lanı öldürürler.
Ediğe ile askerleri daha da giderler. Birkaç gün
daha giderler. Önlerine bir ejderha daha çıkar. Bu
defaki yılanın tek başı ve altı kuyruğu vardır. Tek
baş altı kuyruğu peşinden çeker, hemencecik bir
delik bulur, deliğe girer, düşmanlarından kurtulur.
Ediğe ve arkadaşları yollarına giderler. Bir yere
vardiyan dururlar, yemek yemek ve biraz din-
lenmek için atlarından inerler, torbalarını açarlar.
Ediğe askerlerine:
-Arkadaşlar, gördüğünüz yılanlardan ne ibret
aldınız? der.
Askerler:
-Biz hiçbir ibret çıkaramadık, siz söyler mi-
siniz? derler.
Ediğe:
-İlk gördüğünüz yılan altı başlı idi. Üzerine kı-
lıçlarla atıldığımız zaman, altı baş altı tarafa çekti.
Yılan deliği bulamadı. Biz altı baş arasında an-
laşmazlıktan yararlandık altısını da kestik, yılanı öl-
dürdük. İkinci yılanan tek başı altı kuyruğu vardı.
Bu yılan kurtuluş deliğini hemen buldu, deliğe kay-
boldu. Tek baş altı kuyruğu ölümden kurtardı. Gör-
düklerimizden insanlar için de çok faydalı bir ders
çıkarılabilir. İnsanların her zaman aralarından bi-
rini baş ayırmaları, ayırdıkları kişiyi dinlemeleri,
onun dediklerine uymaları, ona hürmet etmeleri
lazım. Böyle yaptıkları halde, düşmanlarını ye-
nerler veya düşmanlarından kendilerini kurtarırlar.
Başka türlü yaptıkları zaman, tıpkı altı başlı yılanın
uğradığı hakibete uğrarlar, der.
Bu şekilde anlaştıktan sonra, atlarına binerler
yola çıkarlar. Giderler, gederler, birkaç gün sonra
Mutalıp’ın sarayına ulaşırlar.
Mutalıp denilen padişah gayet fena bir in-
sanmış. Haykırdığı zaman sesi ile insanları yere ba-
tırırmış.
Ediğe, ne yapıp yapıp, Mutalıbı kandırır, buna
aşçı girer. Yemekleri pişirir, tatlılar yapar, mutfak
işlerini görür. Pişirdiği yemeklerden Mutahp duy-
masın, diye, şuraya buraya sokuşturduğu as-
kerlerine de saklıca gönderir. Onları besler.
İşini bitirdikten sonra, Ediğe her zaman bir ke-
nara çekilir ve dinlenir. Ama, Ediğe hiçbir zaman çıp-
lak yerde oturmaz. Daima altına bir mendil veya
biraz yeşil ot veya saman kor. Birkaç zaman böyle
geçer. Günlerden bir gün, Ediğe dinlenirken, saray
pencerelerinden biri açılır, bir kadın başını çıkarır ve:
-Sen Ediğe misin? diye sorar.
Ediğe:
-Ne o ediğe? Ne ile yenir ediğe dediğin şey? der.
Kadın utanır, pencereden çekilir ve kapar. Er-
tesi gün yine öyle olur.
Üçüncü gün Ediğe yemekleri hazırladıktan
sonra, bir kenara çekilir, mendilini yere serer ve
oturur. Pencere yine açılır, kadın yine çıkar ve:
-Sen Ediğe misin? diye sorar.
Ediğe bu defa:
-Sen benim Ediğe olduğumu nereden bi-
liyorsun, kim söyledi? der.
Kadın:
-Ben Şah Demir’in kızıyım. Mutahp beni zorla
kaçırdı. Babam bana Ediğe deyen biri türemiş, Mu-
talıpm elinden seni kurtarsa, ancak o kurtarabilir.
Ediğe hiçbir zaman çıplak yere oturmaz. Altına
daima mendilini veya bir bez, hiç olmazsa, bir par-
çacık yeşil ot veya saman çeker, ondan anlarsın de-
mişti, der.
O zaman Ediğe:
-Evet, ben Edige’yim, seni kurtarmaya geldim.
Söyle, senin kocanın ne kadar gücü var? Ne-
resinden vursam, öldürebilirim onu? Seni nasıl kur-
tarabilirim? der.
Kadın:
-Benim kocama ne ok, ne de kılıç batar. Onu
kimse öldüremez. Mutalıb’m yalnız koltukları al-
tına kılıç ve ok batar. Uyurken de, tam bir hafta hiç
uyanmadan uyur. Mutaîıbı işte o zaman kılıç veya
okla koltuğundan vurarak öldürebilirsin, der.
Ediğe ile kadın anlaşırlar. Mutahp uyuduğu
zaman, Ediğe girer bunun odasına. Kadın pa-
dişahın elini kaldırır, Ediğe çeker yayını. Okla Mu-
talıb’m koltuğu altından vurur. Sonra kadın ile bir-
likte daha önce getirdiklerin atın üstüne atarlar.
Can ağrısıyla uykudan kalkan Mutahp, yapışır
atın kuyruğuna: “Ah Ediğe, ettin edeceğini bana”,
der. Çeker kuyruğundan atı ve batırır yere dizlerine
kadar. Ediğe, şaşalar, ne yapacağını bilemez.
Kadın o zaman:
-Ediğe, belindeki, annenin bok kalağı mı?” der.
Bu sözleri duyunca, Ediğe kendini toparlar, be-
lindeki kılıcı çıkarır, atın kuyruğunu kesiverir. Kuy-
ruk Mutalıbın elinde kalır. Ediğe ile Şah Demir’in
kızı kaçar kurtulurlar.
Ediğe, kızı babası Şah Demir’in evine götürür.
Padişah çok sevinir. Kızını Edige’ye vermek ister.
Ediğe:
-Hayır, ben bu kızla evlenemem, der. Çünkü
Mutalıp’la savaşacağı zaman, “Eğer bu kızı kur-
tarabilirsem, ahiret-dünya kardeşim ederdim diye
düşünmüştüm, o benim ahiret-dünya bacım oldu”,
der.
Kız gerçekten başka erkekle evlenir. Ediğe de
başka kadınla evlenir. Ahiret-dünya kardeş olurlar
Birkaç yıl sonra, Ediğe batırm bir oğlu olur.
Bunun ismini Nureddin atarlar. Nureddin büyür. O
da batır olur.
Dedesinin öcünü almak için Toktamış Han’ı
arar. Han kaçar. Nureddin batır Toktamış Hanı
arar, bulur kellesini uçurur. Dedesinin öcünü böy-
lece almış olur. Ayrıca Toktamış Han’ın hem ma-
lına-mülküne ve hem de haremine sahip olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar

YIRLAR

Cuvura cuvura SaydabayBalak bavun üzülgenAdüvlegen Üryane'nKonak ka barıp süzülgen Üryanem…