0 Comments

TUNA BOYU TATARLARINDAN*

Yazan: Ignác KúNOS Türkçeye Çeviren: Bekir ÇOBANZADE** Hazirlayan: Ayse GENÇKOL

Mütercimin notu: Asagida tercüme ettigim makalenin sahibi, Macar Bilimler Akademisi âzâsindan ve Sark Ticaret Akademisi Müdürü Dr. Ignác Kúnos cenaplaridir. Kendisi sekiz, dokuz senelik ömrünü ìstanbul’da ve Anadolu’da Türk lisanini tetkik ve tetebbu ile geçirmis ve Anadolu, ìstanbul halk edebiyatini henüz memleketimiz âlimlerine nasip olmayan mükemmel bir derecede tanimaya ve halk arasinda masallardan, sarkilardan, bilmecelerden emsali bulunmayan numûneler toplamaya muvafik olmustur. Türk-Tatar gençleri hakkinda fevkalâde nazik ve ümitli olan profesörümüz bilhassa Rusya Tatarlarinin edebî cereyanini fevkalâde begenmektedir. Tuna Tatarlari arasinda dahi uzun seyahatler yapmis ve Rus, Alman âlimlerinin sonraki tetkikâtina esas teskil etmis olan malzemeyi toplayip tasnif etmis oldugu için bu hususta yazdigi sözleri dikkatle okumaliyiz. Simdi tercüme ettigim kisim yalniz bir giristen ibaret olup, profesör asil tetkikâtini gelecek makalelerinde yazacaktir. Nasip olursa Türkoloji ile istigal etmis ve etmekte bulunan Macar alimlerinden edebî, lisanî meselelerimize dair makaleler tercüme edecegim. Bu suretle simdilik ecnebîlerin elinde bulunan Türkolojiyi asil biz Türk-Tatarlarin nasil benimsememiz lâzim geldigi hakkinda bir fikir verebilecegim ümidindeyim.

Macar arazisine yakin, Roman ve Bulgar hudutlari dahilinde Tuna’nin çevirdigi küçük bir Tatar adasi var. Bu küçücük ada, Küçük Asya’dan ve Moldova’dan geçerek bayraklarini zafer ve iftihar ile Avrupa göbeginde dalgalandiran yigit Tatarlarin devrinden kalmis bir yadigârdir.

Bu savastan*** evvelki sakin tatil senelerimi “Zemon” yakinlarinda bir vapura binip bu adaciga ve ona civar olan Tatar sehirlerine, köylerine gitmeye hasreder ve bu münasebetle hem dinlenir, hem de gayet faydali malûmat toplardim. Böyle seyyahlarin çikip gezmesi ve tetkikatta bulunabilmesi için baslica üç iskelesi var: Birincisi Bulgaristan’da tamamiyle bir Tatar sehri olan Tutrakan iskelesi, digeri ayni suretle Bulgaristan’da bulunan ve bir çok Tatar ahaliyi ihtiva eden Silistre iskelesi ve nihayet üçüncüsü Karadeniz sahilinde bulunan ve savastan evvel Romanya’nin en islek iskelesi olan Köstence Tatar sehridir.

Bu iskelelerin üçünde de kismen bu sehirlerdeki Tatarlarla görüsüp, konusmak, kismen de mezkûr sehirlerin civarinda kâin ve yalniz Tatar ahaliyle meskûn köyleri gezmek için her zaman iner ve günlerce dolasirdim.

Tutrakan

Tutrakan sehrinin hos manzarasi ve havasi da yorulmus bir seyyahi pek kolay büyülediginden her vakit ilk defa bu iskelede inerdim. Sehrimiz kör bir dag üzerinde ve eteginde bulunuyor. Fevkalâde münbit olan topraginda en mâhir ve en çaliskan çiftçiler yalniz, sözünü ettigimiz, Tuna Tatarlaridir. Civarindaki mahsûldar arazisi ile ayni sekilde ekseriyet üzere ahalisini teskil eden Tatarlara çift sürmek ve hayvan yetistirmek için mesut firsatlar için bahseden

Silistre sehri de ayni derecede ilgi çekici ve câziptir.

Köstence’ye gelince burasi Tuna Tatarlarinin en ziyade kesâfet peyda ettigi bir yer addedilebilir. Bir çok köylerin ortasinda bulunan küçük kasabalar ve bilhassa Dobruca Tatarlarinin bir ölçüde irfan merkezi olan Mecidiye kasabasi Tuna havalisinin bu kismina isabet ediyor.

Tuna Tatarlari baslica Mogol tipinin özelliklerini arz eden antropolojik alâmetleri tamamen muhafaza ettiler. Bunun sebebi, süphesiz onlarin ìslâm dinine sâdik kalarak daima yalniz kendi aralarinda evlenmeleri hadisesinde aranmalidir.

Tuna Tatarlarinin sivesi Nogay Tatarlarinin sivesidir ve en ziyade Kırım Nogaylarinin sivesine çalar. Hattâ bir çok kere tecrübe ettigime göre, Tuna Tatarlari sivelerinde, Rusya Tatarlarininkinde çoktan kaybolan eski gramer yapilarini ve kelimeleri bile muhafaza edebilmislerdir.

Tuna Tatarlarinin konustugu dil, demek ki, gerek bu arkaizmi ve gerekse diger hususiyetleri dolayisiyla dil ve etnografya bilimleri bakimindan pek ziyade tetkike sâyân bir sive teskil ediyor.

Seyahatlerim esnasinda simdiye kadar gramere ve kelime hazinesine ait bir çok malûmat toplayabildimse de, Cihan Harbi arastirmalarimi ilerletmeme, mateessüf mani oldu. Halbuki Tuna Tatarlari Türkologlarin mesgul olmasi lâzim gelen en birinci halktir.

Kazan, Kirim, Simalî Kafkasya Tatarlarinin sivelerine nöbet, nöbet Rus, Osmanli, Arap, Acem dilleri tesir icra ettikleri halde Tuna Tatarlari, bilhassa köylerde, her türlü ecnebî tesirlerden âzâde sivelerini saf bir halde yüzlerce senelerden beri koruyageldiler. Gerçekten de Tuna Tatarlarinin sivesi edebî bir lisan olamadi, fakat yeni ve millî edebiyat kurmak isteyen milletler için bilhassa böyle saf kalmis siveler fevkalâde kiymetli olup, bunlari derinden tetkik etmek pek ziyade faydalidir.

Oralarda gezdigim vakit bir çok nakislar, islemeli sallar, mendiller topladim; bunlar Osmanli Türklerinin çevrelerinden tamamiyle ayri bir surette ve pek acaip motiflerle islenmis bulunuyorlar.

Seyahatim esnasinda evlerinin dösemelerini, tavanlarinin ziynetini uzun uzadiya seyrederdim ve memnuniyetle diyebilirim ki her yerde onlari çaliskan, namuslu çiftçiler ve sehirlerde de mâhir tüccarlar olarak gördüm; velhasil yasamaga müstehak bir halk buldum.

Her yeri temiz ve muntazam bir hayatla bir birinden iyice uzak ve bahçelerle çevrilmis evlerde yasiyorlar. Her ev iki odadan ibaret: Yatak ve misafir odalari. Her odanin duvarlarini kaplayan degerli islemeler, bu evlerde temiz, güzellikten anlar, çaliskan hanimlarin bulundugunu gösteriyor. Görüstügüm Bulgar ve Rus memurlari gayet namuslu ve hiç bir sikâyete mahal birakmayan hemsehri olduklarini ikrarda yekzeban ederler. Bulgar ve Romen hükûmetleri onlara camilerine ve mekteplerine ait olan islerinde ayri ayri muhtariyet bahsederler.

Köy ve sehir halkinin kâfi miktarda mektebe mâlik olmasini, hakimiyeti altinda yasadiklari her iki hükûmet memnuniyetle temin ediyordu. Mekteplerinde ìstanbul’dan gelen Osmanli muallimler tedrisat yapmaktaydilar. Bununla birlikte, yerli ahaliden de becerikli muallimler yetismekte oldugunu görmüstüm. Mekteplerin pek çogunda tedrisat Osmanli dilinde cereyan edemiyor. Fikrimce bu ora Tatarlarinin menfaati açisindan pek uygun olmasa gerek; çünkü çocuklara daha küçük yaslarinda her husus siirleri, masallari ile pek mühim bir terbiye âleti olabilecek olan kendi ana dillerinin cahil ve köylü lisani oldugu ögretiliyor ve bu suretle onlari kendi dillerini terbiye edecek yerde ye’se düsüp taklitçi olmaga sürüklüyorlar. Sonra ikinci bir fenalik da, Tuna Tatarlari (lisanca ayni halk olduklari halde) büyük ve yüksek kültürel-edebî bir hayata baslayan Rusya Tatarlariyla hiç bir münasebette bulunmamalaridir. Halbuki bunlari arayip bulmak ve kültürel cereyanlarindan haberdar etmek Rusya’da yasayanlarin vazifesi olmak lazim gelirdi. Bu suretle Tuna Tatarlarina da kendi kendilerini egitmek ve medenîlesmek imkânini verirlerdi. Evvelâ Tatarcanin Osmanli Türkçesinin geçtigi dolambaçli yollardan geçmeyerek, tamamiyle saf ve zinde kaldigini onlara bildirerek gazete çikarmak, mektep açmak için, Mehdî bekler gibi, daima ìstanbul muharriri veyahut Osmanli muallimi beklemek lâzim gelmedigini, kendi baslarina çalismayi ögrenirlerse bütün Türklere ve Tatarlara faydali olacaklarini anlatmak icabederdi.

ìkinci olarak, bu yola düstükten sonra Tuna Tatarlarinda da bir edebî ve kültürel hayat baslar ve bu mahallî degil, her halde umumî ve millî bir sey olurdu; lisanlari esasen Rusya Tatarlarininkinin, daha saf olmak üzere, ayni bulundugundan büyük Tatar edebiyati, Çagatay devri gibi, parlak bir devre girer ve bütün Türk-Tatar âleminde bu suretle millî vicdan uyanirdi. Millî vicdani uyandirmak, böyle uzak düsen kisimlari baglamak ve terakkîye birakmamakla degil, kendi âlemlerinde egitim ve gelismelerine elden geldigi kadar yardimla mümkün olur. Aksi takdirde er ya da geç erimeye mahkûmdurlar.

Su kisa girisimden sonra gelecek makalemde Tatar edebiyatinin halk dilinin ilmî ehemmiyetinden ve Tuna Tatarlari ile Rusya Tatarlari arasinda husûle gelmesi zarurî bulunan baglardan ve bunun kurulmasi yollarindan bahsedecegim. Bilhassa bütün Tatarlarin hürriyet ve istiklâl için çarpistiklari su zamanlarda gençlerin bütün kardeslerini düsünerek ve bunlara mahsus yüksek bir hayat hazirlayarak ilerlemesi, çalismasi lâzim gelir.

Bütün Tatarlari biraraya toplayacak, bir fikre hizmet ettirecek ciddî, ruhlu bir edebiyatin husûle gelmesi bütün Türk-Tatarlarin biraraya gelmesi bakimindan da fevkalâde arzu edilecek bir seydir ve buna Osmanli Türkleri de, simdiye kadar oldugu gibi bütün kuvvetlerini hasretmelidirler. Çünkü bizim fikrimizce Türk-Tatar istikbâlinin damarlari ve eski dostumuz Gaspirali’nin her zaman ilân ettigi “dil, is birligi”nin baslangici ve temeli yalniz buradadir.

* Taninmis Macar Türkologu Ignác Kúnos’un Dobruca’daki Kirim Tatarlarinin hayatina dair kaleme aldigi bu makale Macarca aslindan Bekir Sitki Çobanzade tarafindan Osmanli Türkçesine çevrilmis ve bu sekliyle ìstanbul’da yayinlanan Kirim Mecmuasi’nin 8. sayisinda (1918) 141-143. sayfalar arasinda derc olunmustur. Burada yayinladigimiz versiyon ise Çobanzade’nin söz konusu tercümesinin Arap harflerinden Latin harflerine çevrilmesi ve dilinin de asil mânâlarina halel getirmeyecek seklinde bugünün Türkçesine yaklastirilmasiyla meydana gelmistir (Hazirlayanin notu).

** Bilâhare ünlü bir Türkoloji profesörü ve Kirim Tatarlarinin en taninmis sairlerinden biri olacak olan Bekir Sitki Çobanzade Budapeste’de tahsil görmekte oldugu yillarda Macarcadan yaptigi bu tercümede “Bekir Cavbek” mahlâsini kullanmistir (Hazirlayanin notu).

*** I. Dünya Savasi (Hazirlayanin notu).

Ignác Kúnos 1860-1945

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar

ÇINLAR

Mına selam aleyküm bızde keldik.Süymegenge sükenip selam berdik. Calangayık cer…