0 Comments

Abdurrahim TUFANTOZ*

Sünnî ya da Alevî/Bektaşî Türkleri arasında binlerce yıldır “yağ kokutma” geleneği sür-mektedir. Türkler Gök Tanrı’nın rızasını kazanmak için kandil ve arefe günleri ile cenaze sonrası pişi/lokma ve helva pişirirler. Alevî/Bektaşîlerde “kansız kurban” olarak adlandırılan bu tören makalemizin konusunu teşkil etmektedir. Daha sonra bunlar konu komşuya dağıtılır. Bu yazıda da bu geleneğin günümüze yansımaları işlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Gök Tanrı, Türkler, Bektaşî, Alevî, Cenaze, Yağ kokutmak, Pişi/ Lokma, Helva.

ABSTRACT:
The practice of “yağ kokutma” (burn oil, butter, margarine on the like) has been going on among the Turkish Sunnis and Bektashis/Alevîs for thousands year. Turks, to gain the pleasure of God (of skies) have prepared foods like pişi/lokma and helva on kandil and arefe days. Alevîs/Bektashis call this ceremony “sacrifice without blood. ” These foods are given out to the neighbours. In this article the reflections of this tradition have been examined.
Key Words: Gök Tanrı, Turks, Bektashi, Alevî, Funeral, Yağ Kokutmak, Pişi/Lokma, Helva.
* Bu yazı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi’nin düzenlediği “2. Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevîlik ve Bektaşîlik Bilgi Şöleni”nde bildiri olarak sunulmuştur.
** Yard. Doç. Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.

Gelenekler toplumu geçmişe bağlayan unsurların başında gelir; ancak modern çağ dediğimiz günümüz bunları hızla tüketmektedir. Tarihin incelenemez safha-larında yer almaya mahkûm hale gelen bu kültürel öğelerin yazıya geçirilmesi sosyal bilimlerle uğraşanların temel görevi olmalıdır. Geleneksel âdetlerin kay-bolmaya yüz tuttuğu bir çağda yaşıyoruz. Anne ve babalarımızın büyük bir hazla yerine getirdikleri gelenekler, günümüz gençliği tarafından neden yapıldığı bilinmeyen âdetler olarak nitelendirilmektedir.
Bugün için ne mânâya geldiği yavaş yavaş unutulmakta olan geleneklerimizin başında da “pişi” ve “helva” pişirme geleneği gelmektedir. İlk çağlardan beri Türk kavimlerinde bazı günlerde olmazsa olmazların başında gelen bu ritüelin (âyin) ne anlam ifade ettiğinin konuştuğumuz gençlerin birçoğu tarafından bilinmiyor olması bizi bu çalışmayı yapmaya itti.
Özel günlerde yapılan ve İslâmî kurallar çerçevesinde bulunmayan pişi ve helva yapma geleneği, Sünnî ya da Alevî/Bektaşî Türk zümrelerinde de halen uygulanmaktadır; ancak günümüzde hızla yaşanmakta olan şehirleşme bu uygulamaları yapılamaz hale getirmektedir. Belki de hayatın hay huyu içinde bu geleneklerin yapılması insanlara zor gelmeye başlanmış bulunmaktadır.
Konumuza girmeden önce geleneğin kaynağına ana hatlarıyla bakmakta fayda görüyoruz:
Eski Türklerde Gök-Tanrı dini hâkimdi. Gök-Tanrı bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olarak görünmekte ve din sisteminin merkezinde yer almış bulunmakta-dır. Hunlar, Tabgaçlar, Gök-Türkler ve Uygurlar gibi tarihi Türk topluluklarında, kurbanlar sunulan kutsal varlıkların başında ve hepsinin üstünde geliyordu (Kafesoğlu, 1980: 55). Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra Gök Tanrı inancının yerini Allah inancı aldı; fakat eski gelenekler sürüp gidiyor.
Türkler öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına (âhiret) ve ruhların ebedîliğine inanıyorlardı. Eski Türkçede (Gök-Türk, Uygur) ruh, can mânâsında “tin” kelime-si kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “nefes” demekti. Ölümü nefesin kesilmesi, ruhun bedenden çıkıp uçması şeklinde tasavvur ediyorlar, böylece bazen “öldü” yerine “uçtu” diyorlardı. Ruhları öbür dünyaya göçen ataların orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları lâzımdı (Kafesoğlu, 1980: 47–48).
Eski Türk inanç sisteminin ikinci esasını atalar kültü teşkil eder. Atalara tâ’zim, onlar için kurbanlar kesilmesi “pederşahî aile”de baba hâkimiyetinin inanç sahasındaki belirtisi sayılmaktadır. Telâkkiye göre, baba ve umumiyetle atalar, öldükten sonra dahi, ruhları vasıtasıyla, aile efradını korumaya devam ettiklerin-den, onlara karşı duyulan minnet hissi türlü şekillerde ortaya konmaktadır (Kafesoğlu, 1980: 46).
Kansız kurban demek olan “saçı”, her kavmin kendi emeğiyle kazandığı en kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden biri olur. Göçebe kavimlerde süt, kımız, yağ; çiftçi kavimlerde buğday, darı, şarap; tüccar kavimlerde para vesaire saçı olarak kullanılır. Ruhlara saçı yapma âdetinin, dinî mahiyetini kaybettikten sonra dahi birçok kavimlerde yalnız görenek olarak son zamanlara kadar devam ettiği malûmdur (Eröz, 1992: 42).
Eski Türklerde yapılmakta olan yağ kokutmak bahsini veren bu alıntılar, günü-müzdeki geleneklerin de temelini oluşturur. Biz de araştırmamız çerçevesinde pişi ve helva pişirme konusunu iki ana başlık altında incelemeye çalışacağız. Öncelikle şu ayrıntıyı ifade etmekte yarar vardır: Özellikle pişi, Anadolu’muzda ve Balkanlar’da farklı adlarla anılmaktadır. Bunlar arasında: Pişi, bişi, kabalka, lokma, mekik, lokum, pesmet (kıygaşa) isimleri görülmektedir; ancak “ne için yapıldığı” sorulduğunda amacın aynı olduğu görülmektedir. Bu başlıkların ilki;
1- Günlük Hayatta Pişi ve Helva Pişirme Geleneği
Kandil, arefe gibi kutsal kabul edilen günlerde pişi ve helva pişirme geleneğine işaret eden en önemli kaynaklarımızın başında Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi gelmektedir. Elimizde bulunan yazma Vilâyetnâme nüshasının dördüncü bahsi şöyledir:
“Ve Şeyh Lokman Perende Bektaş Hünkâr’a Hacı dediğidir ki zikr olunur:
Nakldirki bir vakt Şeyh Lokman Perende Kıble tarafına müteveccih oldu. Taki Beytullahı şerifullahı tavaf idüb andan Cebel-i Arafat’a çıkub vakfiyeye turdular. Ve Şeyh Lokman Perende yanında olan refikine didi ki bugün arefe günüdür şimdi bayram bizim ev cemaati taam bişü bişürürler didi. Lokman Perende’nin Arafat dağında adıyla didiğü Horasan’da Hazreti Hünkâr’a ma’lum olup meğerki filvaki olvaktte şeyhin evinde taam bişürürlerdi. Hemendem Hazreti Hünkâr Şeyh Lokman Perende’nin hanesine varup ehline didiki bir tabak içine bir nice taam koyup bana virin didi anlar dahi bir fağfur tabak içine bir nice taam bişü koyup Hünkâr’ın eline virdiler. Hazreti Bektaş Hünkâr dahi ol tabağı alub Cebel-i
1 Muhtemelen peksimet’ten galat olup Bulgaristan göçmenleri tarafından söylenmektedir.
Arafat’ta Şeyh Lokman Perende’ye virdi. Ve Şeyh Lokman Perende bu hali göri-cek hikmet ne itdiğini bildi ve ol taam ile iftar idüb ve ol tabakı sakladı ve Arafat’tan Mekke-i Muazzama gelüb tavaf idüb ve Safa ile Merve’yi say idüb tamam haccı erkânı yerine getirdikten sonra Hicaz’dan Medine-i Münevvere’ye gelüb Ravza-i Hazreti Resulullah aleyhi vesellemi dahi ziyaret idüb ondan sonra Horasan canibine müracaat idüb Horasan diyarına yakına gelicek Nişabur şeh-rinin halkı haccı kutlula için Lokman Perende’ye karşu çıkub istikbal itdiler fil-cümle elini öpüp mübarekban didiler ve Şeyh Lokman Perende ol şehrin âyânlarına didiki asıl hacı olan Bektaş Hünkâr’dır varın onun elini öpün ziyaret idin didi. Horasan meşayihleri sual idüb Bektaş Hünkâr kimdir? didiler Şeyh Lokman Perende Hacı Bektaş veli hazretlerini gösterüb işbu azizdir didi. Anlar nazar kılub didilerki bu hod bir tıfldırki henüz narisendedir. Ne sebeb ile hacı oldu didiklerinde Şeyh Lokman Perende dahi didiki her gâh ki Beytullah’ta namaz kılardum her dem farzı benümle bile eda idüb ve namazdan fariğ olucak yine gaib olurdu. Deyüb velayet ve kerametlerini bir bir haber virdi ve vaki olan hali iğlam idüb onlara ol tabağı gösterdi ve Horasan erenleri bu hikmeti Lokman ağzından işitdiler ve filcümle tahsin itdiler ondan sonra mübarek ismi şerifleri Hacı Bektaş Hünkâr oldu vesselam. ”(Hacı Bektaş Veli Vilâyetnâmesi, elimiz-deki yazma nüsha: 7-8).
Abdülbaki Gölpınarlı’nın Ankara Kütüphanesi’nde bulunan ve Hacı Bektaş Tekkesi’nden getirilen nüshaya dayanarak yayınladığı Vilâyetnâme’de bu kıssa bazı farklılıklarla zikredilmektedir (Gölpınarlı, trhsz: 6). Vilayetname’den de anlaşılacağı üzere pişi sadece ölülerin ardından değil, kandil, arefe geceleri de pişirilip konu komşuya dağıtılmaktadır. Pişiyi alan kimse ise hoşnutluğunu: “Ölmüşlerinin ruhuna değsin/Ölmüşlerinin canına değsin” duasıyla ifade etmektedir.
Ayrıca bir konuk haneye geldiğinde de gelişi kutlulamak için lokma dökülür veya helva pişirilir. Böylece konuğun gelişi Gök’e de haber verilmiş olmaktadır.
Bektaşî ve Alevî Türklerde pişi ve helva pişirmek, yani yağ kokutmak kansız kur-ban diye adlandırılmaktadır (Engin, 2004: 21). Tahtacı Türkmenleri arasında tereyağı da kansız kurbandır (Selçuk, 2004: 113).
Pişirilen pişilerin öncelikle çocuklara verilmesi geleneği vardır. Çocukların masum olduğu inancı, onların dualarının kabul olacağını düşündürmektedir. Refik Engin, Ali Koç Bektaşîlerinde de bu geleneğin sürdüğünü gayet sarih bir şekilde açıklamaktadır (Engin, 2004: 144–145).
Sünnî ve Bektaşî Balkan Türklerinden derlediğimiz bilgiler ışığında pişi ve helva pişirme geleneğinin sebepleri şöyle izah edilmektedir: Gacal olarak bilinen Reyhan Koyuncu; baca koksun diye pişirildiğini söylerken, hayırlı gecelerde o haneden ölenlerin ruhlarının evi dolaşmaya geldiğini, şayet bacadan koku çık-mazsa mahzun olarak geriye döndüklerini ifade etmektedir3; ancak “yağ koku-manın sevap olduğu” düşüncesi bütün Türk topluluklarında vardır.

Merhum annem ise helva ve pişiyi neden pişirdiklerini şöyle izah ederdi: “Yağın kokusuyla melâike, tavadakiyle de insanlar doysun diye.”4

Kandil geceleri sevap olduğu için yağ kokutulur, pişi pişirilir ya da lokum (lokma) dökülür Anadolu’nun en uç vilâyetindeki bu gelenek, Ege’de de aynı fikirle sürmektedir
Hayırlı gecelerde o haneden ölenlerin ruhları gelirler ve bacadan koku çıkıp çıkmadığına bakarlarmış. Bunun için baca kokutmak tabiri de kullanılır. O gecelerde yağ kokan hanenin ölüleri sevinçle geriye dönerlermiş. Eğer hiçbir şey yapılmamış ise de üzüntülü olurlarmış

Araştırmacı Refik Engin yayın safhasına getirdiği; Nereden Geldik, Nereye Gidiyoruz (Trakya, Anadolu ve Balkanlar’da Amucalar) adlı eserinde “Küçük Çocukların Arife Günü Gecesi Mani Söyleyerek Ev Ev Gezmeleri Geleneği” başlı-ğı altında şunları söyler: “Bayram arifelerinin geceleri delikanlılığa adım atmamış ilkokul çocukları “Bişi gezmesi” adı verilen bir geleneği yerine getirirler. Arife günü tüm evlerde sabahın erken saatlerinden itibaren bişi pişirilir. Sabahleyin pişirilme çabuk olsun diye hamurun mayası akşamdan tutulur. Pek çok köyümüzde bişilere kolaç adı verilir. Kolaçlar kızgın yağda pişirilir. Ve soğumadan konu komşuya, yakın akrabalara kadınlar, kızlar tarafından dağıtılır ve her haneye çift sayıda verilir. Bazen arifeden bir gün evvel de kolaç pişirenler olur. Amaç bu iki günde Hakk’ın rızasını kazanmak, bir gönüle girmektir. (…) Kolaçları alan kişi her eve geldiğinde kısa ve öz olarak hal hatır sorar. Bu vesile ile komşuluk bağları yenilenir. Kolaçları alan kişi getirene mutlaka: “Allah kabul etsin, ölmüşlerinin canına değsin” der.
Ayrıca o gece küçük çocuklar bütün evleri tek tek gezerler ve mani söyleyerek kolaç toplarlar imiş. Eskiden küçük çocukların kolaç topladıklarını büyüklerimiz (Gacal: 1293/1877-78’de Osmanlıların Balkanlar’da yenilmesi üzerine bugünkü Trakya topraklarına göç edenlere ve Trakya’daki yerleşik Türkmenlere verilen addır.) 3 Reyhan Koyuncu, 1943, Dedecik Köyü (Tekirdağ), İlkokul. 4 Feride Tufantoz (1930-1996), Muratlı, Okur-yazar değil. 5 Yeliz Demiröz, 1983, Artvin, Üniversite Öğrencisi 6 Derya Ulusoy, 1974, İzmir (aslen Uşak/Karahallı), Üniversite. 7 Atiye Aslan, 1943, Adapazarı, Okur-yazar değil; Emine Tunca, 1945, Adapazarı, Okur-yazar değil. söylüyorlar.
Şimdi ise gezerken acıkanların tanıdıkları evlerden sadece o an yemek için aldıkları oluyor. Kasım ayının yedisinde yapılan lokma da aynı şekil-de pişirilir ve dağıtılır. Yalnız lokma küçük top şeklinde bir yudumluk ve adına uygun şekilde yapılır.
Bişi veya kolaçtan ayrı olarak daha az yağda yapılan hamur işine “bazlama” adı verilir.
Bazlamanın da bu gibi günlerde yapıldığı görülür. Bu tür hamur işleri Amuca kabilesinin bulunduğu yörelerin durumuna göre ad ve şekil değiştirirler. Günümüzde küçük çocukların para ve yumurta da topladıkları görülür.
Çocuklar her hanenin önüne geldiklerinde o hanede evlenecek çağa gelmiş erkek veya kız çocuklarının adının yer alacağı bir mani söylerler. Bazen o hanede evlenme çağında gelinlik kız var iken erkek kardeşinin adına mani okumaları sadece o haneden alacakları parayı arttırmak amacıyladır. Toplanan para ve yumurtalar aralarında eşit olarak paylaştırılır. Eskiden alınan kolaçlar da aynı şekilde aralarında pay edilirmiş. Bugün hâlâ Trakya’daki 26 Amuca köyümüzde bu geleneğimiz devam etmektedir.8
Mersin Tahtacıları’nda; cuma akşamı için bazen “kömbe” adı verilen, mayalanmış hamurun iki sac arasında pişirilmesi ve üzerine susam atılmasıyla hazırlanan bir çeşit çörek yapıldığını ve kömbenin özel günlerde önemli bir yerinin olduğunu öğreniyoruz (Cıblak, 2005: 128).

Abdülkadir İnan, Şaman’ın Ateş Tanrı’ya yakarırken şu sözleri söylediğini kaydeder:
“(…) Sarı başlı koyundan alınmış sarı yağları sana kurban ediyoruz! Sağlam ve neşeli oğlun, güzel gelinin var! Ey daima semalara bakan ateş! Biz sana fincan fincan rakı, kova kova yağ takdim ediyoruz… Güvey ve geline ve bütün halkımıza sıhhat ve asayiş ver! Sana secde ediyoruz!. . . ”(İnan, 1998: 394)

2- Ölünün Arkasından Pişi ve Helva Pişirme:
Orta Asya Türkleri Müslüman olduktan sonra ölüler kültünü tıpkı eski Şamanizm’de (Gök Tanrı) olduğu gibi yüzlerce yıl muhafaza etmişlerdir (İnan, 1986: 195).
Kesin verilerin yokluğuna rağmen, ölen için yapılan anma törenlerinin, gömülme veya ölüm gününden sonraki üçüncü, yedinci, yirminci ve kırkıncı günü ile yılsonunda yapıldığı muhakkaktır. Bu günler, bu durumlar söz konusu olduğunda, sadece modern Şamanist toplumlar tarafından değil; ölenin seyredilmesi,
(8 Bkz, (Engin, trz). Değerli araştırmacımız Refik Engin’e daha yayınlamadığı çalışmasını makalemizde kullanmamıza müsaade ettiği için çok teşekkür ederim. )
eşyaların gömülmesi, yakınmaları, toplu şölenler, ağıt okumaları vesairesiyle cenaze törenleri Ortaçağ Türkleri’ninkini hatırlatan Türkiye’de yaşayan heterodoks ve oldukça muhafazakâr toplumlar tarafından da uyulmasına özen gösterilen tarihlerdir (Roux, 1994: 234–235).
Türklerde cenaze mutlaka gün yüzüyle defnedilmelidir. Eğer ölüm ikindiden sonra gerçekleşmişse, kaldırılması ertesi güne bırakılır. Tahtacılar toprağın mühürlenmesi inancı sebebiyle defin işlemini güneş batmadan önce yaparlar (Selçuk, 2004: 206). Ayrıca, cenazenin yıkandığı yerde ateş yakılması İslâm öncesi Türk geleneğinin bir devamıdır. Günümüzde Hıristiyan, Yakut ve Teleut Türk-leri ile Müslüman Batı Trakya Türkleri, ruhun insanlara yaptığı kötülükleri engel-lemek amacıyla bu geleneği devam ettirmektedirler (Selçuk, 2004: 216).
Tahtacılardaki bu geleneğin Sünnî Türklerde de var olduğunu Reyhan Koyuncu’dan öğreniyoruz. Ayrıca cenazenin yıkandığı yere bir mum ile birlikte kap içinde üç gün su konulur imiş ve ruhu geceleyin gelip bu suyu içermiş. Rey-han Koyuncu helva yapımındaki bir sitemini de şöyle dile getirdi: “Şimdiki genç-ler helva yapmayı bilmiyor. Ölü helvası tane tane olmalı. ”
Nuriye Yüksel: “Cenazeye sin kurbanı kesilmeden, kokusu burnuna gitsin diye helva basmadan, ocakta yağlı bazlama, gözleme veya bişi pişirilmeden cenaze kalkmaz”9 derken eski törenin halen devam ettiğini belirtmiş olmaktadır.
Cenaze camiye erkekler tarafından götürüldükten sonra evde Kur’an-ı Kerim okunmaya başlar. Akrabalardan biri helva yapar ve komşulara akşam ezanından önce dağıtır. Günümüzde helva akşam ezanından sonra Tebareke’ye gelenlere ikram edilmektedir. Cenazenin defnedildiği akşamdan itibaren kırk gün boyunca “kolaç” denilen hamur yapılır ve akşam ezanı okunmadan komşulara dağıtılır (Yüsküp, 2007: 73).
Evden bir cenazenin çıkması üzüntünün yanında o kişinin artık melâike merte-besine ulaştığını da çağrıştırmaktadır. Ölen kişi artık Tanrı’nın katındadır. Defin işleminden sonra onun o makamda rahat etmesi için ölümden sonraki 3, 7, 40,
52. günlerinde çeşitli törenlerle çaba sarf edilmektedir.
Cenazenin defnedilmesinden sonra, cenaze adına yakınları tarafından kesilen kurbanlar cemaate “lokma” olarak yedirilir. Mezardan dönünce, genellikle uzaktan gelen ve cenaze hizmetlerine katılan kişiler için lokum, helva ve kesilen kurbanın pişirilmesinden oluşan “kazma takırtısı yemeği” verilir
(cenaze gününde cenaze çıkan evin yemek vermesi sadece tatarlarda var diye biliyordum köy eskişehirde belkide tatar köyüdür) 
(Üçer, 2005: 390).
9 Nuriye Yüksel, 27 Mayıs 1947, Üçsacay Köyü, Seyitgazi, Eskişehir, İlkokul.

Bu gelenek Balkanlar’da da görülmektedir; cenaze sahibi olan evde, durumu iyi olan yakınları yemek hazırlarlar. Definden dönenlere ikram edilmek üzere aile-nin durumuna göre hazırlık yapılır. Eğer durumları iyi değilse helva, peksimet ve şerbet yaparlar (Önal, 1998: 267).
Aynı Gelenek Makedonya Türkleri arasında da sürmektedir. Ölünün 7. ve 40. geceleri, ayrıca kandillerde helva yapılır (Kalafat, 1994: 44).
Nilgün Cıblak, Mersin Tahtacıları arasında yaptığı araştırmasında; “ölüm olayı-nın üçüncü gününde, cenaze evinde, un helvası yapılıp herkese dağıtılır. Yedisinde de yemek hazırlanır, çörek pişirilir,” demektedir (Cıblak, 2005: 200).
Kaşgarlı Mahmud, “yoğ” adıyla zikrettiği bu törenler için şunları söyler: “Ölü gömüldükten sonra üç yahut yedi güne kadar verilen yemek.” (Kaşgarlı Mahmud, Çev: B. Atalay, 1992: 143).
Cenazenin defin işlemi yapıldıktan sonraki ilk yedi gün pişi veya helva pişirilip konu komşuya -özellikle çocuklara- verilir. Böylece ölünün canı için yedi gün çörek dağıtılır, helva dökülür (Artun, 1996: 45; Selçuk, 2004: 212).
Tahtacılarda ölünün 7. gün kefenden kurtulacağı inancı mevcuttur. Ayrıca ölü-nün yedi ile kırkıncı gün arasında darda beklediğine inanılır. 40. gün verilen yemekten sonra ölünün dardan indiği ve vücut kemiklerinin eklemlerinden ayrıl-dığı inancı mevcuttur (Selçuk, 2004: 213).
7. gün ölünün göz bebeğinin patladığına inanılır ve bu günde kuru üzüm hoşafı kaynatılıp dağıtılır10; ancak bu gelenek günümüzde pek uygulanmamaktadır.
Ali Koç Babalı kabilesine mensup ve günümüzde Hanefî mezhebine mensup Muratlı’nın Ballıhoca köyünde 40. günde ölünün burnunun düştüğüne inanıl-maktadır. Bugün bunun feryadını mağripten maşrıktan bütün mevtalar duymak-tadır. Ölünün acısını hafifletmek için de lokum/lokma veya kaşık-börek çorbası (mantı türü yoğurtla ikram edilen bir yemek) yapılıp dağıtılmaktadır (kaşık börek çorbası dendiğine göre tatar köyü olmalı) (Önal, 1998: 273)11.
Cenazenin toprağa defnedilmesinin 40. gününde “burnunun düştüğü inancı” Sünnî ve Bektaşî/Alevî bütün Türk toplulukları arasında yaşamaktadır. Bugün de pişi, helva yapılıp yemek verilmektedir (Önal, 1998: 272).
10Hatice Beşelma, 1967, Yeşilsırt Köyü (Muratlı), İlkokul. 11Gülseren Akıncı, 1955, Ballıhoca (Muratlı), İlkokul. Bu bilgiyi veren Gülseren Akıncı’nın babaları
1935 yılında Romanya’dan Türkiye’ye Mübadele Kanunu ile göç etmişlerdir ve Tatar diye tesmiye
olunmaktadırlar.
52. gün ise ölünün etlerinin dağıldığı inancı vardır. Bugün verilen yemek daha bir görkemli olmaktadır. Bütün bu törenler ölenin mezarında rahat etmesi için yapılmaktadır. Bu ikramlarla kabir azabı çekmesinin önüne geçilmek istenmek-tedir (Önal, 1998: 273).
Cenazenin ilk 52 günü Balkanlar’da çeşitli törenler yapılarak ölünün ruhunun rahatlatılmasına çalışılmaktadır; ancak bu geleneklerin Anadolu’da da yapıldığı-nı görmekteyiz. Meselâ Habibe Kınalı bu konuda; “üç gün hesap verip ruh gitmiş olduğundan kemiklerinin rahat dağılması için helva pişirildiğini ve bunun da tandır ekmeği içinde gelenlere mezarlıkta ikram edildiğini ifade etmiştir.”12
Tokat Alevî Türkmenlerinden Dürdane Tekinalp; “kendimize bir hayrımız yok, kimseye hayrımız olmadı. Bari yağın kokusu meleklere ulaşın, ” diye yağ kokutulduğunu söylemektedir13.
Neden yağ kokutulur diye sorulduğunda Gülistan Tekinalp; dünya Muhammed Peygamberin yüzü suyu hürmetine kuruldu. Diğer ölüleri de anmak lâzım. Onun için yağ kokutulur. Hatta pişi, helva yapamayan kişinin ocağa bir damla da olsa yağ dökmesinin bu kokunun çıkması için yeterli olduğunu söyler14, diyerek bu geleneği biraz daha İslâmîleştirmiştir.
Balkanlar’da pişi olarak isimlendirilen hamur kızartması, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde bişi diye adlandırılmaktadır. Meselâ mübadele ile Anadolu’nun çeşitli yörelerine göçürülen muhacirlerde de ismi bişi olarak geçmektedir. Bişi; cenaze sonrasında dualar okunarak kızartılır ve dağıtılır. İnanışa göre ölünün ruhu mağrip ile maşrık arasında giderken kızartılan bu hamurun kokusunu alır-mış. Hamurun yağda kızartılması ölünün azap çekmesini engellermiş. Aynı şekilde yapılan helva da aynı mânâya gelmektedir. Yani cenaze çıkan evde yağ kokutmak gerekmektedir15.
Erdemli Yörükleri’nden derlediğimiz bilgilere göre de; cenaze sonrası yemek ve helva yapılmakta olduğunu öğreniyoruz. Aynı şekilde ölünün 7, 40 ve 52’sinde de yemekle birlikte helva yapılmakta ve dağıtılmaktadır. Ayrıca yapılan yemekler arasında olduğunu öğrendiğimiz “yüksük çorbası” da dikkat çekmektedir. Yüksük çorbası ise mantının çorba halinde olan şeklidir (Daha önce zikrettiğimiz kaşık börek çorbası gibidir.).

(buda ilginç yüzük çorbası tatarların kaşık börek çorbasının tam karşılığı galiba adetlerin kökleri çok eskilere gidiyor)
 Ölünün kırkında burnu düşer, elli ikisinde de eti kemi-ğinden ayrılırmış. Yapılan bu helvanın kokusu ölünün burnunun düşerken ve
12Habibe Kınalı, 1964, Kiğı, Üniversite. 13 Dürdane Tekinalp, 1966, Almus (Tokat), İlkokul. 14 Gülistan Tekinalp, 1982, Niksar (Tokat), Üniversite.15 Nazmiye Çetin, 1932, Bulgaristan, İlkokul (halen Mersin, Erdemli’de yaşıyor.).
etinin kemiğinden ayrılırken acı hissetmesini engellermiş. Ayrıca ölünün ruhu kırkında ve elli ikisinde gelir ve helvanın kokusunu alınca kendisini unutmadık-larını anlarmış16.
Bektaşîler ölen için ‘öldü’ sözcüğünü kullanmazlar. ‘Hakk’a yürüdü’, ‘göçtü’, ‘dünyasını değiştirdi’, ‘erenlere ulaştı’, ‘kalıbını değiştirdi’, ‘kalıbını dinlendirdi’ gibi söz ve deyimleri kullanırlar (Noyan, 1999: 243).
Bektaşîlerde de ölüm olması durumunda ölenin ruhunu ta’zîz için kurban tığlanır ve bir yemek ziyafeti verilir. Bu ziyafete lokma derler. Kurban daima, diğer kurban tığlamalarında olduğu gibi koyundur. Kurbanın koç olması makbuldür. Bu yemekte pilav ve helva yapılması hemen hemen şarttır. Lokma üçüncü, yedinci ya da kırkıncı günlerin birinde yapılır (Noyan, 1999: 245).
Altay Kutay Gök Tanrı inancı gereğince ölünün 3, 7, 9, 40 günü ve sene-i devri-yesinde dini merasim yapar (Kalafat, 2004: 86). Anadolu’da ilâveten 52’si de yapılır. Bu günlerde hayır işlenir, lokma dağıtılır, helva kavrulur (Kalafat, 2006: 214–215).
Eski Türkler ölülerine “aş verme”yi en önemli vazife saymışlardır. İlkçağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. Manevî kültür geliştikten sonra bu tören sevabını ölünün ruhuna bağışlamak üzere fakir-lere yemek, helva vermek şeklini almıştır. Bu âdet doğulu Müslüman Türklerde “atau” ve “tögüm/döküm” terimleriyle ifade edilmiştir (İnan, 1991: 248).
Kırım Türklerinde ölenin ruhunun yıkandığı yerde kırk, evinde ocağında yedi güne kadar dolaştığına inanılır. İnanışa göre kandil günleri, ölünün ruhu yaşa-mış olduğu evin bacasına konar ve kapılarının eşiğine gelir yakınlarından dua ve yağ kokusu bekler. Bu yüzden geceleri Kur’an okunur, küçük pide şeklinde kıygaşa, poğaça veya ekşi hamurdan ulkum yağda kızartılır.
Birinci gün: Cenaze defnedilip ölü evine dönülür. Evde hamur kızartılır. Gıygaca ve helva yapılır. Meyve ikram edilir. İlk üç gün soğuk yemek: Gıygaca, helva, meyve verilir. İsteyen yemek yapar, bazıları yarımca veya pide yapar. Cenaze sahibi ölünün her yıldönümünde mevlit yapar ve helva dağıtır.
Cenaze yemeğinde önemli olan “koku çıkması”dır. Gıygaca kokusu çıksın diye mutlaka yapılır. Cenaze yemeğinin verilme sebebi yemeğin kokusunun mevtala
rın canına gidip ulaşmasıdır. Cenaze sahibinin durumuna göre az veya çok yemek yapılır. Hamur kızartılır. Koku öte dünyaya ulaşır ve ölünün ruhuna değer inanışı hâkimdir (Önal, 1998: 268–276).
SONUÇ
Biz bu çalışmamızda günümüzde yavaş yavaş önemini yitirmekte olan bir kültü-rel unsuru ele almaya gayret ettik. Yine de kültürel öğelerin çok kısa sürede oluşmayacağı ve aynı şekilde de kaybolmayacağını biliyoruz. Araştırmamız sıra-sında helva konusunda herhangi bir tereddüdümüz oluşmadı. Fakat Balkanlar’ın bir kısmında pişi olarak bilinen hamur kızartmasının, çok değişik isimlerle anıl-dığını gördük. Meselâ metin içinde geçenlerden başka; kabalka, mekik, akıtma olarak da zikredilmektedir.
“Helva vakti gelmek” yaşın ilerlediğini ve ölümünün yaklaştığını ifade eden bir tabirdir. Hâkezâ şaka yollu söylenen “helvanı ne zaman yiyeceğiz?” lâfı da aynı mânâya gelmektedir. Yani özel günlerde helva pişirmek veya yağ kokutmak, fânilerin dünyadaki durumu Gök’e bildirmek için seçtikleri bir yoldur.
Netice olarak; hayır/iyilik yapmak olarak nitelendirilen pişi ve helva pişirmek toplumdaki saygınlığı da ön plana çıkarmaktadır. Bu işlere tevessül etmeyenler için Trakya’da; “sac kokutmaz, mevlit okutmaz” atasözü kullanılmaktadır. Ölülerini yâd etmek için yapılan ikramlarda hane sahibini mutlu eden cümleler: “Allah kabul etsin, Ölmüşlerinin ruhuna değsin, Ölmüşlerinin canına değsin” dir.
Köy yerlerinde mevlit okutma sıraya konulur ve böylece herkesin katılması sağ-lanır. Bu gelenek Lüleburgaz’ın Ovacık köyünde özellikle hasat mevsimi olan ağustosta büyük bir intizam içinde yapılmakta ve kadınlar bu hanelere giderek yapılan dualara ve ikramlara iştirak etmektedirler. Bu günlerde helva, pilav, ayran ve tatlı ikram edilirken, yemeklerin bol yapılmasına ve kimsenin aç kalma-masına itina gösterilir. Herkesin bol bol yemesi ayrıca hasta olup da oraya gelemeyenlere de gönderilmesi ev sahibini haddinden fazla memnun eden unsurların başında gelir.
Bu yaz böyle bir törenine katıldığım Fevzi Çetin’in, bu geleneği yaklaşık 30 yıldır sürdürdüğünü ve ölmüşlerinin ruhu için de ömrü oldukça her yıl yapacağını söylemesi bu geleneğin ileri yaşlardaki kişiler arasında daha da yaşayacağının göstergesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar