Kırım Tatarlarının Sosyal Yapısı (1.Bölüm)
Hakan KIRIMLI Doç.Dr.
a) Aristokrasi : Mirzalar
Kırım Hanlığı zamanında büyük kabilelerin irsî liderleri olan beyler ile daha aşağı rütbede olan ve hanların beylerin nüfusunu dengelemek amacıyla tımar vererek meydana getirdikleri mirzalar zadegân sınıflarını oluşturmaktaydılar. Güç ve nüfuzlarını doğrudan menfaatlerini temsil ettikleri kabilelerinden (ve bu kabilelerin tarihi rollerinden) alan beyler han’ın meclisinde en tipik şekliyle bir eşraf politikası (politics of notables) icra edebilmekteydiler. Büyük güç ve nüfuslarına rağmen, beyler aslında kabilelerine ait geniş toprakların mâlikleri değillerdi. Onların bu topraklar üzerindeki hakları yalnızca kısmî tasarruf hakkından ibaretti. Aynı husus, tımarları (hiç değilse teoride) hizmet süreleri ile sınırlı olan mirzâlar için de geçerliydi. Her halûkârda bütün köylüler serbestti, yani serflik mevcut değildi.57
Rus istilasını müteakip Kırım zadegânlarının bir çoğu (hattâ çoğunluğu) Kırım dışına kaçtılar yahut sürüldüler.58 Geride kalanlara ( ki bundan böyle genelde mirzalar olarak adlandırılacaklardır) 1784’de Rus aris-tokrasisine dahil olma hakkı verildi.59 Ne var ki, her hangi bir kişinin mirza geçmişinin ve statüsünün belirlenmesinde kullanılacak kriterlerin belirlenmesi hususunun hiç de kolay olmadığı anlaşıldı. Ayrıca, mirzaların Rus dvoryanstvo’ suna (aristokrasisine) tam manâsı ile dahil edilebilmeleri için yarım asırdan fazla bir zamanın geçmesi gerekti.60 Elbette ki bu prosedürlerin yanı sıra, Rusya devletine hizmet yoluyla asilzade olmayan Kırım Tatar fertlerine asalet payesi verildiği de oluyordu.
Rus idaresi altındaki yeni Kırım Tatar aristokrasisinin en önemli özelliklerinden biri, buna dahil olan kişilerin geleneksel kabile yahut tımar arazilerinin ve varsa elde edilen başka toprakların tam mâlikleri haline dönüşmeleriydi. Bu durum, eski sosyal yapı, hattâ bir çok halde nüfusun kendisi tamamen değiştiği bir ortamda cereyan etmekteydi. Mirzalar artık (belki de yerinde bile mevcut olmayan) kabile yahut halkların yüksek devlet otoritesi karşısındaki lider ve sözcüleri olmaktan çıkmışlar ve eskiden olduğunun tam tersi bir durum meydana gelmişti. Onlar yeni rolleriyle şimdi, arazilerindeki halka karşı bir manâda devlet otoritesini temsil ediyorlardı. Diğer bir ifadeyle, geleneksel rollerin aksine, artık mirzaların bütün gücünün yegâne kaynağı devletti.
Mirzaların rollerindeki bu radikal değişiklik içlerinden bazılarının Rus hükümetinin nefret edilen aletleri haline gelmelerine, zaman zaman Rusya idaresinin en istenilmeyen tedbirlerinin bizzat icracıları olmalarına dahi yol açtı. Bir kısım mirzaların eşit statüde bulundukları ancak esas itibariyle bambaşka şart ve geleneklerden Rus dvoryan ve pomeşçiklerini taklit ederek Kırım adetlerine hiç uymayan serflikten mülhem toprak ilişkilerini ve rant politikalarını uygulamaya kalkmaları da onları kendi vatandaşları olan Kırım Tatar köylüleri-nin gözünde hiç sevilmeyen bir mevkiye getirdi.61 Dahası, bunların Rus hayat tarzına , adetlerine, soyadla-rına(-ov, -ev, -ve, -skiy ekle-riyle) ve hattâ diline fazlasıyla adapte olmaları, çocuklarını Rus okullarında okutmaları ve başka tutumları, Kırım Tatar toplumuna iyice yabancılaşmalarına yol açıyordu. Kırımlılar böylelerine kaybedilmiş gözüyle bakıyor ve bu emsalden yola çıkarak kendi benliklerini korumanın tek yolunun ailelerinin bunlara (yani Ruslaşmış aristokrasi’ye) hiçbir yönden benzememelerini temin etmek olduğunu düşünüyorlardı.62
(*) Bilkent Üniversitesi öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Hakan Kırımlı tarafından yazılan Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketlerisimli kitabın 17 – 22 sahifelerinden,yazarın izni ile alınmıştır. (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk tarih Kurumu yayınları , VII:Dizi Sa.167, Yıl:1996,Türk Tarih Kurumu Basımevi.)
İçlerinden bazıları Rusya’ya sadakatlerini ispat için ellerinden geleni yapsalar da, mirzalar gerçekte XlX. Yüzyıl boyunca her hangi bir fiili önemi haiz her türlü devlet mevkiinden uzak tutuldular ve genellikle sadece fahri ve dekoratif olan unvanlarla tatmin edildiler. Rusya’daki reform dönemiyle birlikte zemstvoların kurul-masından sonra da mirzaları zemstvolar içindeki rolleri nispeten pek sınırlı kaldı. Sadece Or (Prekop) uyezdinde zengin Karaşayskiy ailesi mahalli asiller teşkilatına hakimdi. Gözleve ile Akmescit’ te de Müftizade, Kıpçakskiy ve Bulgakov aileleri mahalli zemstvo ve asiller cemiyeti faaliyetlerinde bir ölçüde nüfuz sahibiydiler.63 Diğer taraftan, Kırım mirzalarının tamamını dejenere ve toplumlarından kopmuş fertler olarak görmek de büsbütün yanlış olacaktır. Mirza ailelerine mensup bir çok kişinin XlX. Yüzyılın sonları XX. Yüzyılın başlarındaki Kırım Tatar reform hareketlerine aktif şekilde katıldıklarını ve katkıda bulunduklarını, bunun yanı sıra bir çok mirzaya da köylülerinin daima içten bir hürmet beslediklerini hatırlamak gerekir.
b ) Ruhaniler
İslâm dünyasının her tarafında olduğu gibi Kırım Tatarları üzerinde de Müslüman dinî liderlerin muazzam etkisi vardı. Bundan dolayı, Rus idaresi en başından itibaren ülke halkının uysallığını temin etmek amacıyla Müslüman din adamlarını kendi tarafına çekmeyi zarurî gördü.64
1784′ de, mahalli bütçeden Müftü’ye 2000 ruble ve onun yardımcısı olan Kadıasker’ e de 1500 ruble maaş bağlandı.65 1794’de Müftünün başkanlığında bütün Müslüman dinî meselelerine bakmak üzere merkezî bir organ olarak Tavrida Müslüman İdare-i Ruhaniye si (Rusça ismi ile, Duhovnoe Pravlenie) kuruldu.66 Müftü yeasalet payesi verildi ve yeni Ruhani sınıfın üst rütbeli mensupları da bilfiil devlet memurları haline getiril-diler. Tamamen dinî ve ailevî karakterdeki davaların hükme bağlanması Müslüman din adamlarına bırakıldı. Ancak neticeden memnun olmayan dava taraflarından her hangi biri dilediği an Rus devlet kanunlarının tat-bikini isteyebilirdi.67 İdare-i Ruhaniye, camilerin ve dini mekteplerin kontrolünden ve dinî personelin tayinle-rinden de sorumluydu. 4 Ocak 1832′ de İdare-i Ruhaniye için daha detaylı bir nizamname yayınlandı.68
İdare-i Ruhaniye’ nin üst kurulu Müftü, Kadıasker ve her uyezd için bir kadıdan oluşmaktaydı. Müftü ve Ka-dıasker Çar tarafından Ruhanilerden ve mirzalardan oluşan bir meclisin göstereceği üç aday arasından seçilirdi. Adaylar bu iki sınıf(soslovie) dan birine mensup olabilirdi. En küçük bir köyün müezzin veya imamı dahil hiçbir din görevlisinin guberniya idaresinin tasdiki olmaksızın tayini mümkün değildi. Bundan başka, irsî olarak ruhani paye (Duhovnoe zvanie) ye sahip olmayan hiç kimse her hangi bir dinî göreve tayin edilemez-di.
Ruhani payenin ihdası Rus hakimiyetinin İslâmi tatbikata emsali görülmemiş bir katkısıdır. Hiristiyanlıkta olduğu tarzda bir ruhani tabakası kavramının bile İslamiyet’e tamamen yabancı olduğu bir yana, bu yeni icat ile tam bir irsî kast yaratılmaktaydı. Diğer bir ifade ile, yalnızca Rus hakimiyetinin ilk dönemlerinde babaları veya dedeleri hasbelkader resmen ruhani olarak kayıt ve tasdik olanlar bu sınıfa (soslovie) mensup olabilirlerdi. Ne kadar dinî tahsili veya bilgisi olursa olsun, dışarıdan biri asla bu payeye sahip olamazdı. Böylece, XlX. Yüzyılın sonlarına doğru, irsî ruhanilerin sayılarının giderek azalması ile yüzlerce cami ya kapatıldı yada gayri meşru mollalar tarafından yönetilmek zorunda kaldı.69
Müftü adaylarının seçimi, güvenilmez şahısların seçilmesini önlemek üzere gubernatör (vali) ‘un büyük tesiri altında cereyan ederdi. İstenmeyen bir sonucun çıkması halinde seçim şu ya da bu bahane ile iptal edilirdi.70 Dinî bilgi hiçbir şekilde müftü olarak tayin edilebilmek için bir ön şart değildi. Mirza sınıfına mensup olan ve hiçbir dinî (yahut başka herhangi bir ) tahsili olmayan kişilerin müftü seçildiği de olabiliyordu.71
Bu durumda Rus hakimiyeti dönemindeki Kırım müftülerinin itaatkârlıklarını ve dalkavukluklarının dillere destan oluşuna şaşmamak gerekir. Bunun en nahoş örneklerinden birini müftü Seyit Celil Efendi de görmek mümkündür. Seyit Celil Efendi 1833 de kendi inisiyatifi ile amme huzuruna zararlı olduğunu iddia ettiği bü-tün dinî kitapların müsadere edilmesi ve yakılması emrini vererek Kırım Tatar kültür mirasında tamiri kabil olmayan bir tahribata sebep olmuştur.72
Şurası kayda değer ki, kurulduğu andan itibaren idare- i ruhaniye hiçbir cami,mektep, imarethane, çeşme vs. nin inşasına yahut açılışına ön ayak olmadı, hiçbir neşriyat yapmadı. Bilakis, denetimi altındaki tarihi binaların çoğu viraneye döndü ve geniş vakıf arazileri kayboldu.73 1783′ te Kırım’da mevcut 1474 camiden74 1912’de sadece 729’u kalmıştı.75
İslamî vakıf müessesi Kırım’da ki en önemli Müslüman din ve maarif fonunu teşkil etmekteydi. Bilindiği gibi, vakıflar esas olarak sahipleri tarafından camilerin , mektepleri, köprülerin, çeşmelerin, imaretlerin ve sairenin inşası ve bakımı gibi hayır işleri için kalıcı olarak gelirleri tahsis edilen mülk yahut diğer daimi gelir kaynaklarından oluşur. Diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi, Kırım’da da Müslüman din, hayır ve müesseselerinin çoğunluğu vakıf gelirleri sayesinde işler ve varlıklarını sürdürürlerdi. En geniş arazi kategorilerinden biri olan vakıf arazilerinin Kırım’da ki toplam genişliği Rus istilası vaktinde yaklaşık 300.000 desyatina idi( yarımada-daki ekilebilir alanın yaklaşık üçte biri).76 Vakıflar Rus kolonizasyonunun ilk dönemlerinde en amansız top-rak yağmasına maruz kalan kategorisiydi. Resmi envanterlere göre, 1804 yılında yalnızca 240.000 desyati-na vakıf arazisi kalmış, 1893′ te bu rakam topu topu 87.643 desyatinaya düşmüştü.77 Rus kanunları bu ara-zileri �Müslüman ruhanilerin� toprakları olarak tanımlamıştı.78 Bu ise, hem vakıfların kuruluş maksatlarının ihtilâliydi, hem de bunları sadece Allah’a ait olduklarını kabul eden ve ulemanın ancak işlerliklerini denetleye-ceğini belirleyen temel İslâmi öğretiye tamamen mugayirdi. Vakıf arazilerinin temellük hakları İdare – i Ruha- niye’ ye bırakılıp böylelikle bunların geleneksel alınıp satılamaz niteliği ortadan kaldırılınca79 Kırım Tatarlarının bu yegâne cemaat fonu hızla eridi. Her ne kadar İdare -i Ruhaniye’ nin tasarrufundaki on binlerce des-yatina vakıf arazisinin ne suretle elden çıkarılacağı açık değilse de, aşikâr olan husus bunların bundan böyle Kırım Tatarlarına ait olmadıklarıdır. 1874′ te vakıfların özel bir kategorisinin (âdet vakıfları) idaresi kanunla Devlet Mülkleri İdaresi’ne devredildi.80 Nihayet, 6 Kasım 1885 tarihli bir kanunla bütün vakıf arazilerinin ve binalarının idaresi hükümet memurlarından müteşekkil tamamen seküler bir heyet olan Özel Komisyon’ a “geçici olarak devredildi.81 Kırım Vakıfları bu tarihten 1917 Şubat İnkılabı’ nı müteakip Kırım Tatarları tara-fından geri alınana kadar bu geçici Komisyon’un idaresinde kaldı. Şurası kayda değer ki, yeni idare kuralla-rına göre her bir cami veya mektebin inşası yahut tamiri için ayrılabilecek tahsisat miktarı yıllık 900 rubleyi geçemez ve bu da her seferinde ancak İçişleri Bakanlığı’nın özel onayı ile mümkün olabilirken, vakıf gelirle-rinden Çar’ın özel izni Müslümanlarla alakası olmayan maksatlar için dahi 20.000 rubleye kadar tahsisat ayrılabiliyordu. Meselâ, 1904-1905 Rus-Japon savaşı sırasında bu fondan çekilen200.000 ruble bir askeri hastahanenin inşasına kullanıldı.82 1911′ de İçişleri Bakanlığı tarafından St. Petersburg’ da Şarkiyat Cemi-yetine yayınlattırılması kararlaştırılan Mir İslama (İslâm Dünyası) dergisinin neşri için gereken meblağ da Kırım vakıfları sermayesinden 25.000 ruble tahsisat ayımak suretiyle temin edilmişti.83 Hattâ, misyoner faaliyetleri için dahi vakıf sermayesinden para temin edildiği haller olabilmekteydi.84 1914 yılı itibarıyla toplam vakıf gelirleri 800.000 ruble idi.85
Kısacası, Rus hakimiyetinin icatları olan İdare-i Ruhaniye ve ruhani sınıfı tamamıyla suni, verimsiz, ehli-yetsiz ve zelilcesine itaatkâr yapıdaydılar. Dış görünüşlerinin aksine, esasında Kırım tatarlarının hiç değilse dinî hayatlarını idare edebilecek gerçek manada merkezi bir yapıya dahi sahip değillerdi. Tutumları dolayı-sıyla, halktan samimi saygı gördüklerini söyleyebilmek çok zordu. Diğer taraftan pek çok sayıda gayri meşru şehirli ulema ve geleneksel tipteki köy mollaları ise sistemin dışında bırakılmışlardı. İşin garibi, ne hükümetin ne de halkın gözünde resmi Kırım Müslüman Ruhanileri Kırım Müslümanlarının şu veya bu şe-kilde yetkili temsilcileri olarak görülmüyorlardı. XIX. Yüzyıl boyunca Kırım Müslüman din adamlarının tam bir atalet içinde olduklarını söylemek mümkündür. Bunların üst rütbelileri Rus devletine mutlak itaatkâr bir tutum izlerlerken, alt seviyede halk içinde yaşayanları da güçlü bir benliğini muhafaza içgüdüsüyle koyu gelenekçi ve dış dünyadan yani Ruslardan tecrit taraftarı idiler.
1. Bölümün sonu
Qırım Tatarlarının Sosyal Yapısı (2.Bölüm)
Hakan KIRIMLI Doç.Dr.
c ) Köylüler
Köylüler Kırım Tatar nüfusunun ezici çoğunluğunu teşkil etmekteydiler. Kırım Hanlığı döneminde temel olarak iki kategori köylü toprağı mevcuttu. Birinci kategorideki köylü arazileri, devlet,beylik, mirza ve vakıf arazileri içinde münferit köylülere ait çitlenmiş toprak payları idi. Buradaki köylüler bu toprakları ekerler ve devlete yahut o topraktan sorumlu olan otorite (bey, mirza yahut vakıf) kim ise ona hasadın onda biri tutarında İslâmi öşürü aynî olarak öderdi.
Toprak paylarının içinde bulundu-ğu arazinin kimin tasarrufunda bulunduğuna göre köylülerin han, bey, mirza yahut cemaat mefaatine yılda sekiz günü geçmemek şartıyla çalışmak mükellefiyeti vardı ki buna talaka (imece) adı verilirdi. Esas itibariyle bütün köylüler serbest idi. İkinci kategoride yer alan topraklar ise bütün köy cemaati tarafından ortak olarak istifade edilen arazilerdi. Bunlar daha ziyade otlaklar, piçenlikler ve dağlardı.86
Esas itibariyle Şeriat’a dayanan bu Kırım toprak sistemi Rus idarecilerinin aklını çok karıştırmıştı. Şeriat’a göre, ne köylü, ne bey ve hatta ne de han yahut devlet toprağın maliki değildi ve toprak ilişkileri itibariyle bunlardan herhangi birinin hakları toprağın kendisi veya onun üzerinde yaşayan insanlar üzerinde değil, yalnızca onun tasarrufu veya hasadın onda biri şeklindeki değişmez İslâmi standart üzerinde olabilirdi. Bu sebepten, adı geçenlerden hiç biri köylüyü toprağından dışarı çıkarmak yahut onun iradesi hilâfına hareket serbestisini engellemek hakkına sahip değildi. Diğer bir ifadeyle, toprak üzerindeki ikili münasebetler birbirinden ayrılmaz şekilde iç içe geçmişti ve sistem tarafların karşılıklı münasebetlerini kesin bir şekilde belirlemişti. Ruslar işte bu toprakları sıradan mülkler (pomestye) olarak telâkki edince, bunlar üzerinde dağınık yaşayan köylüler ve köy cemaat-leri bir anda fuzulî işgalciler durumuna düştüler. Bunlar ya yeni pomeşçik’ in talep ettiği çok daha yüksek orandaki rantı ödemeli, yahut da bu toprakları derhal terk etmeliydiler. Ayrıca, pomeşçik istediği anda köylüleri topraklarını terk etmeye icbar edebilir, dahası mevcut hasada da el koyabilirdi. Bu durum Kırım Tatar köylülerinin topraksızlaştırılmasında görülen en yaygın şekli teşkil ediyordu.
Kırım’ın kuzeyindeki step (Kırım Tatarcası ile :Çöl) bölgelerinde ekonomi esasen tahıl ziraati ve hayvancılığa dayanırken, güneydeki dağlarda ve Yalıboyu’nda bağcılık, meyva, sebze ve tütün kültürleri hakimdi. En ağır şartlarda topraksızlaştırılma ve sömürüye maruz kalanlar bilhassa kuzeydeki step bölgelerinde yaşayan Kırım Tatar köylüleri idi.
O dönemlerde özellikle Çöl Tatarlarının Türkiye’ ye göç etmelerinin sebebi de budur.87
(*) Bilkent Üniversitesi öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Hakan Kırımlı tarafından yazılan Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler isimli kitabın 17 – 22 sahifelerinden,yazarın izni ile alınmıştır. (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk tarih Kurumu yayınları , VII:Dizi Sa.167, Yıl:1996,Türk Tarih Kurumu Basımevi.)
Her ne kadar Rus idaresi altında Kırım Tatar köylüleri resmen serf yapılmadılarsa da, anlatılan şartlar dahilinde pek çok köylü açısından durumun serflikten daha iyi olduğunu söyleyebilmek zordur. XX. Yüzyılın başında, Kırım arazilerinin çoğunda köylünün ödediği rant oranları hasadın üçte birinin altına düşmüyordu (yalnızca mirza topraklarında bu oran %20’nin altındaydı.) Hasadı çuvallayıp istasyon veya limana taşımakta köylünün mükellefiyetleri arasındaydı. Pomeşçik ve köylü arasında yazılı bir mukavele olmaması da daima köylüyü pomeşçik’ in aşırı taleplerine maruz bıra-kıyordu.88 Bununla birlikte, daha kötü durumda olanlarda vardı. Bunlar 1860 göçünden sonra perişan olarak Türkiye’den Kırım’a geri dönen muhacirlerdi. Çarlık idaresi bunların geri dönüşüne, pomeşçik’lerinin belirleyeceği şartlarla pomeşçik topraklarına iskân edilebilecekleri ve devlet topraklarına yerleşemeyecekleri kaydıyla müsaade etmişti. Bu kayıt, söz konusu zavallıların artık resmen her türlü istismara açık oldukları manasına geliyordu. Bunlar artık pomeşçik’e hasatlarının yarısını teslim edecekler ve dahası pomeşçik’in hayvanlarını, arabalarını ve aletlerini kullanabilmek için de çok yüksek bedeller ödeyeceklerdi.89
XX.yüzyılın başında, Or ve Gözleve uyezd’lerinde (yani step bölgesinde) bütün köylülerin %72’si topraksızdı ve bunların da büyük çoğunluğu Kırım Tatarlarıydı.90
1895′ de tamamen topraksız Kırım Tatar hane sayısı 5.000 ‘ di.91
Sefalet içindeki bu köylüler ya fahiş ölçülerde rant ödemeyi sürdürdüler, ya da çaresizlik içinde şehir ve kasabalara hücum ederek işportacılar, arabacılar, hamallar ve benzerlerinden oluşan kitleleri meydana getirdiler.92
Kuzeydeki steplerin tersine, bereketli Yalıboyu bölgesinde çok daha küçük araziler yaygındı. Burada topraksız haneler istisnai olmakla beraber, yetersiz toprak sebebiyle fukaralıkta yok değildi.93 Umumiyet itibariyle, Yalıboyu’nun ihtisaslaşmış tarımı XIX.yüzyılın sonlarında gelişmeye başlayan Pazar ekonomisine uyum sağlamaya daha istidatlıydı. Gerçekten de, kolonistlerin getirdikleri yeni tür üzüm, meyva ve sebzelerle ileri ziraat metotları Yalıboyu ziraatinin daha da gelişmesine yol aç-mıştı. Bu yeniliklere uyabilme imkânına sahip Tatarlar belli bir refaha eriştiler. Esasen, bu nispeten hali-vakti iyice Tatarlar arasında tahsile ve sosyal faaliyete yaygın bir ilgi doğacaktır.94
d ) Şehir kasaba yapısı
Kırım Hanlığı döneminde gelişmiş bir şehir hayatı mevcuttu. Gözleve ve bilhassa Kefe önemli li-man şehirleri idi. Hanlığın payitahtı Bahçesaray ile Akmescit ve Karasubazar canlı ticaret, zenaat ve tahsil merkezleri idiler. Bu şehirlerin hepsinde pek çok camiler, bedestenler, kervansaraylar, saraylar ve medreseler vardı. Elbette ki bunlar içinde İslâm dünyasında köklü ve zengin kültür ve zenaat hayatı ile büyük ün yapmış olan Bahçesaray’ ın özel bir yeri vardı.95
Rus istilası Kırım’ın şehir hayatına da radikal değişiklikler getirdi. Birincisi, ilhak öncesindeki Rus savaşlarında en çok şehir ve kasabalar zarar görmüştü. Bunların hemen hepsi savaşlar ve göçler yüzünden ağır tahribata uğramış ve adeta boşalmışlardı. İkincisi, Rus koloniyal iskânları kırlık alan-lardan ziyade şehir ve kasabalarda odaklaşmıştı. Eski Tatar şehirlerinin yanı başında veya onların yerini alarak tamamen Rus şehirleri kuruluyordu. Sivastopol ( Akyar ) ve Kerç bu şekilde tamamen Avrupai görünüş, hayat tarzı, iktisadi yapı ve mimari yapı ile yeni baştan kurulmuşlardı. Bu iki yeni şehirde Tatar nüfus yok denecek kadar azdı. Akmescit ve Gözleve ‘de ise neredeyse aralarında hiç münasebet yokmuş gibi gözüken, adeta iki ayrı dünyayı temsil eden eski Tatar ve yeni Rus şehirleri yan yana, fakat birbirlerinden kopuk olarak varlıklarını sürdürüyorlardı.
Tabiatıyla, geleneksel Tatar şehir ve mahallelerinin özgün yapılarıyla varlıklarını sürdürebilmeleri her şeyden önce kırlık kesimin geleneksel ihtiyaçlarının ve hayat tarzının devamına bağlıydı. Bu ihtiyaçlar ve hayat tarzı değişip tedricen kaybolmaya başlayınca bunun Kırım Tatar şehir ve mahal-leleri üzerinde doğrudan etkisi oldu. Ayrıca, geleneksel Kırım Tatar şehir-kasaba zenaatları da kapitalizmin ve endüstrinin karşısına çıkışıyla doğan rekabete mukavemet edebilecek durumda değildi.
Her şeye rağmen, en azından iki kasaba, Bahçesaray ve Karasubazar, Çarlık devrinin sonuna kadar Tatar karakterlerini muhafaza edebildi. Bahçesaray’ın gerçekten özel bir durumu vardı. II. Yekaterina şehri münhasıran Tatarlara bırakmıştı.96 Bu sebepten, XIX. Yüzyıl ortalarına kadar kasabanın nüfus terkibi hemen hiç değişmeden korundu. 1853 1856 Kırım Savaş’ ından sonra dahi Kırım Tatar ahali ezici nüfus çoğunluğunu teşkil etmeyi sürdürdü. ( 1897′ de %81).97 Bundan dolayı, başka şehirlerin aksine, Kırım tatarları Bahçesaray’ da cemaat ve belediye işlerinin çoğuna hakimdi. Buna rağmen, Kırım Tatarlarının şehir dumasında (yani belediye meclisinde) üçte iki oranında temsil edilmelerine ancak 1894′ te müsaade edildi.98
Gerçekten de, Bahçesaray otantik ve geleneksel bir Kırım, Şark ve Tatar şehrinin mikrokozmosu-nu teşkil ediyordu: Tipik Şark mimarisi ve plânındaki bu şehir, Gerayların dünyaca meşhur Hansa-ray’ını, 36 camiyi, hanların türbelerini, üç medreseyi ( ki bunlar arasında 400 yıl önce kurulmuş meşhur Zincirli Medrese de vardı.), pek çok Müslüman mektebini, büyük hamamları, çeşmeleri ve Kırım Tatar mimarisinin diğer tipik örneklerini barındırmaktaydı. Dericilik, kunduracılık, madeni eşya işçiliği, ev eşyaları imalatı gibi geleneksel Kırım Tatar zenaatleri de en iyi burada muhafaza edilmişti. Her ne kadar bu geleneksel zenaatlar sanayi ürünleri ve ithal malları karşısında rekabete dayanamayarak git gide çaptan düşmekteyse de, XX. Yüzyılın başlarında Bahçesaray zenaatleri-nin ürünleri Kırım dışında dahi pazarlanabilmekteydi. 1917′ ye kadar Bahçesaray’ da 32 esnaf ve zenaatkâr locası mevcudiyetini koruyabildi.99 Aslında, yegâne otantik teşkilat şekli, çok katı gele-neksel iş ve ahlaki kurallarının câri olduğu bu loncalarda muhafaza edilmişti. Loncalar tarihi devam-lılığını ve toplum içi bir dayanışma ve kimlik hissinin saklanmasında önemli bir rol oynamaktaydı.
Karasubazar Kırım Tatarlarının nüfus çoğunluğunu teşkil etmeye devam ettikleri ikinci şehirdi. Bahçesaray’ a nazaran biraz az daha ölçüde olmakla birlikte, Karasubazar da tipik bir Kırım Tatar kasabasının benzer özelliklerine sahipti. Esnaf ve zenaatkâr loncaları burada da mevcuttu. Zaman içinde, Bahçesaray ve Karasubazar, bereketli güneyin bazı büyük Tatar köyleriyle birlikte, tomur-cuklanmaya başlayan nispeten hali-vakti yerinde Kırım Tatar burjuvazisinin görüldüğü yerler ve XX. Yüzyılın başındaki milli uyanış hareketlerinin de en canlı merkezleri oldular.
Yalıboyun’da kasabaların ve onların hinterlantlarının etnik terkibi tam bir tezat teşkil etmekteydi. Meselâ, Kırım Tatarlarının en yoğun bulundukları uyezd Yalta uyezdi olduğu halde (nüfusun %72’si) ,giderek gelişen sayfiye kasabası Yalta’ nın içinde ancak küçük bir azınlık (%4) teşkil ediyorlardı. Benzer durum Kefe şehri ve uyezdi için de geçerliydi.100 XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, bir bütün olarak alındığında Kırım’da Kırım Tatarları ticaret, zenaat ve sanayide önemli bütün diğer unsurla-rın çok gerisinde kalmışlardı. Kırım şehirlerindeki bu tür işletmelerinin sahiplerinin milliyetlerine dair rakamlar bunu çok açık bir şekilde göstermektedir. 1900 yılında, Akmescit şehir içindeki muhtelif çeşitte ve büyüklükteki 247 ticari ve sınai işletmeden yalnızca altısının sahipleri Kırım Tatarıydı. Bu oran Gözleve’ de 118′ de 13, Yalta’ da 117′ de 13 ve Kefe’de 136′ da yalnızca 1 idi. Bahçesaray’ da dahi Tatar işletmeleri mevcudun ancak yarısını teşkil etmekteydi.101 Bu rakamların tertibinde Tatar işletmelerinin sayısının eksik hesaplanmış olması pek muhtemel olmakla birlikte, her halûkârda o dönemdeki Kırım Tatar şehir iş hayatına iyimser gözlerle bakabilmek çok zordu. Bütün bunlara rağmen, şehirler dışındaki bazı Kırım Tatarlarının bilhassa meyva ve tütün ticaretinde faal oldukları da göze çarpmaktaydı. Ayrıca Yalıboyu’ ndan Kırım Tatarlarıda St. Petersburg, Moskova, Odesa ve Harkov gibi büyük merkezlere yerleşerek buralarla Kırım arasında ticaret yapmaktaydılar.102
Çarlık dönemi boyunca Kırım bir sanayi bölgesi olarak telakki edilmemiştir. Sevastopol’daki tersaneler ve Kerç’te ki metalurji fabrikası istisna edilirse, Kırım’da ki çeşitli küçük fabrika ve atölyelerin (konserve, şarap, deri, tütün, tuz, un, v.s.) hiç birisinde on beş kişiden daha çok işçi çalıştırılmıyordu. Toplam işçi nüfusu içerisinde Kırım Tatarlarının sayısı son derece az olup, bu az sayıda ki Kırım Tatar işçilerinin çoğunluğu da Bahçesaray ve Karasubazar’ da ki esnaf ve zanaatkârların yanında çalışmaktaydı.103
KALGAY DERGİSİ