EDİGE DESTANINDA OLAĞANÜSTÜ TİPLER
Yaşar KALAFAT
ASAM Kafkasya Masa Başkanı, Konrad Adenauer No: 61 Yıldız- Çankaya- Ankara- Turkey
ÖZET
Destanlar, dil, arkeoloji, musiki, folklor ve benzeri kültür verileri gibi milletlerin hayatında bir taraftan günümüzden uzak geçmişe birer kültür köprüsü iken, diğer taraftan da Türk dünyasında Türk elleri itibariyle kültür köprüleridir. Destan türünden köprüleri meydana getiren malzeme ise, daha ziyade içerdikleri tepkileridir. Aynı milliyete mensup destanların akrabalıklarını belirleme yöntemlerinden birisi de, onların tiplerindeki ortaklıktır.
Coğrafi alanı Altınordu, Uluğ Türkistan ve Sibirya Türkleri olan Edige Destanı,
diğer Türk destanları ile olağanüstü tipler itibariyle aynilikler göstermektedir. Nogay,
Kıpçak, Özbek gibi Türk halkları arasında varyantları ile birlikte bilinen Edige Destanı
için Rüstem Sulti’nin “Edigey” adlı eseri incelemeye alınmış, karşılaştırmaları
yapılmış, daha ziyade periden doğma özelliği üzerinde durulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER
Edige, Destan, olağanüstü tipler
EXTRAORDINARY FIGURES IN EDIGE EPIC
ABSTRACT
While epics are culture bridges from our today to our far past in nations’ lives,
as well as language, archeology, music, folklore and similar culture data, at the other
side they are cultural bridges by Turkish lands in Turkish world. Material, which forms
bridges such as epics, is mostly the reactions they include. One of the methods to
determine the kinship of the epics, which belong to the same nation, is the commonness
of their figures.
Edige Epic, whose geographical area is consisted of Golden Horde, Grand Turkestan and Siberia Turks, shows similarities with the other Turkish epics by the extraordinary figures it contains. For Edige Epic, which is known with its variations among Turkish peoples such as Nogay, Kıpcak and Uzbek; Rustem Sulti’s work named “Edigey” was analyzed, comparisons were made and rather, the speciality of being born by a fairy was stressed.
KEY WORDS
Edige, epic, extraordinary figures
Turkish Epic repertory perhaps creates the whealtiest oral literature existence of the world in the context of heroic texts. In the face of the whealtiness and variety of literary texts, it is not possible to say that satisfying analysis have been made. No doubt, there have been many precious researches in the dimension of books and articles.
Türk destan repertuarı hamasi metinler bakımından dünyanın belki
de en zengin sözlü edebiyat varlığını meydana getirir. Edebî metinlerin
bu bağlamda zenginliğine ve çeşitliliğine karşılık, aynı ölçüde bunlar
üzerine doyurucu incelemeler yapıldığı söylenemez. Hiç şüphesiz, bu
alanda kitap ve makale boyutunda pek çok değerli araştırmalar
yayınlanmıştır. Bunların tamamı bir araya getirilmiş olsa, sanırım ciltler
dolusu bir bibliyografya ortaya çıkar. Böyle de olsa, Türk dünyasında
vücud bulan destanların çeşitliliği ve zenginliği karşısında yapılan işlerin
bu denize ait bir katre üzerinde olduğu açıkça görülür.
Cengiz Han dönemi ve ardından Türk dünyasında, kahramanların
hayatının destanlaştırıldığını ve anlatıldığını hepimiz biliyoruz. Ten ve
Özi ırmaklarından İrtiş boylarına kadar uzanan geniş ovalarda Nogaylı
veya Kıpçak boyları halinde yaşayan Türkler arasında destan repertuarı
geçen zaman içinde bünyesine yeni kahramanların hikayeleri katar. Bu
sürecin XV. Yüzyılında yaşamış bir tarihi şahsiyet olan Nogay
beylerinden Edige’nin kahramanlıkları etrafında da yine böyle bir destan
oluşmuştur. Altınordu’nun Toktamış Han tarafından yönetildiği sırada bu
kahraman ortaya çıkmıştır. Destanın anlatımına göre, Toktamış ile Edige
arasında ceryan eden mücadelenin ardında mensup olduğu Nogaylı
boyların uğradığı haksızlıkların ve Edige’nin öldürülmesi için
Toktamış’ın düzenlediği planları kahraman, kendisine bağlı adamlarının
yardımı ile etkisiz bırakır. Altınordu topraklarını bırakıp Timur Bek’in
yanına erişmek üzere İdil’i aşıp karşı yakaya geçer. Timur Bek’in kızı
Akbilek ile kırk kulunu kaçırıp elinde tutan ve tek başına dünyaya
meydan okuyan Kara Tiyin alp adlı bir kahramanın varlığını duyar. Kızın
da yardımı ile bu kahramanı öldürür. Akbilek ile kırk kulunu kurtarır.
Timur Bek, kızını ve kırk kulunu kurtarıp kendine getirip teslim
eden Edige’ye büyük itibar gösterir. Derdini dinler, ona yardım etmek
ister. Edige olanları anlatır ve Timur Bek’ten yardım ister. Timur Bek,
her türlü yardımı yapar. Toktamış üzerine sefer açar. Sonunda Edige,
Nogaylı halkının başına geçer, han olur. Bütün bu maceralar, mücadeleler
Kırım’dan İrtiş boyları arasına kadar uzanan geniş sahada yaşayan Türk
destan anlatım repertuarında büyük akisler bırakır. Nogaylı veya Kıpçak
diye bilinen Türk boyları arasında şeşenlerin, yıravların “ bahşı, cırav,
jirav, yomakçı, comokçu, ırçı, ölengçi, akın veya yırçıların”
anlatımlarında bu maceralar bir destan metni hüviyeti kazanır. Her bir
Türk boyunun destan anlatıcısı repertuvarında XV. Yüzyıldan sonra,
Edige Han’ın maceralarını, kahramanlıklarını anlatan bir Nogaylı “Edige
Destanı”yer alır. Bir bakıma bu destan repertuarı, o yüzyıllarda umum
Türk destan anlatıcılığının müşterek repertuarıdır ve müşterek bir dil ve
üsluba sahiptir.
Türk dünyasının coğrafyası, XVI.yüzyıldan itibaren planlı bir Rus
istilasına uğrar ve XIX. yüzyıl yarısından sonra da büyük ölçüde
sömürgeleştirilir. Çarlık Rusya’nın ve ardından Sovyet yönetiminin
izlediği dil ve kültür politikaları ile müştereklikler yok edildi ve her bir
boya dil ve kültür, bir yeni kimlik, bir destan paylaşımı yapıldı. Fakat,
destanlar, bu yeni sınırlar ile kendilerini sınırlamaz ve halka daima,
Nogaylık, Kıpçaklık ve Özbeklik dönemlerini, kaçaklık günlerinde geçen
kahramanlıkları yeni şiveler ve yeni yazı dilleri içinde de olsa,
hatırlatmaya devam eder. Sanırım bu, destanların hayatiyetini ve zamana
ve güçlüklere karşı işlevlerini koruma yeteneklerini gösterir. Bugün,
dünyanın bir değişime uğraması belki daha farklı, daha insancıl bir
medeniyetin doğuşunu beraberinde getirecektir. Ve destanlar, insanlara
geçip geldiği maceraların neleri anlattığını, nerede hata yapıldığını
öğretecektir.
Edige Destanı, coğrafi açıdan bakıldığında eski Altınordu, Orta
Asya ve Batı Sibirya sahası Türkleri arasında yayılmıştır. Türkler
arasında tarihi kültür müşterekliklerini yansıtan edebi/ tarihi bir destan
metnidir. Bir bakıma Avrasya coğrafyası Türkleri arasında hemen hemen
bütün destanlar bu müşterekliği yansıtır, dense sanırım yanlış bir hüküm
olmaz.
Destanlarda ve destan metinlerinde üzerinde durulacak pek çok husus vardır. Türk destanlarının repertuar genişliği, zenginliği ve coğrafi yayımının azameti düşünülürse, bunların her birinin başlı başına çalışılması bile bir ömür alabilir. Türk coğrafyasında yaşayan eski Türk inançları üzerine çalışmalarını teksif etmiş bir kişi olarak benim burada üzerinde durmak istediğim husus, bir bakıma yine eski Türk inançlarıyla da ilgili olmalıdır, diye düşünüyorum. Bu nedenle, “Edige Destanı”nda yer alan olağanüstü tipler üzerinde duracağım.
Edige Destanı’nda olağanüstü yeteneklere sahip bilge kişiler yanı
sıra yetenekleri kadar her türlü kazadan beladan korunma güçleri ve
yenilmez kahraman özellikleri ile donatılmış kahramanlar karşımıza
çıkmaktadır. Fakat, bu özellikler sadece Edige Destanı’na mahsus bir
özellik değildir. Türk destanlarının büyük bir çoğunluğunda, kahramanlar
ile ilgili veya düşmanlarına ait bu tür özelliklere rastlamak mümkündür.
Atlarda bile dil bitip kahraman ile konuştuğu görülür. Onlarında
kahramanlar gibi olağanüstü niteliklerle donatılmış bir soydan geldikleri
konusunda destan metinlerinde soy ağaçları “secereler” anlatılır.
Kahramanlar gibi onların bineceği atlar da, olağanüstü nitelikle dünyaya gelirler.
Edige Destanı’da maceranın kahramanı Edige Han, dünyaya gelişi
ve hayatta kalışı açısından olağanüstü bir soy ağacı ila karşımıza çıkar.
Dip atası Baba Tükles adlı bir veli veya evliya tipidir. Bu daha doğrusu,
o eski Türk destanlarında sıkça görülen bir özellik ile dünyaya gelmiştir.
Anası bir “peri” kızıdır. Bu tür kahramanlara, olağanüstü yeteneklerinden
dolayı eski hikaye metinlerinde “perizad” sıfatı verildiği de bilinen bir
husustur.
Burada, Edige ve Kara Tiyin alp ile ilgili bu olağanüstülükleri bağlı bilgileri verecek alıntılar için Dr. Rüstem Sulti tarafından Türkiye’de yayınlanmış “Edigey” adlı eserden istifade edilecektir.
Toktamış Han, Temür Bek’ten kendisine gönderilen mektuba çok
kızar. Onun yaşlılık çağına isabet eden günlerde, Temür Bek, kendisinin
himayesine girmesini ister. Ve bunun kabul işareti olarak da, ünlü kuşu
Kara Laçin Töklü Ayak’ı kendisine göndermesini Toktamış’a bildirir.
Han buna çok içerler ve veziri Kutlukaya’yı yanına çağırıp danışır.
Görüşme ve konuşma Toktamış Han’ı hayal kırıklığına uğratır. Temür
Bek’in kendisine mektup yazması cüretini Kutlukaya’nın tutumuna ve
sözlerine bağlar. Kutlukaya bu isnatı reddeder ve bana inanmıyor isen;
“keser isen baş işte/ döker isen kan işte” der. Bu söze de aldırış etmeyen
Toktamış Han bildiğini okur ve Çakmağış Bey ile Dörmen Bey’ine
buyruk verir;
“Ey Dörmen Bey, Dörmen Bey/Ay Baltanı al, dedi/Ay bıçağın tak dedi/ Kutlukaya yalancı beyin/ Boynunu vur, kes dedi/ Periden aldığı kadını/ Beşikte yatan yavrusu/Onu da bırakıp giden/Periden olan anası/O çocuğu bul dedi/Beşiğinde vurup kes dedi” (sh. 41)
Dinleyici, destanın kahramanı ile ilk kez bu sahnede buluşur. O,
beşikte bir çocuk ama bir periden doğmadır. Babası da yine bir perizattır.
Kutlukaya’nın eşi, Edige’nin anası, bir perizattır. Çocuk hem beşeri ve
hem de insanüstü bir varlıktır. Daha doğrusu her iki meziyete aynı
zamanda sahip bir çocuktur. Çocuğu ölümden kurtarıcı bir vesile çıkması
kaçınılmazdır. Destan bu vesileyi, Kutlukaya’nın kan andı edip kardeş
olmuştu. Altı çocuğu vardı. Öne çıkıp Toktamış Han’a çocuğu
bağışlaması için ricada bulunur. Konuşması sırasında Kutlukaya’dan söz
edip şunları söyler: “Bir atası il idi/ Bir atası bey idi/ Onun da büyük
atası/ Baba Tükles Hoca Ahmet / Evliyalar piri idi” (42) Baba Tükles’in
Hoca Ahmed Yesevi ile aynileştirilmesi ile, kahramanın manevi
koruyucusunun ona bağlanması tesadüfi değildir. Türk dünyasında Hoca
Ahmed Yesevi’nin manevi nüfuzu ve otoritesi hiç eksik olmamıştır.
Fakat bu sözler de, Toktamış’ın öfkesini dindirmez ve çocuğun
öldürülmesine buyruk verir.
Cantemür Bek, buyruk ardından evine koşar, en küçük çocuğunu
alıp Kutlukaya’nın evine varır. Kutlukaya’nın çocuğunu beşikten çıkarıp
çizmesinin ediğine saklar ve yerine kendi çocuğunu kor. Böylece kan
andına sadakat gösterip andasının kökünü kurutmaz. Bu sırada Dörmen
Bey gelir. “Kobogul” diye çağrılan çocuğu, han buyruğu yürüsün diye
öldürür. Evi barkı yakıp yıkar. Ama ölen Cantemür bu çocuğa, ediğinde
saklayıp kurtardığı için “Edige” adını verir. Ve hiç kimse onu,
Kutlukaya’nın oğludur, diye de bilmez.
Koboğul, okur, büyür ve ünü etrafa yayılan bir yiğit olur. Toktamış
Han, baş edilmez bir yiğit olan Koboğul’u yanına alıp elinin altında
tutmayı düşünür. Bükemediği bileğe saygı göstermek mecburiyetinde
kalır. Toktamış Han, o huzura geldiği zaman farkında olmadan ayağa
kalkar olur. Karısı bu durumu görüp entrika çevirmeye ve Koboğul’u
ortadan kaldırmaya girişir. Edige, kendisi için düzenlenen bütün ölüm
tuzaklarından adamları sayesinde kurtulur. Toktamış Han, karısının isteği
ile, Koboğul’un kim olduğunu sınatmaya, kim olduğunu öğrenmeye
girişir. Pek çok kişi dener, bilemez. Sonunda, yüzdoksan yaşında bulunan
Subra Cırav, Koboğul’u sonra, kim olduğunu sonunda şu sözler ile
açıklayıp bitirir;
“Kamçı değer boynuna/Kan saçılır koynuna/ Çelenkli ulu başını/ Kesip alır şu oğul/ artık ben kişi tanımam/Eğer kişi tanısam/Kutlukaya Bey oğlu/Edige o, Koboğul”( sh. 72)
Yukarıda, insanların vasıflarına, sözlerine; sorularına verdikleri
cevaplar ve dış görünümleri ile değerlendirip kim olduklarını ortaya
çıkaran bir bakıma gayıptan haber veren olağanüstü kam/ozan tipiyle,
daha doğrusu Dede Korkut tipiyle karşılaşıyoruz. Bu tipin Kıpçak Bey ve
Kin Canbay gibi ikinci derecede olanlarına da destan da rastlamaktayız.
Edige, kendisinin kim olduğunu ortaya çıkaran Subra Cırav’ın
ardından Toktamış Han tarafından bir ziyafete çağrılır ve karısının sözü
üzre onu tutturup öldürtmeye karar verir. Bu işi öğrenen Edige’nin
adamları durumdan kendisine haberdar eder. Edige, bal şerbetini döküp
hızla dışarı çıkar ve beylerin bıçak darbelerinden kurtulup Tulpar atı
Timgil Çuvar’a binip dokuz yoldaşı bilece atlanıp idil suyunu aşıp karşı
yakaya geçerler. Ardlarından gelen kin Canbay ve adamları onlara
yetişemez ve İdil’i de aşamaz. Edige, suyun yakasında Kin Canbay ile
yaptığı uzun söyleşi sonunda şunları söyler: “Kırk yurt menzil
kurmasam/dediğimi yapmasam/Ben öcümü almasam/BabaTükles dedem
veren/Edige adım kurusun…/ Eskideki Cengiz’in/Kendisiyle dengim
ben”(83). Bu sözlerden, onun adının Baba Tükles tarafından verildiği ifade ediliyor ki, bundan anlatıcının bir çok şeyi birbirine karıştırmış olduğu akla gelmektedir. Bu genç Nogay beyinin kendini Cengiz Han’a denk sayması ilerde yapacağı büyük işlerin yol göstericisi kabul edilebilir. Hedefi itibariyle kahraman, Cengiz gibi bütün Türkleri bir araya getirip hanlık etmeyi düşünmektedir.
Edige yolda ikinci bir olağanüstü, kendine benzer bir tip ile karşılaşır. Bu, yukarıda belirttiğimiz gibi Kara Tiyin Alp adlı olağanüstü bir yiğittir.
Edige, arkadaşları ile konuşa konuşa at üstünde yol alırken
karşılarına bir “ sorgavul (nöbetçi)” çıkar. Ondan sorup soruşup Temür
Bek’in kızı Akbilek ile kırk kulunu tutsak edip tek başına saklayan Kara
Tiyin alp’ten söz eder ve “ Görmek isteyen görüp ölür/Görmeyen sağ
gider”(sh. 88)der. Son sözleri duyan Edige, yolunu değiştirip bu alpın
yattığı yurda çevirir. Bu alp er bir “Yosınçı gavuru’dur,yani farklı bir
dine mensubtur. Fakat o da bir perizattır. Edige, bu alpın yurt kapısından
bakıp yanında Akbilek’i görür. Kara Tiyin alp yatıp uyumaktadır. Kızla
konuşur ve yardım ederse onu öldüreceğini, ellerini bağlamasını söyler.
Sonunda, Edige, Kara Tiyin Alp’ı ölümcüm yaralar. Ardından şu sözleri
ona söyler:
“Mezarımı nerede bilmedim/Ölümüm kimden bilmedim/Bakıcıdan
bakımı baktırdım/Falcıdan falımı açtırdım/Bilgiçten büyümü sınattım/O
zaman bildim bu işi /Beni öldüren er olsan / O sen imişsin Edige / Gitme
gitme Edige/İki kardeş peri kızı/Ablasından ben doğsam/ Küçük
kardeşinden sen doğmuşsun /Ben ben diye övünme/Sen de doğdun
periden/Ben de doğdum periden” (sh.93).
Her iki kahramanın eşitsizliğini, perizat olmaları destanda ortaya
çıkarmaktadır. Edige’nin olağanüstü bahardılığı, yine olağanüstü işler
yapan biri karşısında sınanır. Bu kişi dünya üzerinde Temür Bek gibi bir
ulu sahip kıran kişinin kızını ve kırk kulunu tek başına alıp götürmüş ve
elinden kimse kurtaramamıştır. Edige, böyle bir yiğit karşısında başarı
sağlamak, onu öldürmek zorundadır. Dinleyici, onun tarafından daha
sonra başarılacak azametli işlere böylece destan anlatıcısı tarafından
hazırlanmış olur. Kahramanın, gerçekten olağanüstü işler başarması
aranır. Sıradan kahramanlıklar herkesin işidir. Ama bütün bunların
ortaya çıkabilmesi, onun /kahramanın doğuştan olağanüstü nitelikler
taşımasıyla ilgilidir. Bu inanç, eski Türk destanlarında sürekli var olan bir olgudur.
Edige, Kara Tiyin Alp ve Subra Cırav tipleri Türk destanlarında
farklı yapı ve görünümüler içinde de olsa, daima vardır. Türklerin atası,
yaz ve kış ilahlarının kızlarıyla evlenip ondan türemişlerdir. Oğuz Kağan,
ışıktan inen kız ile evlenmiştir. Dedem Korkut metinlerinde baş çoban
Konur Koca peri kızı ile evlenir. Doğan çocukları bazen Edige gibi uslu,
erdemli ve yararlı yiğit olur; bazen de “Tepe Göz” ve “ Kara Tiyin Alp”
gibi soyuna sopuna düşman kesilir. Soyuna düşman kesilenlerden hak
saklasın hepimizi.
Türk Dünyasından halk inançlarını incelediğimiz bölgelerde,
bilhassa Anadolu, Azerbaycan ve Kuzey Mezapotomya gibi Türk
ellerinde masallarında yaşayan halk anlatımlarında, ailelere gelin olmuş
peri kızlarından söz edilir. Eli bereketli çok becerikli peri kızları çok da
güzel olarak bilinirler. Daha ziyade su kenarlarında yaşarlar ve su perisi
olarak bilinirler. Bunların aileye girmeleri gibi çıkıp gitmeleri de
esrarengizdir. Bunlar doğan çocukların varlığı da anlatılır.
Ayrıca, perili mağara, perilikale, perili kaya perili meşe, anlatımları ve yer adları da vardır. Halk bazen peri ile cin’i eş anlamda da kullanılır. Peri padişahı olduğu gibi perili atlar da vardır.