KARAKALPAK DESTANLARI: GELENEK, DESTANCILAR VE DESTAN
ANLATIMI
Karl J. REICHL
Giriş
XIX. asrın Karakalpak şairi Berdaq bir şiirinde (“zler edim”) aşağıdaki
mısraları yazmış:
«Şr kitaptan» tura qaştım,
Navayıdan savat aştım,
Fızıvlıdan dürler şaştım,
Dilvarlardı izler edim.
Maqtumqulını oqığanda,
Aytar edim hr zamanda,
«Kemis bar ma, begler, onda?»
Sözin tavap qılar edim.2
Tercüme:
Dört kitaptan (yani Tevrat, Zebur, Incil, Kuran) kaçtım,
Nevâî’dan okuryazar oldum,
Fuzûlî’den dürler saçtım,
Dil ustalarını izler idim.
Mahtumkuli’yi okuduğumda
Söyler idim her zamanda:
“Kusur var mı, beyler, onda?”
Sözüne hürmet eder idim.
Berdaq, bu kıtalarda Orta Asya’nın klasik şairlerinin etkisini ifade ediyor. Bu
şairlerin hepsi eski Türk yazı dili olan Çağatay dilinde yazdıkları halde, her biri
başka bir edebî geleneğe bağlıdır. Ali Şir Nevâî (1441-1501) Özbeklerde Özbek
klasik edebiyatının en büyük temsilcisi sayılır. Fuzûlî’nin (1495-1556) yazdığı lisan
Azerî diline yakın olduğundan, edebiyatçılar bu şairi genellikle Azerî edebiyatına
ait sayarlar. Mahtumkuli’ye (?1733-?1781) gelince, o Türkmenlerin en meşhur ve
muhterem şairidir. Berdaq bu üç edebî gelenekten etkilenerek Karakalpak dilinde
şiirler, beş destan (“Aydos Baba”, “Ernazar biy” gibi destanlar) ve “Şejire” adıyla
da Karakalpakların manzum şeceresini yazmış.
Karakalpaklar Orta Asya’da yaşayan Türk halkları arasında küçük bir halktır.
Özbekistan’daki nüfusları takriben 400.000 olup; çoğunluğu Karakalpakstan’da,
yani Aral Gölü’nün güneyi ve batısında sakindir. Karakalpak dili Kazak ve Noğay
dillerine çok yakın olup bu diller gibi Türk dillerinin Kıpçak grubuna girer.
Karakalpakstan’da XX. asrın sonuna kadar güçlü bir sözlü edebiyat, özellikle epik
destan geleneği, vardı. Karakalpak halk şairlerine “baqsı” (bahşı) ve “jırav” denilir.
Berdaq gibi, baqsı ve jıravlar da komşu Türk halklarının edebî etkisindedirler.
Karakalpak destancılarının repertuvarı Özbek, Türkmen ve Kazak halk şairlerinin
repertuvarıyla ilişkilidir. Özbek ve Türkmen bahşıları gibi Karakalpak destancıları
da Göroğlu (Köroğlu) ve onun arkadaşları hakkında destanlar anlatırlar. “vezxan”,
“vez üylengen” (Ayvaz’ın evlenmesi), “Arap Rayxan”, “Qırmandli” ve
“Bzergen” adlı Karakalpak destanları Göroğlu/Köroğlu grubuna ait olan Türkmen
ve Özbek destanlarına çok benzer.3 1977 ve 1990 yılları arasında yayınlanan
“Qaraqalpak folklorı” adlı 20 ciltlik dizinin 13 cildi destanlara ayrılmıştır.4 Bu 13
kitapta 35 destan mevcuttur.5 Ancak, bu 30 destan haricinde Özbekistan limler
Akademisi’nin Karakalpak Dil ve Edebiyatı Bölümü’nün arşivinde daha birçok
destan bulunmaktadır. Bu destanlar arasında hem yayınlanmış olan destanların
başka versiyonları hem de henüz yayınlanmamış yeni destanlar vardır. Örneğin
“Şaryar” destanının yayınlanmış olan iki versiyonu dışında arşivde dört ayrı
versiyonu daha mevcuttur. 1990’dan sonra başka destanlar yayınlanmıştır. Bunlar
arasında “Er Şora”, “Amanbay Batır”, “Davletyarbek”, “Muñlıq – Zarlıq” ve “Gül –
Snavber” gibi destanlar vardır.
Karakalpak destanlarının en ünlüsü şüphesiz “Qırq Qız” destanıdır.

Bu
destanın iki versiyonu yazılmış ve yayınlanmıştır; birinci versiyon Kurbanbay-jırav
tarafından 1938 ile 1944 arasında yazılmış, Öteniyaz-jirav’ın destanı olan ikinci
versiyon 1961 yılında Kabul Maksetov tarafından kaydedilmiştir. Destanın konusu
şudur: Türkistanda, Nogay halkında, Allayar adlı bir beyin altı oğlu ve bir kızı
vardır. Kızının adı Gülayım’dır. Bu kız, yanına 40 kız alıp Miyveli adlı bir yere
şehir kurup, savaş sanatını öğrenip kendi yurdunun dışında yaşar. Gülayım böyle birhayat sürerken, Kalmuk hanı Surtayşa Nogaylara hücum edip, yurtlarını harap ederve halkı köleleştirir. Gülayım bu hadiseden haberdar olunca Kalmukları takip eder.
Ona uzaktan aşık olan Harezm kahramanı Arıslan yardıma gelir. Gülayım ve onunkırk savaşçı kızı ile birlikte Kalmukları yener ve Surtayşay’ı öldürür. Bundan sonraNadirşah Harezm’i fethetti, ama Arıslan Gülayım ile birlikte Harezm’i bu zalimşahdan kurtarır. Arıslan Gülayım ile evlenir – iki kahraman muradına erer. Budestanın bazı motifleri çok yaygınken, destanın esas konusu eşsizdir.
Destanın en ilginç özelliği eski Yunan mitolojisine benzemesidir. Gülayım ve onun 40 savaşçı
kızı Amazonlar gibi savaş sanatını öğreniyor ve muharebe ediyor. Karakalpak
âlimlerine göre bu destanda Massaget adlı bir halkın efsaneleri görülebilir.
Massagetler Eskiçağda Aral Denizi’nin güney tarafında yaşarken Perslara karşı
savaşmışlardır. Milâttan önce 529’da melikeleri (kraliçeleri) Tomris askerlerini
Büyük Kiros’a (kinci Kurus’a) karşı sevkedip Pers şahını öldürür. Ancak, bu gibi
tahminler için deliller bulmak güçtür.
Baqsı
“Baqsı” (bahşı) kelimesi Türk dünyasında eski bir sözdür. Bir kaç Türk
dilinde, meselâ Kazak dilinde, şamana “bahşı” denilir; başka Türk dillerinde,
meselâ Eski Uygur dilinde, “bahşı” sözünün anlamı “bilge, ruhani adam” dır ve
başka dillerde, meselâ Türkmen ve Karakalpak dillerinde, “bahşı” kelimesi halk
şairi manasına gelir.
6 Karakalpaklar arasında baqsı dutar ile şarkı söyler ve destanlar
anlatır. Genel olarak baqsı başka bir müzisyen ile çalar; bu müzisyen “ğircek”
denilen bir yaylı çalgı ile eşlik eder.
Son büyük Karakalpak baqsısı 1929-1997 yılları arasında yaşayan Genjebay
Tilevmuratov (Tilevmurat-ulı) idi. Genjebay destan anlatmayı ilkönce (1950’de
vefat eden) babası Tilevmurat-baqsı’dan öğrenmiştir. 7-8 yaşındayken dutar çalmayı
öğrenip daha 12 yaşındayken Yusup ve Axmet, Sayatxan ve H mra ve Qırmand li
destanlarını öğrenmişti. 1944’te ilkokulun 8. sınıfını bitirip 1950-54 yılları arasında
(bugün üniversite olan) Nukus Pedagoji Enstitüsü’nde okuduktan sonra 1956-60 bir
ortaokulda öğretmenlik ve ondan sonra gazetecilik yaptı, tiyatroda ve Nukus’taki
Özbekistan limler Akademisi’nin Karakalpak Dil ve Edebiyatı Bölümü’nde çalıştı
ve 1977’den itibaren emekliliğine kadar Nukus Radyo ve Televizyonu’nda çalıştı.
Örnek olarak Aşık Garip (Ğrip-aşıq) destanının bir pasajını sunmak
istiyorum.
Metin:
Eşit.rip, axu menen zarımdı,
Yarım kelgeniñdi bila bilmedim.
Trk yleyin namıs bilen arımdı,
Yarım kelgeniñdi bila bilmedim.
5 Sen hm kelerme dep külmedim oynap,
Hsiret qazanında pişpedim qaynap,
Qanjar urma tnde janımdı qıynap,
Yarım kelgeniñdi bila bilmedim.
Döhmet ylep nahaq töxpe qanımdı,
10 Sen men dep trk ettim dünya malımdı.
Sen yandırma burun janğan janımdı,
Yarım kelgeniñdi bila bilmedim.
Toy ötken soñ keldim köşkim astına,
Giyne ylep jan almaqtıñ qastına,
15 Snem özin taslar Ğrip üstine,
Köşki üstinde taqat eta bilmedim.7
Tercüme:
şit, Garip, benim ah ü zârımı
Yârim, geldiğini bilemedim
Terkeyleyeyim namus ile ârımı;
Yârim, geldiğini bilemedim
Sen gelir misin deyip gülmedim oynarken;
Hasret kazanında pişmeden kaynayıp.
Hançer vurma tenime canıma kıyma!
Yârim, geldiğini bilemedim.
Töhmet eyleyip nahak dökme kanımı!
10 Sen ben deyip terkettim dünya malımı.
Sen yandırma (yakma) öteden beri yanan canımı!
Yârim, geldiğini bilemedim.
Toy bittikten sonra, köşkümün üstüne çıktım.
Ümitsizlikten, canını almak kasdıyla
15 Sanem kendini Garip’in üstüne atacak.
Köşkü üstünde artık sabredemem.
Bu Karakalpak destanı içerik ve üslup bakımından Türkçe’deki Aşık Garip ile
Şah Senem hikâyesine çok benziyor. Örnek olarak verdiğim mısralar bu destanın
son kısmında Garip’in Senem’in zorlanmış düğününde baqsı olarak şarkı söylediği
pasajdan sonradır. Buna benzer bir pasaj destanın Türkmence ve Özbekçe
biçimlerinde de bulunabilir. Türk hikayesi ile Azeri dastanı farklı şekillenmiştir.
Bunların son bölümünde Senem’in okuduğu üç kıtanın birincisi şöyledir:8
Türkçe:
Dinle gel sözümü, aman ey Garip,
Hiç rahat etmedim, yâr, sen gideli.
Dikmedim libaslar, giydim karalar
Gezip salınmadım, yâr, sen gideli.
Azerice:
Canım sn qurban, qaragöz Qrib,
Rahat olmamışam, yar, sn gedli,
ynim geymişem qm libasını,
Geyib sallanmadım, yar, sn gedli.
Karakalpaklar arasında ebadı 50 ile 650 sayfa arasında değişen dokuz versiyon
bilinir.9 Gösterilen metin kıta şeklinde (murabba‘ Χ denilen şeklindeki tek nakaratlı
mısralara) bölünmüş ve Arıvxan nağmesinde söylenir.10
Genjebay-baqsı kendi
ifadesine göre yaklaşık 80 nama’ya sahipti. Demek ki bu gelenekte müziksel
düzenleme önemli bir rol hatta başrolü oynamaktadır. Aşk destanlarındaki mısralar
çoğu zaman ayrı bir şekilde nakledilir ve böylece destan anlatımından ayrılır.
Müzik unsurlarının vurgulanması yanı sıra ikinci bir nokta Karakalpak
baqsılarının bir özelliğidir. Kaydedilmiş (ve yayınlanmış) çeşitli biçimlerin metinlerini
karşılaştırınca metinsel değişimin örneğimizde olduğu gibi çok kısıtlı olduğu tespit
edilebilir. Bu, sadece bir baqsı mektebi veya bir dil dahilinde değil, farklı Türk
geleneklerinin birbirleriyle karşılaştırılmasında da geçerlidir. Bu destanın Karakalpak,
Türkmen ve Özbek versiyonları karşılaştırıldığında metinlerin çoğu zaman sadece
diller bakımından birbirinden farklı olması ve birinin diğerinin tercümesi gibi
görünmesi göze çarpar.11 Bu olgu için birbirini tamamlayan iki açıklama vardır. lk
olarak, bu üç Türk halkının biraraya geldiği yer olan Harezm’in konu ve üslupların
yayıldığı merkezi olduğunu göstermek mümkündür. Bunu dillerde de tespit edebiliriz:
Genjebay gibi Karakalpak dilinde destan anlatan Karakalpak baqsıları bile metinlerinde
pek çok ‘Özbekizm’ ve ‘Türkmenizm’ kullanmaktadırlar. Diğer taraftan Harezm’de
uzun zamandır destanların yazılı olarak neşredilmesi de yaygındır. Burada, sözlü
geleneğin yanısıra bir el yazması geleneği söz konusudur. Bu durum Ortaçağ
Avrupası’ndakine çok benzer. El yazmalarını okuyanlar özellikle qıssa-xan
denilenlerdir. Bu anlatımlar, okuma yazma bilmeyen destancılarda da metin istikrarı,
yani ‘doğru’ bir metin için bir bilinç yarattı. Fakat baqsıların da bazı destanların
tamamının el yazılı notları veya kayıtları vardır. Nitekim Genjebay-baqsı babasından
kalan el yazmalarına sahiptir. Gerçi anlatımında bu el yazmalarını kullanmamaktadır
ama bunlardan metinleri tekrar tekrar değişmez bir şekilde aklına getirmekte
yararlanmaktadır. Bu vak’ada baqsı destanları babasından, yani sözlü aktarımın
geleneksel üslubuna göre öğrenmiştir. Diğer taraftan yazılı aktarımın da önemli bir rol
oynadığı görülmektedir.
Jırav
Karakalpak destancılarının ikinci tipinin ismi jırav’ dır. Bu kelime, ‘şarkı’
anlamındaki jır, yır, ır kökünden bir türevdir. Jırav, qobız adlı arkayik bir enstrüman
çalar. Qobız kelimesi, Türkçe yazılmış olan Kitab-ı Dede Korkut’taki qopuz
kelimesiyle akrabadır. Orta Asya (Türkmen, Kazak) efsanelerinde ilk ozanın Dede
Korkut (Qorqut Ata) olduğunun ve qobızı icad ettiğinin anlatılması ilginçtir.
Karakalpak jıravları esasen Dede Korkut’tan ziyade Soppaslı Sıpıra Jırav’ı ataları
olarak kabul ederler. Efsaneye göre bu şarkıcı, 1377-1395 tarihleri arasında
Altınordu Devleti’nin hanı olan Tohtamış’ın sarayında yaşamıştır. Bu hanın Timur
ve 1395’ten ölüm tarihi olan 1419’a kadar Altınordu’nun emiri olan Edige ile olan
mücadelesi geniş bir alana yayılmış sözlü bir destanın konusudur. Edige (Edigü,
digey) adı altında bu destanın Tatarca, Başkurtca, Kazakça, Kırım Tatarcası,
Özbekçe Nogayca ve Karakalpakça versiyonları bulunmaktadır. 12 Bu destanın en
eski Karakalpakça versiyonu, 1903 yılında Şımbay’da (Nukus’un yaklaşık 60 km.
kuzeyinde) Bek-Muhammad adlı kırkbeş yaşındaki bir Karakalpak’tan yazılmıştır.
Bu destancının okuma yazması ve slami öğretiler hakkında en ufak bir bilgisi
yoktu. Onun metni, elyazmasını Aral Gölü bölgesinden getiren N. A. Belyaev
tarafından 1917 yılında yayınlanmıştır. Belyaev yayınına bir de tercüme eklemiştir.
13 Bu metin dışında bir düzine kadar Karakalpakça versiyon bilinmekte olup
bunlardan biri 1993 yılında tarafımdan Karakalpak jıravı Jumabay Bazarov’dan
(Bazar-ulı) kaydedilmiştir.14
Jumabay-jırav 1927’de Şomanay reyonunda doğmuştur. Yedi yıl boyunca okula
devam etmiştir. Daha çocukken destancı olmak istemiş ve ünlü bir Karakalpak jıravı
olan Esemurat-jırav Nurabullaev (Nurabulla-ulı)’in talebesi olma şansına sahip
olmuştur. Jumabay-jırav kırklı yıllarda üç yıl boyunca Esemurat-jırav’dan ders almıştır.
Esemurat-jırav’ın yanında kalıyor, ev işlerinde yardımcı oluyor ve jırava sahneye
çıktığı bütün şenliklere eşlik ediyordu. Esemurat-jırav’dan öğrendiği Edigü, Şaryar ve
Qoblan destanlarının yanı sıra Şora’nın bir kaç pasajını da biliyordu. Jumabay-jırav
2006 yılında vefat etti.
Diğer pek çok Türk halkının destanları gibi Karakalpak destanları da bir nazım ve
nesir karışımı şeklinde terkip edilirler. Umumiyetle nesir hikaye (tilavet), nazım ise
terennüm edilir. Mensur kısımlar bazen seci’ şeklinde terkip edilir. 15 Manzum
kısımların melodik çizgisi oldukça basit ve mükerrerdir. 16 Jırav, enstrümanı ile
hemahenk teganni eder, ayrıca bir mensur pasajın başında ve terennüm edilen bir pasaj
esnasında ara faslı olarak qobızla solo parçalar da çalar. Jumabay-jırav, teganni edilen
37 pasaj ihtiva eden kendi Edige versiyonunun icrası için yalnızca dört melodi veya
melodik kalıp kullanır. Eski Karakalpak destancılarının melodi repertuvarı daha genişti.
Öteniyaz-jırav yimbetov’dan (1883-1970) kaydedilen Edige versiyonunda yirmi kadar
melodi kullanılmıştı. Maalesef, elimizde melodilerin kendilerinden ziyade yalnızca
adları vardır. 1958 yılında başka bir Karakalpak destanı olan Alpamıs’ın (Alpamış) bir
bölümü Qıyas-jırav Qayratdinov’dan (1903-1983) teybe kaydedilmiştir. Teypler, 30’un
üzerinde melodi ihtiva eden müzikleri ile birlikte 1999 yılında yayınlanmışlardır.17
ilk olarak destanın Karakalpak versiyonunun içeriğini kısaca özetlemek
istiyorum:
Edige
Nogaylar üzerinde hüküm süren Han Toktamış’ın zamanında bir mezarlıkta
Baba Tükli Şaşlı Aziz adında bir adam yaşarmış. Günün birinde üç tane perinin
güvercin kılığında bir göle uçtuklarını ve orada yıkandıklarını görmüş. Baba Tükli
Şaşlı Aziz, perilerin kıyafetlerini saklamış ve perilerin en genci eşi olmayı kabul
edene kadar onları geri vermemiş. Ancak, perinin de şartları varmış. Baba Tükli
Şaşlı Aziz’in, perinin koltuk altlarını ellemesi, bileklerini görmesi, peri yıkanırken
ona yaklaşması ve de her cuma saçını yıkarken onu seyretmesi yasakmış. Ama BabaTükli Şaşlı Aziz bu yasağı çiğnemiş ve perinin koltuk altında güvercin kostümününgizli olduğunu, bileklerinin insan bileklerine benzemediğini, yıkanmadan önce içorganlarını çıkartıp bir tabağa koyduğunu ve saçını yıkamadan önce de kafasınıgövdesinden ayırdığını görmüş. Bunun üzerine peri, Baba Tükli’yi terketmiş amadaha önce altı aylık hamile olduğunu ve çocuğu, belirli bir yerde, belirli bir ağacınaltında dünyaya getireceğini söylemiş. Ancak bu çocuğu Baba Tükli değil de,Tuman Hoca isiminde bir adam bulmuş. Tuman Hoca çocuk sahibi olamadığındanHan Toktamış tarfından ülkeden sürülmüş ama başka ülkeye giderken verdiği birmolada hizmetkârı bu çocuğu bulunca Tuman Hoca da Nogayların yanına geridönmüş. Ama burada da Toktamış çocuğu kendi yanına almış ve Edigü adı verilenbu çocuk güçlü ve zeki bir delikanlı olmuş. Hanın eşi Karakaş-ayım, hanınEdigü’yü hep koruduğunu fark edince Edigü’yü kıskanmaya başlamış. Daha sonraEdigü’ye atların sorumluluğu verilerek saraydan uzaklaşması sağlanmış. AmaEdigü zekası sayesine gittiği yerde de namını duyurmuş. Bir çocuğun annesinin kim
olduğu sorunu yüzünden çıkan iki ayrı kavgayı sonlandırmış.
Hanın eşi, Edigü’nün ölümünü istemiş. Bunun üzerine zehirli katık ikram
edilen Edigü bunun farkına varıp, hanın sarayını ve Nogay topraklarını terk etmiş.
Gitmeden önce altı aylık hamile olan eşi Karasaş ile vedalaşmış ve 14 yıl sonra geridöneceğine dair bir söz vermiş. Toktamış, Edigü’nün ardından vesiri Kenjembay’ıgöndermiş. Ama Edigü, hanın geri dön emrini kabul etmeyerek vezire hakaretetmiş.
Edigü daha sonra, Satemir’in (Timur’un) sarayına varmış ve burada çok iyi
karşılanmış.
Ancak burada Edigü’nün, hanın kızını, Dev Alip Baba Kara Tiyin’in elinden
kurtarmasını beklerlermiş. Bunun üzerine Edigü, devin yanına at tımarcısı olarak
sokulmuş. Edigü bir atış müsabakası esnasında hemen hemen kendisi kadar uzağanişan alınca dev, korkarak Edigü’den kaçmış. Ama Edigü hemen devin peşinedüşerek, onu bulmuş ve elinde tutsak olarak tuttuğu hanın kızı Akbilek’in yardımıile öldürmüş. Timur, Edigü’ye müfakat olarak hükümdarlığının yarısını veAkbilek’i eş olarak vermiş.
Edigü’nün Timur’un sarayına sığınışından üç ay on gün sonra Karasaş,
Nuraddin adında bir erkek çocuk dünyaya getirmiş. Nuraddin büyüyünce
Toktamış’ın kötü veziri ona iftira atarak ondan kurtulmak için Nuraddin’e tehlikeli bir görev vermiş.
Buna göre Nuraddin Barsa-Kelmes (Gidip de-Dönülemeyen)
topraklarına gidip, oradan 360 yaşındaki Soppaslı Sıpıra-jırav’ı hanın sarayına
getirmeliymiş. Bu uzun ve zorlu yolculukta genç Nuraddin’nin dedesi Baba Tükli
de koruyucu olarak torununun yanında gitmiş. Nuraddin, jırav’ı bulmuş ve hanın
sarayına gelmeye ikna etmiş. Sıpıra-jırav, Han Timur’un sarayında daha önceleri
hem Cengiz Han için de destan ve türküler söylediğini anlatmış hem de huzuruna
çıktığı Altın Orda Devleti’nin hükümdarlarını saymış. Daha sonra Toktamış’ı,
Nuraddin hakkında uyarmış ve onu öldürtmezse Nuraddin’in kendisini öldüreceğinisöylemiş.
Nuraddin’i sarhoş edip bıçaklama teşebbüsü hem Nuraddin’in babasının
iki arkadaşı, hem de Baba Tükli’nin yardımları sayesine başarısızlıkla sonuçlanmış.
Bunun üzerine Nuraddin, Timur’un sarayına kaçarak orada babasını bulmuş ve
böylece baba ve oğul duygulu bir şekilde kavuşmuşlar.
Nuraddin’in Nogay bölgesinin durumu hakkında anlattıkları Edigü’de,
Toktamış’tan intikam alma arzusunu uyandırmış. Timur ve askerlerinin yardımı ileEdigü ve Nuraddin Nogay’a doğru yola koyulmuşlar. Kısa süren birkaç
çarpışmadan sonra barış ilân edilmiş ve dil’in (Volga nehrinin) güneyindeki bölge
Edigü’ye, kuzeyindeki bölgede de Toktamış’a verilmiş. Ancak sadece üç ay sonra
tekrar savaşlar başlamış ve bu esnada Toktamış kaçarken Nuraddin tarafından
öldürülmüş. Ancak Vezir Kenjembay’ın Nuraddin’i babasına karşı kışkırtmaları
sonuç vermiş ve Nuraddin o öfkeyle Nogay topraklarını terk etmek icin atına
kırbacı vurunca, kırbaç çözülerek Edigü’nün gözüne saplanmış ve gözünü çıkarmış.
Nuraddin, Preñ-Padişah ülkesinde bir ejderha öldürmüş. Günün birinde eşi ve
oğlu ile Nogay topraklarının sınırları civarında karargâhını kurduğunda bir kadınıboğulmaktan kurtarmış.
Bu yaşlı kadın çok yüksek bir para cezasına çarptırıldığı
için canına kıymak istemiş. Bu kadının üç oğlu ile paylaştığı her bacağı birine ait
olan bir keçisi varmış. Yaşlı kadının payına düşen bacak yaralı ve bu yüzden
sargılıymış. Keçi sargısı ateş alınca bunu söndürebilmek için tarlalarda sağa sola
koşmuş ve tüm mahsulü yok eden bir yangına sebep olmuş. Ancak Nuraddin
sorumluluğun bu yaşlı kadında olmadığını ve suçun oğullarında aranması
gerektiğini söylemiş: Çünkü eğer bu keçi yürüyemez olsaydı tarlalar da
yanamazmış. Edigü bunu duyunca Nuraddin’in yakınlarda olduğunu anlamış.
Böylece Edigü, oğlu Nuraddin’i yanına getirtmiş ve kavuşmaları şerefine tahtını
Nuraddin’e devretmiş.
Destanın başlıca şahısları olan Edige, Toktamış ve Timur’un tarihî şahsiyetler
olması bakımından Edige tarihî bir destandır. Hikâyenin ana planının vakayiname
ve diğer kaynaklardan bildiğimiz şekliyle tarihî hadiseleri aksettirdiği gösterilebilir.
Tabii ki kahramanlık destanlarında da fantastik ve efsanevî unsurlar vardır. Edigü
doğaüstü olan soyuna rağmen Nogaylar’ın kahramanı olarak gösteriliyor. Altın
Orda Devleti’nin yerine gelen Nogay Ordası, sadece Nogay geleneğinde kendi
ırklarının başlangıç noktası olarak görülmüyor. Bu görüş Karakalpaklar için de
geçerlidir. Tarihi gerçeğe baktığımızda hiç bir zaman hakan olmayan Edigü
destanda, Nogaylar’ın hanı (ayrıca Timur mparatorluğu’nun da yarı hanı)
konumuna getiriliyor ve aynı zamanda Karakalpakların oluşumunun ilgi odağı
oluyor. Edige bir kahramanlık eseri olarak etnik türeyiş eserlerini temsil ediyor:
Kendi ırkının soyu gösteriliyor. Burada en çok, aşiret ve kabile yapısına sahip ve
bireylerin etnisitelerine göre belirlenip bir sıraya dizildiği o asıl göçebe
topluluklarında bir bireyin, herkesin ortak olduğu bir köke bağlı oluşu önemlidir.
Yukarıda da işaret ettiğim gibi, Karakalpak jıravlarının birçoğu, sanatlarını,
Edige destanındaki kahramanlardan biri olan efsanevî şarkıcı Sıpıra Jırav’a kadar
götürmektedir. Karakalpak sözlü destan geleneğinin bu kabataslak tarifini,
Edige’nin Qıyas-jırav Qayratdinov’un ağzından derlenen versiyonunun kapanış
pasajının dizelerinden yaptığım bir alıntıyla bitiriyorum:
25 Sözlerimde joqdur yalğan,
Qalayıqtan orıñ alğan,
Edigeniñ dstanı
Soppaslı jıravdan qalğan.
Talqan etip salğan sorav,
30 Xannan altın alğan sıylav,
Şkirt bolıp alğan eken
Qaraqalpaq Düysenbay jırav.
Şkirt bolıp alğan qolğa,
Jüde şeber göne jolğa.
El gezip etken brqulla,
Düysenbaydıñ şkirti
45 Aytqış jırav Seydulla.
50 Şkirt düzip öz aldına,
Belgili mkan jaylavğa,
Yad etip sözdi yadına
Seydulla jırav taratqan,
Edigeniñ dstanın
55 Pütkil qaraqalpaq xalqına.
Qaraqalpaqtı aylanıp,
65 Qırq jıl xalıqqa jırlağan,
Edigeniñ dstanın
Qıyas jırav torlağan,
Şıqqan jerin sorasañ
Qıyastan qalğan bul dstan.
Tercüme:
25 Sözlerimde yoktur yalan,
Halk tarafından bana makam (şeref makamı) verilmiştir,
Edige’nin dastanı
Soppaslı-jırav’dan kalmadır.
Hikayeyi şekle şemale sokup sorular sordu,
30 Handan para ve şeref aldı,
Şâkird olarak aldı
Karakalpak Düysenbay-jırav.
Şâkird olarak aldı ele,
Eski yoldan giden büyük bir usta,
Halk arasında gezedurdu,
Düysenbay’ın şâkirdi
45 Hatip jırav Seydulla.
50 Etrafına şâkirdler toplayıp,
Bilinen yaylaklara gidip,
Sözleri hafızasına alıp,
Seydulla-jırav yaydı,
Edige’nin dastanını
55 Bütün Karakalpak halkına.
Karakalpaklar arasında dolaşıp,
65 Kırk yıl halka yırladım (şarkı söyledim),
Edige’nin dastanını
Qıyas-jırav yaymıştır,
Çıktığı yeri sorarsan,
Qıyas’tan kaldı bu dastan.
Destancılara, hikayeleri üzerinde otorite sağlayan ve onları hakikati
söylediklerine kani kılan, uzun bir gelenek aktarıcılar silsilesine dahil oldukları
bilincidir. Burada ‘hakikat’, objektif yollardan doğruluğu tespit edilebilen veriler
veya tarihî belgelere ya da arkeolojik bulgulara dayanan bir hakikat olmayıp,
otoriteye dayanan hakikattir. Destancı, hocalarının meşru varisi olmak sıfatıyla uzun
zaman önce Toktamış ve Timur devrinde neler olduğunu anlatmaya mezundur. Bu,
yüzlerce yıl geriye giden ve günümüzde yani 21. yüzyılın başında son tamamen
geleneksel Karakalpak jıravı Jumabay-jırav’ın vefatıyla maalesef son bulan bir
gelenektir. “Söz gider, hatıra kalır.”