0 Comments

Tatar düğünlerini anlatan aşağıdaki sohbet tadındaki seri yazı sayın Ayhan ÖKMEN in 
http://karayavsan.blogspot.com sitesinden alıntılanmıştır

Tatar düğünlerini doğal bir tarzda ve sohbet tadında anlatan bu seri yazı Ayhan ÖKMEN in yakınları olduğunu sandığım İsmail Hakkı KALKAY ve Cevriye KALKAY a ithaf edilmiş gibi gözüküyor, ve şöyle diyor.”Onları daha sık ziyaret edeceğim, beni geçmişe bağlayan en güçlü şey onların sevgisi çünkü… “

TATAR TOYU

köy düğünleri – 1öncelikle, düğünler hakkında anlatacaklarım kesinlikle subjektif, gözleme dayalı ve yılların ardından aklımda kaldığı kadarıyladır. ilave/düzeltme yapmak isteyenler yorumlarını bırakırlarsa gerekli revizyonlar seve seve yapılır.

düğünleri üç kategoride anlatmaya çalışacağım:
(i) Kız düğünleri
(ii)erkek düğünleri
(iii) salon düğünü
(iv) sünnet düğünleri

şimdii, benim çocukluğumun düğünleri hep yaz aylarında yapılırdı. kış düğünü hiç hatırlamıyorum; bir tek Hatice teyzemin düğünü Ekim ayı içinde yapılmıştı yamulmuyorsam.

kız düğünleri ile başlayalım. “kız düğünü” kız tarafın köyde olduğu; dolayısıyla “konak, hava, kına, tokuz” gibi güzelliklerin yaşandığı düğünleri anlatmak için kullanılırdı.

düğünler genellikle perşembe günü öğleden sonra başlardı. “konak” tabir edilen; genellikle ambar, garaj gibi geniş açıklıklı, yüksek kerpiç binaların kızların toplanıp şarkılar söylemesi/oyun oynaması için düzenlenmesi ile oluşturulan geçici eğlence merkezi perşembe günü öğleden sonra açılırdı. düzenleme dediğim de 30-40 cm genişliğinde kalasların kerpiçler üzerinde çepeçevre sıralanması, üzerlerine de muşamba/kilim gibi bir şeylerin serilmesi işiydi. konak genellikle düğün evinin yakınlarında bir yerlerde kurulurdu, son zamanlarda köy kütüphanesi ( ya da başka bir şey) olarak yapılan o ucube, sevimsiz binanın da konak olarak kullanıldığını hatırlıyorum)

“gelin kız” genellikle konağın sol köşesinde oturur, hemen yakınında yakın akrabalar veya komşu köylerden gelen “ağır ablalar” konuşlanırdı. şaşmaz bir şekilde kıdem sıralaması olurdu: büyük kızlar gelinin yakınında, daha küçükler ve daha daha küçükler kağı tarafına doğru…(gelin kızın konağa gelişi ile ilgili bir ritüel hatırlamıyorum) ilk saatlerde genellikle yakın akraba kızları ile köyün ufak kızları olurdu konakta. bir de düğünlerin olmazsa olmazı çocuklar tabii. gündüz saatinde genellikle teypten dönemin gözde şarkıları çalınırdı. Köy delikanlılarının medenileşme süreci içine girmiş olanları gelin kızı tebrik etmek için “kızsal alan” içine girerlerdi.

gün bitip akşam yemeği sonrasında konak yükünü alır; köyün tüm kızları ve o gün gelen diğerleri toplanıp otururlardı. özellikle uzak şehirlerden gelen ( bir de tamamen yabancılar) konağın en gözde kızları olurdu. köyün delikanlıları (gene yaş kıdemine göre) konağın dışarıya açılan kapısında sıralanır, içerideki kızları seyrederlerdi. ağır abiler daha geç saatlerde gelir, şöyle bir bakış attıktan sonra dışarıda muhabbetin -ve şişenin- dibine vururlardı.

bir de köy kadınlarının gruplar halinde gelip oğullarına/torunlarına gelin adayı baktıkları ritüel vardı ki bu satırlarla o anın keyfini anlatmak mümkün diil. kadınlar içeriye doluştukça kalabalık artar; delikanlılar kadınlara gitmeleri için baskı kurmaya çalışırdı. işte o anlarda efsanevi şarkı patlardı : “ayva sarı nar sarı / sarıya konar arı / genç kızların içinde / ne arar kocakarı “

bu sırada sıcak hava, içerinin kalabalığı, sigara dumanı ve yerden kalkan toz birbirine karışır, nefes almak güçleşirdi. işte o anlarda “hava” mekanizması devreye girerdi. büyük abiler “ava!, ava!” diye bağırarak içerdeki delikanlıları dışarı “davet” ederlerdi. bu kısa zamanda konağın kapıları kapanır, iki üç tane konak bekçisi kapıda dururdu.

burada sevgili “Kabadayı” için bir paragraf açacağım. Rahmetli Remzi dayı, bazı zamanlarda ağır adımlarla konağın çevresinde dolaşır, köy genci/yabancı demeden delikanlıları bir bakışıyla uzaklaştırırdı. Nur içinde yatsın…

şarkıların avaz avaz çalıp gelin adayı kızların hünerlerini gösterdikleri bir anda delikanlılar tarafından bir ses gelirdi bazen, müzik kesilirdi. “şuuvvvv” ( ya da şın) olarak adlandırılan bu olay, müziği durduran şahsiyetin özlü bir kaç sözü şiir formatında söylemesinden ibaretti. genellikle ortada oynayan yabancı kızlara hafiften asılma/sarkma/laf dokundurma amaçlı, herkesi güldüren bir kaç mısralık sözlerdi bunlar. ne yazık ki aklımda herhangi bir tanesi kalmamış.

kız düğünü iki üç gece bu şekilde konakta geçerdi. Düğün evinde olanları bir sonraki postta yazacağım, bugünlük “konak” kavramını irdeliyoruz. Kına gecesi dediğimiz cumartesi gecelerinde gelenlerle birlikte kalabalık son haddine ulaşır, içeride göz gözü görmezdi.

başka köylerden gelen delikanlılara “konak” ziyaretinin yasaklanması da sık sık karşılaşılan bir durumdu. böyle zamanlarda köyün “sota” yerleri çeşit çeşit “caş“la dolar, her köşede başka bir muhabbet olurdu. değişmeyen olaysa içiki içilip kavga çıkma olasılığının zirve yapmasıydı.

bir sonraki post : düğün evi, düğün hazırlıkları, yemekler, konakbaylar…

düğünler-2hangi düğün olursa olsun, düğün hazırlıkları günler öncesinden başlardı. “lojistik” le ilgili toptan satınalmalar yapılır, erkeklerin-kadınların oturacağı evler, konak ya da “meclis” yeri belirlenirdi. “konakbay” tabir edilen servis elemanları için önceden belirleme yapılmazdı, onlar kendiliğinden bu göreve talip olurlardı. burada en stratejik nokta “aşgana“da yemek yapacak kadınlar olurdu. şen şakrak teyzeler biraraya gelir, sürekli çay-sigara eşliğinde hem yemek pişirir hem de sohbet (dedikodu?) yaparlardı. bildiğim kadarıyla, düğün sahibi yemek pişiren teyzelere küçük hediyeler verirdi düğün sonrasında.

ikinci stratejik nokta da çay ocağıydı. orada da bitmeyen bir muhabbet çay suyunun buharına karışır, çay ocağı sabahtan akşama kadar hiç durmadan çalışırdı.

Düğünlerde şaşmaz, değişmez bir menü sunulurdu konuklara. Perşembe (ya da cuma) öğleden sonra “kavelte” çıkarılırdı. yanlış hatırlamıyorsam, ikindi sonrasında köyün adamları düğün evine gelir, etli patates yemeği ve “ulkum” yerlerdi.

akşam yemekleri daha az katılımla gerçekleşir, en kalabalık yemekler gündüz verilirdi. genellikle şehriye çorbası ( bazen düğün çorbası da denilen yağlı-etli bir çorba, tatarcası “kalce“), pilav-et, “koşap” ve tatlı.

tatlıyı ayrı bir paragrafta geçeceğim. iki tür tatlı ikram edilirdi: Tulumba tatlısı ya da “paklava” tulumba tatlısı Polatlı’da herhangi bir pastaneden alacağınız şerbet bulamacı olurdu. amaa, o baklava! el yapımı, kat kat incecik hamurlarla yapılmış, şerbetin içinde yüzen o caanım baklava. bizim oralardan başka hiçbiryerde rastlamadığım enerji bombardımanı. ööle fıstık-fındık gibi katkılara ihtiyaç duymadan, sadece hamur-şeker ve odun ateşinin muhteşem sonucu.

neyse, düğün anılarına devam edeceğim. bugünlük bu kadar.

düğünler-3bugün dersimiz düğünlerde müzik. “şalgılı toy” dediğimiz, genellikle Eskişehirden gelen elemanlardan oluşan “street band” ler olurdu düğünlerde. (her düğünde olmazdı ne yazık ki) düğün sahibinin ekonomik durumuna göre en az üç elemandan oluşan saz takımı sanat icra ederdi düğünlerde. klarnet “gırnata” ve darbuka olmazsa olmazıydı saz heyetinin. duruma göre keman, cümbüş ya da saz olurdu ilaveten. ( son zamanlarda elektro saz hepsini bastırıyordu)

gündüzleri düğün evinde, akşamları da konakta ya da mecliste, gecenin bir vakti de “şırak / koraz / sıpra” aktivitelerinde ortamı şenlendirirlerdi. ortada oynayanlara takılan/yapıştırılan paralar elemanların gelir hanesine kaydedilirdi genellikle.

küçüklüğümde, yaşlı kadınların en çok istediği şarkı olarak “kırmızı gülün alı var” ve “uzayıp giden şu tren yolları” nı hatırlıyorum. tabii en çok misket, fidayda ve “mevlana” çalarlardı oyun sözkonusu olduğunda.

çalgıcıların olmadığı durumlarda kasetlerle müzik ihtiyacı giderilirdi. şimdiki gibi CD lerin olmadığı yerde ileri-geri almalardan dolayı kaset sarılması, kafanın temizlenmesi gibi “instant” çözümlerle müzik dinlenirdi. her düğünün ya da her yazın moda bir şarkısı olurdu tabii. (aynı şarkıyı iki gün içinde 50 defa dinlemek alışık olmayan bünyelerde kusma etkisi yaratırdı.)

kızlar konakta genellikle kendileri şarkılar söylerdi. kime ait olduğunu bilmediğim birkaç tane tef ve darbuka mevcuttu. Darbukalar genellikle büyük kızların elinde dolaşır, küçük kız çocukları teflerle şıngır şıngır ses çıkartmaya bayılırlardı.

o günlerden kalma şarkıları burada yazmıştım zaten. düğünleri yazmaya başlayınca herhangi bir düğünden aklımda bir şarkı kalmıştır diye çok zorladım kendimi, sadece ( ne alakaysa) dr. alban’dan “no coke no eroin” adlı felsefi şarkıyı hatırladım.

bir sonraki post düğün katılımcı profillerinin süper subjektif sınıflamasını anlatacak.

düğünler-4Her düğün kendi kahramanlarını yaratsa da hiç değişmeyen düğün tipleri vardı. bunlar zamanında katıldığım bütün düğünlerde hep aynı davranışı, aynı konuşmayı, hatta aynı kıyafeti giyip dolaşan tiplerdi. işte onlardan bir demet :

Konakbaylar :ne düğünü olursa olsun farketmez, konakbay ruhlular affetmez. bu arkadaşlar kendi düğünü olsun ya da olmasın birilerine çay, yemek servisi yapmayı, getir-götür işlerinde olmayı pek severlerdi. çalışkan karıncalar misali sürekli ellerinde birşeyler taşırlar, ortada dolanmayı pek severlerdi. erkek tiplerin görevi dah düğün hazırlıkları ile başlardı. ( köy okulundan sıraların alınması ve römorka yüklenmesi başlıbaşına bir ritüeldi, şimdi o an geldi gözümün önüne.)

Kavgacı şirinler
Her düğünde içip içip hır çıkaran ve genellikle dayak yiyen tippler vardı. Bunlar genel olarak konak ya da meclis civarında olup herhangi bir şekilde paylaşımcı olmayan, kendi dar çevreleri ile yüzyıllardır yaptıkları aynı muhabbete devam eden zamanın hızlı gençlerinden oluşuyordu. Civar köylerden gelip karanlık bir sokakta dayak yiyen nice gençler biliyorum.

Kırcımanlar
“Kırcıman” çağına gelmiş, saçlarına ak düşmeye başlamış bir dönemlerinde düğünlerin alışılagelmiş örf-adet ve geleneklere uygun sürdürülmesi ve sonlandırılması konusunda kendilerini sorumlu hisseden amcalardı. ( şimdi düşünüp bakıyorum da kendim o yaşa geldim, ama kendimi –o anlamda- hiç “amca” olarak görmüyorum) zamanında her tür içkili ortamdan geçip edindikleri deneyimleri gecenin karanlığında yakın buldukları gençlere aktarmayı seven adamlardı onlar.

Oyuncu yaşlı teyzeler
Konaktaki kızları seyretmekten keyif alan, düğün evinde fırsat buldumu ortaya çıkıp oynayan, konakbaylığa meyiliniz olduğunu hissettiğiniz an çay,su, sigara gibi talepleri ardı ardına sıralayan sevimli yaşlı teyzelerdi onlar.

Çocuklar
düğünlerin tadını en çok onlar çıkarırdı tabii. ööle zamanlarda evde yemediği yemeği yer, akşam daha geç bir saatte dışarıda olur,delikanlıların giremediği/çıkarıldığı konakta mutlaka yer bulurlardı.

Misafir Kızlar
bazıları küçük dünyayı yarattım havasında, küçük adımlarla oynamayı seven, hanım hanımcık gözükmeye çalışan şirin yaratıklar… bir iki tanesi köy delikanlılarının favorisi olur, kına gecesinde en çok eziyet edilen kız ünvanını kapardı. en popüler olanları konakta tam oyuna kaptırmışken elemanlardan birinin “şuvvv” aytması ile inceden laf yerlerdi.

Şepıyık – Baco (Karayavşana has yerel karakterler)
her düğünün en çok kazanan ikilisi olurlardı. böyle mübarek günler öncesinde Polatlı’dan kasa kasa bira getirir, sıcak-soğuk demeden büyük amme hizmeti yaparlardı. Hey gidi günler hey! Onlar için ayrı birer post açılacak elbette.

düğünler-5 ( kına gecesi)Genellikle cumartesiyi pazara bağlayan gece olurdu. düğün evine yakın bir ev “kına evi” olarak düzenlenir, konağın dağılması sonrasında kınaya kalması uygun görülen kızlar bu evde balık istifi doluşurlardı. Kına evinin etrafında “kına bekçisi” olarak “atanan” büyük abiler olurdu. bunlardan bazılarının ellerinde “sopa” da olurdu ( gerçekten)

kına evi genellikle “iki ya da üç göz” odalı, tercihen arka penceresi olmayan ve çevresi kontrol edilebilir mahiyette stratejik bir noktada seçilirdi. kızların büyük çoğunluğunun duracağı genel mekanın tek penceresi “kına penceresi” olarak belirlenirdi. pencerenin yerden çok yüksek olmaması kına koyma işlemi sırasında delikanlının konfor koşulları açısından önemliydi.

kına ritüeli başlayana kadar kına koyduracak elemanlar köyün çeşitli noktalarında “piyz” olayını gerçekleştirirlerdi. Neler içilmezdi ki ? en saf ve naif haliyle bira, çay bardağında rakı, kola veya fanta ( o zamanlar yedigün daha yaygındı) ile votka / cin. daha bir gözünü karartanlar viski. daha daha gözünü karartanlar bu içikilerden sorasıyla içerlerdi ve kına evinin yakınlarında bir yerlerde “bızavlamak” tabir edilen kusma eyleminin en sanatsal örneklerini sergilerlerdi.

ööle herkes kına da koyduramazdı. öncelikle civar köylerden gelip kına koydurmak büyük olaydı. istisnai olarak akraba ya da çok tanıdıklara bu izin verilir, genellikle “misafire kına yok” kuralı uygulanırdı. kına koyduracak olan “caşlar” konu ile ilgili olarak büyükler tarafından eğitime tutularak bir güzel dalga mevzuu olurlardı.

genellikle kına koydurulacak kızlar önceden belirlenir, ama kına penceresine gidene kadar kimseye söylenmezdi. gecenin sonunda herkesin aynı kıza kına koydurmuş olması da matraktı.

neyse, kına olayının başlama vuruşu kına penceresine çıkarılan gaz lambası ile olurdu. etrafta tilki gibi dolaşan gençlik ürkek adımlarla kına evine yaklaşır, kına bekçisinden onay alan delikanlı pencereye gelirdi. kına evinde penceredeki kızlar köyün büyük kızlarından olurdu. delikanlı kimi istediğini söyler, içerde karanlıkta oturan yüz tane kız da kıkırdayarak bu sohbete misafir olurdu.

büyük ablanın uygun gördüğü kız gelir, delikanlının eline kınayı yakardı. burada en can alıcı söz, öğretildiği şekilde, “beş kuruştan balaban/ on kuruştan kışke bossun” idi. ömrü boyunca beş kuruş, on kuruş görmemiş köy delikanlısı elini uzatır, kızın insafına kalmış şekilde avucuna kına boşaltılmasını beklerdi. hanım kızımız kına tepsisinden göz kararı kınayı alır, avucunda şöyle bir çevirir ve elemanın avucuna yapıştırırdı. ( uyanık kızların kınayı avuç içinde çay tepsisi kadar büyüttükleri de olurdu) kına işlemi sırasında eleman dili döndüğünce sohbet etmeye çalışır, içerdeki kızların eğlencesi olurdu. olay bitince elamanı eli mendil ile sarılır, bir de kızdan bir sigara yakması istenir, herkese ii geceler dilenerek pencereden uzaklaşılırdı.

buraya kadar işin tatlı yanı. bir de kına sohbetinin uzaması durumunda kına bekçisi ya da elemanın arkadaşlarından biri gelip arkadan tekme ya da sopa ile sağlam bir vuruş yaparlar; delikanlı da acısını içinde hapsetmek durumunda kalırdı.

popüler kına kızları bir saatten sonra uykuları ikide bir bölündüğü için ya da pencereye gelen elemandan pek haz etmediği için oplayıf poflayarak gelir, yarım ağızla bir şeyler konuşur giderlerdi. bir de büyük kızların istenen kızın yerine geçip elemanı saf yerine koyması olurmuş, ki bu olaya direkt şahit olmadım, teyzemin yalancısıyım.

sonraki post “asri kına”

düğünler-6 ( asri kına)kına gecesinin en sofistike uygulamasıdır asri kına. herkese nasip olmayan, gerçekleşmesi için çok özel şartların yerine gelmesi gerekli olan, gerçekleştiğinde de hiç kimsenin bilmemesi gereken “private” bir durumdur.

şöyle ki; asri kına koyduracak elemanın kına evindeki büyük kızlarla ve dahası kına bekçileri ile arasının sağlam olması, asri kına koydurulacak kızın olaya hazır olması (tercihen aralarında geçmişe dönük ve geleceğe yönelik hesap/niyet olması) , kına evinin fiziksel şartlarının asri kına olayı için uygun olması ( pek havalı cümle oldu, bildiğiniz ikinci, boş bir odadan bahsediyorum) gibi önkoşulların yerine getirilmesi gerekirdi. sonrasında, asri kına koyduracak eleman bir gölge gibi sessiz ve derinden içeri süzülür; kına evine getirdiği hediyeleri vasrsa bırakır ve odaya geçerdi. içerdeki muhabbet ööle saatlerce sürmezdi tabe, büyük ablaların dönem dönem tacizleri ile kesilir, zaman su gibi akar giderdi.

bu satırların yazarı hayatında bir kere, çook da matrak bir asri kına gecesi yaşadı da ondan böyle yazıyor. o geceden geriye çok keyifli kişisel anılar kaldı; yıllar sonrasından selamlar olsun o odadaki herkese.

düğünler – 7 ( meclis -1 )Galiba hep kız düğünlerini yazdın hatırladığım kadarıyla… daha keyifli olan ve uzun süren erkek düğünleri olurdu aslında. hele bir de “işkı barsa” içki her ihtimalde olurdu da, ev sahibinin sofra kurup yaş gruplarına göre adamları davet etmesi daha bir görkemli olurdu. böyle düğünlerde kavga çıkma olasılığı diğerlerine göre kat kat daha fazlaydı, şişede durduğu gibi durmuyor güzelim içki.

neyse; okul masalarının üzerine serilen beyaz kağıtlar, sıra sıra yerleştirilen rakı kadehleri, o caanım peynirler, salatalar, vs.vs. Hepsi akşamın bir saatinde gelip yemeye içmeye başlayacak adamlar için hazırlanırdı. akşam olup içerisi kalabalıklaştımı “meclis” seçimleri yapılır, o güzel insanlar o yüce mevkilere seçilirlerdi:

Kartagası, sağ bey, sol bey, alaybey, kürekeci bey,kapıcı bey ( lütfen eksik/yanlış hatırlıyorsam düzeltin)

sonrasında yeme içme başlar, sohbet,muhabbet gecenin ilerleyen saatlerine uzardı. “kıyev kısesi” adı verilen; damada aktkı amaçlı para toplanması faaliyeti gerçekleştirilirdi bir ara. sonrasında da, düğün sahibinin içki masrafını azaltmak adına geliştirilen o muhteşem geleneğe sıra gelirdi:

Soyundurma!

masadakilerden biri bir arkadaşı için sudan bir sebeple şikayette bulunurdu şu sözlerle:

-Kartagası, sağ bey, sol bey, kapıcı bey, kürekeci bey, alay bey, meclisiniz cümleten kayırlı bolsun!
– Alla razı bossun!
– Mırat arkadaşımdan bir şıkayetim bar! penerin en maylı kısmı ep o aşay!
– Soyundurun!

buna benzer diyaloglar sonrasında soyundurulan elamanın cezası kesilir, ya bir 70 lik ya da tavuk benzeri bir yiyecekle geri dönene kadar saatine falan el konulurdu. böyle akşamlar öncesinde, düğüne gelenler zaaten hazırlıklı gelir; arabanın bagajından ya da sağlam bir yere sakladığı zulasından rakıyı kapıp gelirdi. tavuk istenenlerse köyde gözlerine kestirdikleri bir kümese girip işi halletmeye çalışırlardı. ( aslında eskiden böyleymiş, benim zamanlarımda tavuk olayını da yanında getirmeye başlamıştı elemanlar) gelen tavuklar “aşgana“daki kadınlara teslim edilir, yarım yamalak pişirildikten sonra da meclise takdim edilirdi. (bu gece ile ilgili küçük bir detay da soyundurulan elemanların hazırlıksız yakalanmaları durumunda rakıyı düğün sahibinden satın aldıkları da olurdu)

bugünlük bu kadar, müsaade edin bu yazdıklarımın üstüne bir kadeh rakı içeyim bu gece. aklımda eski zaman şarkıları, çok zamandır görmediğim dostlar / başka bir boyutta göreceğim büyükler eşlik etsin bana.

düğünler – 8 ( şırak / koraz / sıpra )kız düğünlerinde konak eğlencelerinin son gecesinde “koraz telleme” olurdu yamulmuyorsam. ( buraları tamammen hayalide uydurmuş olabilirim ) kesilip temizlenmiş bir horoz renkli kağıtlarla süslenip tepsi içine yerleştirilir, kızlar da kıdem sırasına göre tepsiyi alıp oynarlardı.

benzer bir atraksiyon da “meclis” akşamında yaşanır; renkli kağıtlarla bir tür fener yapılırdı. ( çocukluğumun sisli puslu anılarında, ahırlıkuyu’daki bir düğünde ismet dayımın ağzında sigarası, bir elinde rakısı ile çok güzel bir “şırak” yaptığını hatırlıyorum. buradan, rahmetli “Süslü İsmet’e” bir selam çakalım, varlığıyla düğünlere kattığı tüm güzellikler için) Gecenin epey bir saatinde, köy evinin “azbarında“, içkinini ayarını epey kaçırmış meclis elemanlarının çalgıcıların yanık nağmeleri eşliğinde şırakla beraber oynamaları adettendi. “Şırak” olmadığı zamanlarda da “sıpra” çıkarılır; orta boy tepsi içinde bir iki tabak ve bir kaç rakı bardağı ortaya çıkıp oynayan erkeklerin elinde yükselirdi.

gecenin o vakti çoluk çocuk epey bir adam toplanır, ortada oynayanları seyrederlerdi. ortada oynayan elemanlara “çember” türü kenarları el emeği göz nuru ile işlenmiş “marama“lar bağlanırdı. rakıyı fazla kaçırmış elemanın koluna takılan yeşil çemberin rengini algılayamayıp “ille de yeşil olsun” tadında itirazları gecenin ince tatları arasında yer alırdı. bu arada oyunun en melodik anında birisi “şuvv” aytar, eğlenceye neşe katardı. ortada oynayan elemanlara yapıştırılan paralar çalgıcıların ekip şefinin önündeki çantada toplanırdı.

gene yanlış hatırlıyor olabilirim ama, ortada oynayan elemanın kayda değer bir “dans performansı” sergilemesi “bilmemkımın ulu bir oyun töşedi!” şeklinde ifade edilirdi.

Heyhaaat, kalmadı o güzel günler artıkın !!!

düğünler – 9 (gelin alma)eveet, düğünler serimizin sonuna geliyoruz artıkın. gerçi daha anlatılacak bir sürü şey kaldı ama, çok da hakim olmadığım konular var. ( satuv, iy cayma, tokuz, cavşu, bıliş, kelın alma detayları vs.vs.)

genellikle cumartesi günü ve gecesi köyevinde yapılan eğlencelerden sonra pazar günü olay sonlanırdı. son gece içip içip dağıtan köy delikalılarının kendilerini toplarlaması o gün epey uzun sürerdi doğal olarak. bununla birlikte, kız evi-erkak evi olması dolayısıyla farklılıklar yaşansa da, düğün evi gene hareketli olurdu.

önceki gecenin ( hele bir de büyük kavga çıkmışsa ) dedikoduları ile birlikte gelin alma/verme seremonisi hazırlıkları yapılırdı.

Erkek tarafında gelin arabası olarak belirlenen arabanın yıkanması süslenmesi işi ( şimdiki gibi çiçekçiye götür de süslesin zamanları değildi) araba sahibi ya da damadın yakın çevresi tarafından belirlenirdi. gelin almaya gidecek arabalar hazırlanır, rota belirlenir ve (kararlaştırılan saatten daima daha geç olarak) yola çıkılırdı. gelin başka köydense köy girişine yakın bir yerde karşı köy delikanlıları konvoyu durdurur ve “tokuz” adı altında genellikle rakı ( para olurmuydu bilmiyorum, o olayda hiç olmadım) alırlardı. sonrasında gelin arabası köye ve gelin evinin azbarına girer, damatla birlikte dayı/amcalardan biri veya birkaçı içeri girmeye çalışırdı. bu sırada “adet görme” adı altında ayakbastı parası alınırdı erkek tarafından. ( bizim oraların adetleri hep damadı soymaya yönelik, gereksiz bir savurganlık içeren geleneklerdi diye düşünüyorum şimdi)

neyse, ağlama seansı ve edilen dualar sonrasında gelin arabaya bindirilir, geride gözüyaşlı ana-baba bırakılarak erkek tarafının çoğunlukta olduğu güruhla birlikte Polatlı’ya doğru hareket edilirdi. arada bir yerde, bu defa da erkek tarafının delikanlıları da konvoyu durdurup çember vs gibi şeyler alırlardı. polatlı’da film çekimi ve kuaför ( belki de önce oluyordu) aşamaları da geçtikten sonra ( ki buralarda da tüm harcamalar damat tarafından karşılanırdı) Polatlı Belediyesi düğün salonuna gidilirdi. orada ya direkt nikah kıyılırdı, ya da “salon toy” dediğimiz tadından yenmeyen ve güzel yurdumun hemen her tarafında benzer klişelerle dolu olarak gerçekleştirilen sıcak yaz günü eğlencesi gerçekleştirilirdi.

http://karayavsan.blogspot.comAyhan AKMAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar