LİNK:AKTAV TATARLARI – NOGAYLAR
yaşama tarzını ölçüt alan Haynes (1977: 184), Tahtacıların “dilleriyle, örf ve âdetleriyle yerleşik yaşayan Türklerden ve Yürüklerden çok farklı” olduğunu ileri sürmekte; bu bağlamda “Yürükler”in “dikdörtgen siyah çadırlarda”, “Tahtacılar”ınsa “keçe kaplı yuvarlak çadırlarda” yaşadıklarından; “ortodoks Türklerin” aksine kadınlarının tesettürsüz olduğundan ve erkeklerle birlikte yemek yediklerinden söz etmektedir.
,
,
Anadoludan topak ev görüntüleri
———————————————–
———————————————-
Genellikle tarihçiler, “Ağaç-Eriler”in Anadolu’ya sonradan geldiklerine dair bir uzlaşma içinde olmalarına karşın, ne zaman geldikleri ve kim oldukları konusunda değişik görüşler ileri sürmektedirler. “Ağaç-Erilerin” kökenleri üzerine XX. yüzyıldan itibaren, farklı tezler ileri sürülmüştür. Bunlar şöyle özetlenebilir:
a) “Ağaç-Eriler”, göçebe Oğuz boylarından ayrı bir Türk topluluğudur
b) “Ağaç-Eriler”, göçebe Oğuz boylarındandır
c) “Ağaç-Eriler” Oğuz, Kıpçak ve Uygur Türklerinden biraraya gelen soylarla oluşan topluluktur
Konuyla ilgili her üç tezin üzerinde birleştiği temel nokta Baha Sait (1994a), Atalay (1991:31), Süleyman Fikri (1927:478), Yusuf Ziya (1929a:64), Fındıkoğlu (1946:3),Oğuz (1976:245), Roux (1987:232), ve Türkdoğan (1995:117, 170)’ın da vurgulayarak belirttiği gibi, “Tahtacıların”/”Ağaç-Eriler”in “Türk” olduklarıdır. Ancak, Tahtacıların etnik kökenlerine yönelik bu saptama, beraberinde yeni tezleri getirmektedir:
İsmail Engin
b) “Aktavlı” Aşireti, Tahtacı Aşiretlerinden (sadece) Biridir
Genelde Tahtacıları “Ağaç-Eriler”in devamı sayan Yılmaz (1948:11-12),Baha Sait’in aksine, 12 aşiretten oluşan [ki Yılmaz (1948)’ın dışında Tahtacı aşiretleri üzerine bilgiler veren Yusuf Ziya (1929b), Toros (1938a), Ülkütaşır (1968), Özbayrı (1972), Fığlalı (1981), Seyirci (1990), Birdoğan (1992) ve Asan (1995) konu üzerinde bir uzlaşmaya varmış değildir ve her bir araştırmacı Tahtacı aşiretlerinin gerek sayıları, gerek adları üzerine ayrı ayrı bilgiler sunmaktadır] “Ağaç-Eri Türkmenleri”nin 12. aşiretinin adının -Tahtacıların kökeninin değil, Tahtacı aşiretlerinden yalnızca birinin- “Aktavlu”/”Aktavlı”, “Sarı Saltık”ın da “Aktav Türkmenleri”nden olduğunu belirtmektedir.
“Aktavlı” aşiretinin, Tahtacı aşiretlerinden biri olduğu şeklindeki görüşe, daha sonra yalnızca Çağatay (1970:671)’da -ki ona göre Tahtacılar “Ağaç-Eriler”in torunlarıdır- rastlanılırken, konuyla ilgili ayrıntılı açıklamayı Yılmaz (1948) vermektedir. Yıl-maz (1948:12-13)’a göre, 12 “Ağaç-Eri” aşiretinin 11’i Kuzgun Denizi, Erdebil’le Horasan üzerinden Anadolu’ya geçmiş, yalnız “Aktavlılar” Aktav yarımadasından Tuna kıyılarına yerleşmiş ve oradan Kazdağı’na gelmiştir. Daha sonra “Aktavlılar” üzerine bilgiler veren -genelde adını vermese de Baha Sait’in yazdıklarını tekrarlayan ve Tahtacıların kökeni dışında genelde onun görüşlerine katılan- Yılmaz (1948:14-15), onlar için, “Aktav’dan Tuna boyuna göç eden Türkmenler oldukları şüphe götürmez bir gerçektir” demektedir.
Görüldüğü gibi, Yılmaz (1948) her ne kadar “Aktavlılar”ı Tahtacıların ataları olarak görmese de onların Anadolu’ya geliş yollarından hareketle yeni bir tez oluşturmaktadır: Tahtacılar -Ağaç-Eriler-, genelde ve yoğunlukla Horasan üzerinden, kısmen Aktavlılar aracılığıyla Tuna-Balkanlar üzerinden Anadolu’ya gelmişler; aynı kökenden olan, göç yollarıyla tarihsel süreç içerisinde birbirlerinden ayrılan aşiretler, zamanla Anadolu’da buluşmuşlardır. Oysa, Erden (1982:74), bu tezin doğru olmadığı yolunda görüşler ileri sürmektedir. Erden (1982:74), Kazdağı Tahtacılarının/ Türkmenlerinin çadırlarını incelerken onların bu yöreye yerleşimlerini şu şekilde açıklamaktadır:
“Yöremiz türkmenleri eldeki tarihi belgelere göre 13. yüz yıldan itibaren Karasi Oğulları tarafından yöreye Bizans saldırılarını durdurmak ve yöreyi türkleştirmek için bilinçli bir şekilde yerleştirilmişlerdir. Moğol baskısından da kaçan bazı türkmen aşiretlerinin Batı Anadolu’da büyük sayılara ulaştıklarıda bir gerçektir. Daha 11. yüzyıldan itibaren Selçuklu Uç komutanlarından Çaka Bey komutasında pekçok türkmen aşiretlerinin de Ege bölgesinde İzmir-Edremit’e kadar geldikleri de tarihi belgelerle ortadadır. (…) Yöremiz türkmenlerine de bölgede ‘tahtacı’ ‘ağaç eri’ gibi adlar verilmektedir.”
Erden’in bu açıklaması, XIII. yüzyılın sonunda Bizans sınırındakiTürkmenlerin önemli bir kısmıyla Moğollardan kaçarak “uca” gelmiş Türklerin Osman Bey’in bulunduğu yöreye gelerek ona yardım ettiğini belirten Uzunçarşılı (1982: 108)’nın saptamasıyla daha da anlam kazanmaktadır. Ancak, Uzunçarşılı (1982:78) bununla yetinmeyerek, XIV. yüzyılın başlarında Balıkesir yöresiyle Çanakkale taraflarında -içinde Kazdağı’nın da bulunduğu yörede- kurulan Karasi Beyliği’nin kurucusu “Karesi Bey”in Moğollardan kaçarak kendisine gelenlerle birlikte, “Dobruca’dan gelen Sarı Saltuk türkmenleri’ni” egemenliğindeki bölgeye yerleştirerek Türk nüfusunu arttırdığını, tarihsel belgelerle açıklayarak karanlıkta kalan bir noktayı aydınlatmaktadır.
Uzunçarşılı’nın bu açıklamaları, Sarı Saltık’ı ya da Sarı Saltuk’u, dini açıdan din büyüğü, ulusu ve siyasi açıdan da boy başı gibi işlevleri olan; XIII. yüzyılın ikinci yarısında 1263’te Selçuklular döneminde büyük olasılıkla Çepnilerden gelen Türkmen aşiretlerinin Dobruca yöresine yerleşmelerini yönlendiren ve buradaki Türkmen aşiretlerini yöneten, savaşan derviş tipinin örneği olarak gören Mélikoff (1993:31-32, 143, 201)’un bulgularıyla karşılaştırılınca, ortaya çıkan sonuç söyle özetlenebilir: XIV. yüzyılın başlarında içinde Kazdağı’nın da bulunduğu Balıkesir, Çanakkale yörelerindeki Karasi Beyliği’ne yerleşen Dobruca’dan gelen Sarı Saltuk Türkmenleri büyük bir olasılıkla Çepniydiler. Yılmaz (1948) belki de farkında olmadan yukarıdaki açıklamalarıyla Tahtacıların değil Çepnilerin sözü geçen yörelere yerleş(tiril)melerini anlatmaktadır.
Öte yandan, Baha Sait (1994a)’in ve Erden (1978)’in belirtilen yörelerde; Koşay (1954)’ın ise Ege bölgesinde -Manisa’da- Çepni/Çetmilerle [ki Andrews (1989:69), kimi yörelerde -örneğin Balıkesir- Alevi oduncuların kendilerini Tahtacı olarak değil, Türkmen ya da Çepni/Çetmi olarak adlandırdığını ileri sürmektedir] Tahtacıların yanyana yaşadıklarını vurgulamaları bu bağlamda önemlidir. Buradan hareketle söz konusu durumun, konuyla ilgili yukarıdaki açıklamalarında Yılmaz (1948)’ı yanıltmış olabileceği düşünülebilir. Diğer taraftan, Tahtacı aşiretleri arasında Aktavlı aşiretinin yer aldığına ilişkin Yılmaz (1948) ve Çağatay (1970)’ın ileriye sürdüğü görüşü destekleyen verileri, konu üzerine çalışma yapmış diğer araştırmacılarda (bkz. Yusuf Ziya 1929b; Toros 1938a; Ülkütaşır 1968; Özbayrı 1972; Fığlalı 1981; Seyirci 1990; Birdoğan 1992 ve Asan 1995) bulmak da mümkün değildir.
Bütün bunlar, “Tahtacılar, kısmen Aktavlılar aracılığıyla Tuna-Balkanlar üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir” şeklindeki bir tezi tümüyle geçersiz kılmaktadır. Özellikle, Yusuf Ziya (1929a:71; 1929b:68)’nın Tahtacı aşiretlerinden, sadece “Eseliler”den ayrılan bir grubun “Rumeli” tarafına gittiklerini; “orada bir müddet kaldıktan sonra Sultan Mahmut devrinde” ve “Üsküdar tarikile” Anadolu’ya nakledildiklerini; bunun için “Üsküdarlı” adını aldıkları yönündeki saptamaları, bu açıdan son derece önemlidir. Yusuf Ziya (1929a:71-72; 1929b:68) aynı aşiretin değişik yörelerde “Cingöz” ya da “Sivri külâhlı” olarak farklı adlarla anılabildiğine dikkat çektikten sonra, “Üsküdarlı” aşiretine Manisa Karaoğlu Köyü, Bergama ve Menemen yöresinde “Sivri külâhlı” denildiğini belirtmekte; aslında “Cingöz”, “Sivri külâhlı” ve “Üsküdarlı” olarak adlandırılan aşiretlerin birbirlerinden farklı değil, aynı aşiret olduğuna değinmektedir.Aynı yöndeki bulgulara, Yılmaz (1948:15) da Tahir Harimi Balcıoğlu’nun “Türk Tarihinde Mezhepler” adlı eserine dayanarak kimi farklılıklarla yer vermektedir:
“İkinci Murat devrinde Anadolu’da karışıklık çıkarmaları korkusuyle ‘Germeyanlı, Afşarlı, Çavdarlı, Samaganlı, Varsak’ oymaklarını Rumeli’ye gönderip yurtlandırmış ise de bunlardan Samaganlı oymağı İstanbul; Üsküdar yoluyla tekrar Anadolu’ya döndüklerinden ötürü Üsküdarlı adını almışlardır.”
Yılmaz (1948:12, 14)’a göre, Üsküdarlı aşireti aynı zamanda “Sivrikülâh (Samaganlı)”dır. Samaganlıların Üsküdarlı olduğuna dair görüş, konu üzerine çalışan araştırmacılar tarafından kabul görmemiştir.
Tahtacıların neden Rumeli’ye gittiklerine ilişkin olarak Yusuf Ziya’nın açık bıraktıktığı, Yılmaz’ın ise kısmen bilgi verdiği soruya, daha net bir yanıtı Çağatay (1970: 670) ve Fığlalı (1981:352)’da görmek mümkündür. Söz konusu soruyu Çağatay yüzeysel, Fığlalı’ysa daha ayrıntılı yanıtlamaktadır. Fığlalı, Anadolu’da yaşayan kimi Türkmenler gibi, “Safevilere” bağlılık gösteren Tahtacı aşiretlerine engel olmak için kimi Alevi topluluklarla -ki Çağatay (1970: 670)’a göre Teke yöresindeki Alevi topluluklarla- Osmanlılar tarafından Rumeli’ye “sürüldüğünü” savunmaktadır. Özellikle bu noktada, Safevi bağlantılarından yola çıkarak, Tahtacılarla Bulgaristan’daki Alevi toplulukları karşılaştıran Jong (1995)’un saptamaları son derece önemlidir. Bulgaristan’daki Alevi toplulukların 16. yüzyılda Osmanlı’nın sürgünlerle zorla yerleştirdiği “Safevi Alevileri”nin arta kalanlarından ibaret olduğu, şeklindeki görüşleri göz ardı etmeyen Jong (1995:69-73)’a göre, bunu kanıtlayacak temel niteliğe sahip belgeler olmamasına karşın, etnografik veriler, Gerlova ve Rodop Dağlarındaki “belli bazı grupların Safevi-İslâmi ögelerini koruduklarını göstermektedir” ve bunların “Safevi köklerine sahip olmaları -dayanmaları- olanaklıdır.” Ancak Jong, bu toplulukların Tahtacı olduğuna dair herhangi birşey söylememektedir.
Gerek Yusuf Ziya (1929a-b)’nın, gerek Yılmaz (1948)’ın ve gerekse Fığlalı (1981)’nın bu saptamalarından çıkan sonuca göre, kimi Tahtacı aşiretlerinin şu ya da bu nedenlerle Anadolu’dan Rumeli’ye geçtikleri (ya da göç ettirildikleri); zamanla Rumeli’nden tekrar Anadolu’ya geri döndükleri (ya da döndürüldükleri) ve aynı kökenden olan, göç yollarıyla tarihsel süreç içerisinde birbirlerinden ayrılan Tahtacı aşiretlerinin Anadolu’da tekrar biraraya geldikleri ileri sürülebilir.
İsmail Engin
“Aktavlı”/”Turkopol” (mu?)
Araştırmacıların kimileri Tahtacıların Aktavlı Turkopollar ve onların kalıntıları, kimileriyse bu görüşe hiç değinmeden, Aktavlıların bir Tahtacı aşireti olduğunu savunmaktadır. Her iki tez, Tahtacıların göç yolları üzerine farklı tezlerin ileri sürülmesine de neden olmaktadır. Söz konusu tezler, kısaca şu şekilde özetlenebilir:
a) Tahtacılar, “Aktavlı Turkopollar”dır
Baha Sait (1994a-b), “Türk”/”Türkmen” olarak ele aldığı ve değerlendirdiği Tahtacıların, dil özelliklerine bakmakta ve konuşmalarının “Oğuz” lehçesine değil, Divânü Lugat-it Türk’te verilen “Hakani” lehçesine benzediği görüşünden hareketle, onların “Hazer-Kuzgün denizinin Acıderye körfezi yörelerinde” yaşayan “Aktav (Aktağ-Akdağ) Türkmenleri”nin kalıntıları olabileceğini ileri sürmektedir. Öte yandan, genellikle, Anadolu’daki Türkmenlerin yerleştikleri yerlere kendi aşiret adlarını verdiklerini belirten Sümer (1980), Ak-Dağ’a yer adı olarak değinmektedir (bkz. Sümer 1980:515). Sümer, bununla yetinmemekte Ak-Dağ’daki aşiretlerden Karalu, Kırklu, Hisar-Beğlu, Kızıl-Kocalu, Söklen’den (ki Sümer için onun en büyük aşireti Saru-Halillu’dur) söz etmektedir (bkz. Sümer 1980:178). Bundan farklı olarak, Sümer (1980:681) eserinin “İlâveler Bölümü”nde verdiği “Dizin”de yer alan “El (Kavim), Oymak, Boy, Devlet ve Hânedan Adları”nda “Akdağlı”lara da yer vermektedir. Sümer (1980:618-632)’e göre konuyla ilgili olarak, “Anadolu ve Suriye’deki Türkmen Oymakları ile İlgili Listeler”den, XIX. yüzyılın ikinci yarısını içeren “Dr. Çakır Oğlu’nun Batı Anadolu’daki Yörük Oymaklarına Dair Listesi”nde “Aydın Vilâyetinin Güney-batısı ile Diğer Yörelerinde Yaşayan Oymaklar” kısmında “Akdağlı” aşiretinin Nazilli yöresinde yaşadığı belirtilmektedir. Adı geçen listeyi, Hasluck tarafından 1922’de yazılan “Cristianity and Islam under the Sultans” adlı eserden aldığını belirten Sümer (1980: 629), listede yer alan aşiretlerin tamamının, eserin yazarının ileri sürdüğü gibi “heteredoks” olmasını “kesinlikle” doğru bulmamasına karşın, bu konuda başka bir açıklama da getirmemektedir. Bütün bu bilgilerin, gerek Ak-Dağ yöresindeki aşiretlerle, gerekse “Akdağlı”larla Tahtacılar arasında her hangi bir bağlantı kurulması için yeterli olmadığı söylenebilir.
Diğer taraftan, Baha Sait (1994a:80)’e göre,
“Tahtacı Türkmeni doğal konuşmasında ‘ben’ yerine ‘men’, ‘getirmek’ yerine ‘geltirmek’, ‘alırdı’ yerine ‘alutdi’ der” ve bu “Oğuz lehçesi” değildir; “‘Hakani’ lehçesine” “çalmakta”dır. Diğer taraftan, Zeynep Korkmaz‘ın 1956 yılında yayınlanan ve “Güney-Batı Anadolu Ağızları Ses Bilgisi (Fonetik)” adını taşıyan eserinde, Anadolu’daki Türkmen boylarının dilinin Azeri lehçesi grubuna girdiği ve bu ağızların Orta Asya Türkmencesiyle karıştırılmamaları gerektiği; metin saptamalarından Tahtacıların ağız özelliği bakımından daha çok Yörük grubunda yer aldığı; ağızdaki ses, şekil ve yapı bilgisi özelliklerinin bazen yerli ağız özelliklerine, bazen de Türkmen özelliklerine benzediği açıklanmaktadır. (Bkz. Korkmaz 1956:XXXVIII-XXXIX; krş. Oğuz 1976: 241)
Yukarıda belirtilen teze göre, o tarihlerde Tuna boylarında yaşayan “Aktav Türkmenleri”, -büyük bir olasılıkla XIII. yüzyılın sonları ya da XIV. yüzyılın başlarında- Osman Bey’e karşı Bizans’ı savunmak isteyen Bizans İmparatoru’nun onlardan oluşturduğu bir “Turkopol ordusu”yla Anadolu’ya gelmiş ve kendi diliyle konuşan Osman Bey’in askerlerine silah çekmeyerek, savaştan çekilmiş; bunun üzerine “Turkopol ordusu”nun Tuna’ya dönmesini engellemek için Bizans, Çanakkale boğazını kapayınca, “Aktavlı Turkopollar” Kazdağı yöresinde kalmıştır (Baha Sait 1994a:80). Hemen bu noktada belirtilmelidir ki, Kazdağı yamaçlarında kurulmuş bulunan Tahtakuşlar Köyü’nde Kazdağı Tahtacılarına özgü etnografik malzemeyi toplayarak, Tahtakuşlar Köyü Özel Etnografya Galerisi açan Kudar (1994:3)’a göreyse, Tahtacılar orman ürünlerini işlerken,
“Fatih Sultan Mehmet (o zaman adı Sultan Mehmet) gemi kerestesi biçtirmek için kendilerini İda Dağı’na davet eder. Ancak bir kısmı gelir. (…) İda Dağı’na gelenler Sarıkız efsanesiyle karşılaşınca dağın adını Kaz Dağları olarak değiştirip kutsal sayarlar”.
Kazdağı, Tahtacılar için çok kutsal bir yerdir.
“Sarı Şaman mezhebinden olan Aktavlıların müslüman olmaları üzerine kadim ilâhların ve ilâhelerin merkezi Kazdağı islâmi perdeye bürünerek kutsallaşıp Sarı Kız makarrı ve bütün alevi Türkmenlerinin mabedi olmuştur ki 23 ağustostan güzün ilk gününe kadar her alevi Türkmen yedi yılda bir defa burayı ziyaret etmek ve kurban tığlamak (kesmek) yükümündedir”
diyen Yılmaz (1948:15)’ın, Kazdağı’ndaki Sarı Kız’ın kutsallığıyla ilgili bu görüşlerinin kaynağının Baha Sait (1994a:81-83) olması, kuvvetli bir olasılıktır. Kazdağı’ndaki Sarı Kız inancını, bu inançtaki motifleri -Selman-ı Farisi, Adonis rolündedir şeklinde- değerlendiren Oğuz (1990:280), “Olymposlu Tanrılar” inancının bir devamı olarak görmektedir. (Sarı Kız Söylencesi-inancının değişik varyantları üzerine ayrıntılı bir çalışma için bkz. Boratav 1991).
Konumuza dönersek, Turkopol/Turcopoul/Turcople’ların kim olduğu konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Başlangıçtan BugüneKadar Dünya Tarihi (1978:466) adlı eserde Turkopollar, “onikinci Selçuk Rum Sultanı İzzeddin’in Aynum’dan kaçarken Trakya’da bırakmış olduğu” Hıristiyan olmuş ve Rumların tarafını tutmuş Türkler şeklinde geçmektedir.
Bizanslılarla Türklerin ilişkilerinin çapraşık ve içiçe olduğunu söyleyen Öztuna (1977:253)’ya göre Turkopollar, Bizanslıların “Müslüman Türk ücretli askerlerden mürekkep kıtaları”dır.
İnalcık (1988:289)’a göreyse, Ucta Türkmenler arasında bir bey kumandası altında akınlar yapan; komşu Müslüman veya Hıristiyan devletler hizmetine ücretli askerler olarak giren, “bir kısmı ‘Turcopoul’ adını alarak Bizans hizmetinde” kalan “Hıristiyanlaşmış” “akıncı-savaşçılar”dır ve bunlar, “Rodos şövalyeleri yanında ücretli asker bölüğü halinde idi.”
Tahtacıların kim oldukları ve nereden geldikleri üzerine ileri sürülen tüm tezlerden farklı olan Baha Sait’in tezi, onların Anadolu’ya Balkanlar üzerinden geldiğini içermektedir. Ancak, Birdoğan (1992:95-98, 1994:182-183), Tahtacıların “Ağaç-Eriler”in torunları olduğunu vurgulayarak, onların kendilerinin “atalarının Horasan’dan geldiklerini” söylediklerinden hareketle, yukarıdaki tezi sadece -nedenlerine değinmeden- “tarihsel dayanaklardan yoksun”görmektedir. Oysa, Baha Sait’in ilgili tezini değerlendirirken, tarihsel dayanaklardan yoksun olup olmadığını olaylar ve olguları örnekleyerek irdelemekte yarar vardır. Bu bağlamda, İnalcık’ın (1988:289) “Büyük gazi beyler kumandasında beylik ordularında birleştirilmeden önce birçok Türkmen bölükleri”nin ücretli asker (Turkopol) olarak “garba” göçettikleri ve “ancak küçük bir kısmı”nın “Anadolu’ya” dönebildiği şeklindeki saptaması önemli olmakla birlikte, Öztuna (1977:253)’nın bu noktada bize sunduğu bir ayrıntı da dikkat çekicidir: Ücretli askerler -ki Öztuna bunlar arasında Turkopolları da kastetmektedir- “tahminen 1300 veya 1301″de bir kez Çanakkale Boğazı’nı geçip Manisa’nın kuzeylerine kadar inmişler ve Türkmen beyleri tarafından “tamamen imha edilmişler”dir.
———————————————–
———————————————–
Genelde Tahtacıları “Ağaç-Eriler”in devamı sayan Yılmaz (1948: 11-12), Baha Sait’in aksine, 12 aşiretten oluşan “Ağaç-Eri Türkmenleri”nin 12. aşiretinin adının –Tahtacıların kökeninin değil, Tahtacı aşiretlerinden yalnızca birinin– “Aktavlu”/”Aktavlı”, “Sarı Saltık”ın da “Aktav Türkmenleri”nden olduğunu belirtmektedir. “Aktavlı” aşiretinin, Tahtacı aşiretlerinden biri olduğu şeklindeki görüşe, daha sonra yalnızca Çağatay (1970: 671)’da –ki ona göre Tahtacılar “Ağaç-Eriler”in torunlarıdır– rastlanılırken, konuyla ilgili ayrıntılı açıklamayı Yılmaz (1948) vermektedir. Yılmaz (1948: 12-13)’a göre, 12 “Ağaç-Eri” aşiretinin 11’i Kuzgun Denizi, Erdebil’le Horasan üzerinden Anadolu’ya geçmiş, yalnız “Aktavlılar” Aktav yarımadasından Tuna kıyılarına yerleşmiş ve oradan Kazdağı’na gelmiştir. Daha sonra “Aktavlılar” üzerine bilgiler veren –genelde adını vermese de Baha Sait’in yazdıklarını tekrarlayan ve Tahtacıların kökeni dışında genelde onun görüşlerine katılan– Yılmaz (1948: 14-15), onlar için, “Aktav’dan Tuna boyuna göç eden Türkmenler oldukları şüphe götürmez bir gerçektir” demektedir.
Erden’in açıklaması, 13. yüzyılın sonunda Bizans sınırındaki Türkmenlerin önemli bir kısmıyla Moğollardan kaçarak “uca” gelmiş Türklerin Osman Bey’in bulunduğu yöreye gelerek ona yardım ettiğini belirten Uzunçarşılı (1982: 108)’nın saptamasıyla daha da anlam kazanmaktadır. Ancak, Uzunçarşılı (1982: 78) bununla yetinmeyerek, 14. yüzyılın başlarında Balıkesir yöresiyle Çanakkale taraflarında –içinde Kazdağı’nın da bulunduğu yörede– kurulan Karasi Beyliği’nin kurucusu “Karesi Bey”in Moğollardan kaçarak kendisine gelenlerle birlikte, Dobruca’dan gelen Sarı Saltuk Türkmenleri’ni, egemenliğindeki bölgeye yerleştirerek Türk nüfusunu arttırdığını, tarihsel belgelerle açıklayarak karanlıkta kalan bir noktayı aydınlatmaktadır. Uzunçarşılı’nın bu açıklamaları, Sarı Saltık’ı ya da Sarı Saltuk’u (bkz. Kiel 2000), dinî açıdan din büyüğü, ulusu ve siyasi açıdan da boy başı gibi işlevleri olan; 13. yüzyılın ikinci yarısında 1263’te Selçuklular döneminde büyük olasılıkla Çepnilerden gelen Türkmen aşiretlerinin Dobruca yöresine yerleşmelerini yönlendiren ve buradaki Türkmen aşiretlerini yöneten, savaşan derviş tipinin örneği olarak gören Mélikoff (1993: 31-32, 143, 201)’un bulgularıyla karşılaştırılınca, ortaya çıkan sonuç söyle özetlenebilir:
14. yüzyılın başlarında içinde Kazdağı’nın da bulunduğu Balıkesir, Çanakkale yörelerindeki Karasi Beyliği’ne yerleşen Dobruca’dan gelen Sarı Saltuk Türkmenleri büyük bir olasılıkla Çepniydiler. Yılmaz (1948) belki de farkında olmadan yukarıdaki açıklamalarıyla Tahtacıların değil Çepnilerin sözü geçen yörelere yerleş(tiril)melerini anlatmaktadır.
Öte yandan, Baha Sait (1994a)’in ve Erden (1978)’in belirtilen yörelerde; Koşay (1954)’ın ise Ege bölgesinde –Manisa’da– Çepni/Çetmilerle Tahtacıların yanyana yaşadıklarını vurgulamaları bu bağlamda önemlidir. Buradan hareketle söz konusu durumun, konuyla ilgili yukarıdaki açıklamalarında Yılmaz (1948)’ı yanıltmış olabileceği düşünülebilir
————————————–
————————————
AKTAVLI TATARLARINA AİT NETTE BULUNMUŞ BİR KAÇ YAZI
Faruk Sümer ise bu konuda gayet net olarak “Ece Halil idaresindeki Sarı Saltık Dede Türkmenlerinin Karası Bey zamanında Balıkesir yöresine gelip yerleştikleri, söylenmektedir. Hatta Balıkesir yöresindeki Çepniler ile Tahtacıların Ece Halil idaresinde gelen Sarı Saltık Dede Türkmenlerinin torunlarından olduklarını bu yörede karşılaştığım bazı aydınlardan işittim. “Bu, doğru değildir” dediğim zaman tarihçi olmayan bu aydınlar “doğrudur” diyerek itirazıma ehemmiyet vermediler ve beni hayretler içinde bıraktılar.” demektedir
Yılmaz’a göre, Ağaçeri Türkmenleri oniki oymak, yedi sürektir:
1. Evci, 2. Enseli, 3. Gökçeli, 4. Çepnili, 5. Üsküdarlı, Sivrikülah (Samaganlı), 6. Kehalı, 7. Alcı, 8.Sebepli, 9. Çaylak, 10. Beydili, 11. İlbeyli, 12. Aktavlı
oymaklarından başka, kimi küçük grupların da bunlar arasında bulunduğunu belirtmektedir.
Özkul Çobanoğlu; Tahtacıların bir kolunu oluşturan Şehepli’lerin Rumeli’den geldiklerini ve Aktav tatarlarının yahut Sarı Saltuk Türkmenlerini çocukları olduklarını söylemektedir.
Tahtacı Türkmenler inanç olarak iki ayrı ocakta toplanır Bu ocaklar; Yanınyatır Ocağı ve Emiroğulları ailesi olan Şehepli Ocağı dır.
Tahtacı adını taşıyan grupların tümüne yakını Urfa, Mardin, Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Adana bölgesinden göçmedir. Ancak Aktavlı adlı grup bu değerlendirmenin dışındadır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nde Sarı Saltuk ismindeki bir reis kumandasında, 10.000 ile 20.000 arası nüfusları olan Batıni mezhebindeki bir Türkmen aşireti, Sinop sahillerinden gemilere binerek önce Kırım’a oradan da Aktav Tatarlarının reisi Şehzade Nogay’ın emri ile Rumeli’deki Dobruca bölgesine ve 1264 yılında Kiligria-Romanya’ya geçmişler ve oralara yerleşmişlerdir. Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden biri olan Sarı Saltuk, Hacı Bektaş-ı Veli’ye yardım için gönderilmiştir. Sarı Saltuk’un 1280-1281’de Babadağ’da ölmesi üzerine, daha fazla Bulgar ve Rumların baskısına dayanamayanTürkmenlerin bir kısmı 1306 yılında Ece Halil adlı bir reisin emrinde gemilere binip Trakya üzerinden Çanakkale-Lapseki Yöresi’ne geçmiştir. Bütün eşya ve hayvanatıyla bu topraklara gelen Türmenler, Karesi Bey tarafından iyi karşılanarak Karesi ve havalisinde iskan edilmişler ve beyliğin topraklarının değişik bölgelerine ve özellikle Kaz Dağı’nın kuzey eteklerine Dağobası ve Evciler bölgesine yerleşmişlerdir.
Ölü gömme gelenekleri vb. gibi birçok uygulamaları Aktavlı bağını da ortaya çıkarmaktaysa da yeni kaynakların değerlendirilmesi gerekmektedir.
SONUÇ OLARAK
Tahtacılar Asya kökenli bir topluluktur.
Anadolu’ya özellikle güneyden gelen Türkmen oymakları içerisinde gelen oymaklar arasında hemen hemen tüm Tahtacıları teşkil eden oymakların da adlan geçmektedir. Aktavlı adı bu oymaklar arasında yoktur.
Ancak güneyden geldiklerine dair izler bulunan Tahtacı köyleri mezarlıklarında olduğu gibi kuzeyden geldiği söylenen Aktavlılardan sayılan Kazdağı Türkmenlerinin de mezarlıklarında kaz ayağı işareti alabildiğine çok.
————————————–
————————————
AYRICA OSMANLI KURULUŞ YILLARINDAN ÇOK SONRADA ANADOLUYA GELMEMİŞ OLAN AKTAV TATARLARI İLE İLGİLİ BİR TAKIM BİLGİLER VAR
“Kanunname-i yörükan-ı tataran yanbolu ve aktav” Rumelideki tatarlar için çıkarılmıştı, Kanuni Sultan Süleyman mühürlü idi.
475’te Osmanlı’yla bağlanmış Kırım ve dolayının Tatarları, denizden-karadan Rumeli’ne getirilmişlerdir.
Bunlar da kendi içlerinde dört öbeğe ayrılmışlar ve önceki Türkmen-Yörüklerin öbeklerinden dördüne şöyle bağlanmışlardır:
Aktav Tatarları Naldöken Yörüklerine,
Tırhala (Trikala) Tatarları Selânik Yörüklerine,
Yanbolu Tatarları Kocacık Yörüklerine ve
Bozapa (Bozata) Tatarları da Vize Yörüklerine…
Aktav tataran yörüklerinin konup göçtüğü yerler: Zağra-i Eskihisar, Çirmen, Filibe, Hasköy dür.
Yanbolu tataran yörüklerinin konup göçtüğü yerler: Tırhala, Çatalca, Yenişehir, Filibe, Ruskasrı, Prevadi, Varna, Tekfurgölü, Yeni Zağra Crimean Tatars led by Aktav were settled around Filibe at the time of Sultan Bayezid I.