0 Comments

XX. Yüzyılda Tatarlarda Milli Kimlik Sorunu

Prof Dr. Nadir DEVLET

Tatar” adı:
 VIII. y.y.’a ait Orhun-Yenisey yazıtlarında “Türk” (kuvvet;güç) adının dışında “Tokuz Tatar” ve “Otuz Tatar” tamlamalarında “Tatar” adına da rastlamaktayız. Buna göre, 9 veya 30 kabileden müteşekkil bu halk, Radloff ile Thomsen’in ifadelerince “Moğol”, Barthold’un fikrince “muhtemelen gayr-ı Türk” idi1. Avrupalılar ve bilhassa Ruslar, Çıngız devrinden itibaren Türk-Moğol devletine “Tatar” İmparatorluğu ve halkına da (Türk ve Moğolları birbirinden ayırma gereğini duymadan) “Tatar” demişlerdir. Sonraları Ruslar, zaptettikleri Kazan, Astırahan, Kırım, Sibir, Türkistan ve Kafkasya gibi ülkelerde karşılaştıkları Türk boylarını da umumiyetle “Tatar” tesmiye etmişler, fakat bu adı hiç bir zaman “Moğol” anlamında kullanmamışlardır2. Hakikatte, Tatar sözü de Türkler için yabancı sayılmaz. Kaşgarlı Mahmud “Tatar: Türklerden bir zümredir” demekte ve eserinin birçok yerinde Tatarı da Türk uruğları arasında saymaktadır. Batı ilim dünyasında da, Türk ve Tatar sözleri türlü türlü ve karmaşık mefhumlar için kullanılmıştır. Bir vakitler gerek politika dilinde.gerekse, etnoloji, tarih, etnografya ve coğrafya eserlerinde hep “Tatar” yahut tahrif edilerek “Tartar” adları kullanılmıştır3. Son dönem araştırmacılannın bir kısmı ise Tatarların büyük Türk ailesinin öz evladı olduğu fikrindedirler 4. Esasında bu konuda ne Türk kökenli ne de yabancı araştırmacıların itirazı yoktur.

Bugün ise eski SSCB’de yaşayan iki halk resmi olarak “Tatar” adını kendi uluslarını ifade etmek için kullanıyorlar. Bunların ilki Tataristan, Başkurdıstan ve çevresindeki cumhuriyet ve ülkelerde (oblast) ayrıca Orta Asya’da yaşayan 7 milyonluk Kazan Tatarları ile Kırım’ın en eski sakinlerinden Kırım Tatarlarıdır. Ancak Kırımlılar bu adı “Kırım Tatarı” şeklinde vurgulayarak kullanırlarken, Kazan Tatarları doğrudan-doğru her hangi bir belirtmeye ihtiyaç duymadan (yani Kazan Tatarı veya İdilboyu Tatarı v.b.) “Tatar” şeklinde milli adları olarak kullanmaktadırlar.

“Tatar” adı üzerindeki tartışmalar: “Tatar” adının milli kimliği belirten bir ad olarak kullanılmasının tarihi oldukça karmaşıktır. Çarlık döneminde Türkler genelde “müslüman” kimliğine bürünmüş olup, düzenledikleri genel toplantılarını dahi bu adla belirtme ihtiyacını veya mecburiyetini hissetmişlerdi 5.

Rusların Altın Orda Devleti dönemini “Tatarskoe İgo (Tatar zulmü) diye adlandırarak bu ada menfi bir anlam kazandırmış olmaları dolayısıyla “Tatar” adının Ruslar tarafindan kasıtlı olarak takıldığı hususundaki görüş kuvvetli idi. Diğer yandan Rusya’daki Türkler arasında milliyet şuuruna nazaran ümmetçilik şuurunun güçlü olması da genel ad olarak “Tatar” veya “Türk”ü kullanmak yerine “müslüman” adını kullanmalarında şüphesiz çok etkili oluyordu.

XIX. y.y.’da ise bu konu ciddi olarak tartışılmaya başlandı. Meşhur din alimi ve tarihçi Şihabeddin Mercani (1818—1889) mühim eseri olan Müstefad ül-Ahbar fi Ahval-i Kazan ve Bulgar’ da bu konuyu aşağıdaki satırları ile gündeme getirenlerden biri oldu. O bu eserinde şunları yazmıştır:

“…I Mesken! ägärdä sineñ “mösleman” dan başqa ber isemeñne din häm millätneñ döşmanı belmäsä ide, sine, älbättä “möselman” dip döşman kürerlär ide. Tatar bulmasañ, Ğaräp, Tacik, . . . tügel, Qıtay, Rus, Fransuz häm Nemets ta tügel, inde kem bulirsıñ ? Yaxşı Şart, Çirmeş, Mukşı, Ar xalıqlarıñ barlıqların belmägänlär, sine ul isemnärneñ berse belän atamağanlar ägär şulay bulğan bulsa, üzeñne Çirmeş yaki Mukşı sanap, şuña riza bulip yörer ideñme ? …” 6 Ş. Mercani bu ifadesi ile kendi öz “Tatar” adından utananlara veya kullanmayanlara bir uyarı yapmak istemiştir.

Zamandaşı ansiklopedist ve Tatar edebiyatının gelişmesinde eserleri ile mühim rol oynayan Abdülkayyum Naşiri (1824—1902) de Tatarlar tarafindan kullanılan dile “Tatarca” denilmesi gerektiğini aşağıdaki satırlarla kati bir biçimde vurgulamıştı:

“….Biz Tatarbız… Bazı erbab-ı inadından işitsin ki Tatar tilin tilge hesaplamaz. Süphan Allah el-Azim, halk ilmi-i tevarih bilmegenliginden nâşi Tatar lafzına tahammül kılmağa takatları yoktur… Tatar ve Moğol kadim zamanda iki kavim ve tilleri dahi iki türlü til idi. Uzak zamanlardan beri birbirine katışa katışa daha meşhuru Tatar tili dip kalmıştır. Lâkin mezkûr tarihten ta bu zamanımıza kadar Tatar tilimize hizmetçiler bula kilmegen sebebli Tatar tilimiz artta gayet baid yuklap kalmıştır . .. Milletimiz halkını Tatar tesmiye kılsam yaratmadılar, Tatar tili disem yaratmadılar. . . “7

Ancak bu “Tatarcılık” akımının dışında bir kesim aydın da ideolojik olarak “Türkçülüğü” destekliyordu. Bunlar arasında tanınmış din adamı, yazar, gazeteci ve son dönemin müftüsü Rizaeddin Fahreddin (1859—1936) de vardı. Onun ise kendi döneminde bastıralamayan, ancak son yıllarda yayınlanan “Bolğar vä Qazan Törekläre” adlı eserinden anlaşılacağı üzere halkının “Kazan Türkleri” şeklinde adlandırılmasını arzuluyordu 8.

Fakat 1905 l. Rus ihtilali döneminde İdil-Ural’da olduğu gibi Kırım’da da “Tatar” adı taraftarları bir hayliydi. Kırım’da Hasan Sabri Ayvazov gibi şahısların “Tatar” adını reddetmeleri gençlerde menfi bir his uyandırmıştı. Türklüğü sevmekte samimi olan bu gençler Tatarlığı da inkâra yanaşmıyorlardı. Zaten aydınların hemen hepsi ve neşriyatta da kendilerini hep “Tatar” diye anıyorlardı 9.

“Türk-Tatar” adı: XIX. y.y. sonu ile XX. y.y.’ın başında Tatar halkının kimlik arayışının daha doğrusu öz kimliğine nasıl bir ad vereceği hususu hayli canlı tartışmalara neden oluyordu. “Türkçülerle”, “Tatarcıların” bir uzlaşması neticesi olarak 1917 ihtilalinin yaklaştığı dönemlerde yeni bir tabirin, yani “Türk-Tatar” adının kullanılmaya başladığına şahit oluyoruz. Çünkü “Tatarcılar” da kendilerinin Türk (Türki) soydan geldiklerini inkar etmiyorlardı. “Türkçüler” ise Tatarların Türk soyundan olmalarına rağmen gerek dil, gerek edebiyat, gerek tarih ve gerek adet örf olarak diğer Türk boylarından farklılıklara veya kendilerine has özelliklere sahip olduğunu kabul ediyorlardı. Neticede Tatar halkının, daha doğrusu İdil-Ural ve Sibir bölgesindeki Türk soyluların ortak kimliğini vurgulamak isteyenler “Türk-Tatar” adını kullanmaya başladılar. Mesela tanınmış tarihçi Zeki Velidi (Togan)’ın 1917 yılında Kazan’da basılan ilk bilimsel eserinin adı da “Kısaca Türk-Tatar Tarihi” adını taşıyordu 10. Bu tabir siyasi mahiyette alarak 1917 sonunda Ufa’da toplanan kısa ömürlü “Rusya ve Sibir Müslüman Türk-Tatarlan Millet Meclisi” nde de kendi yerini buldu. Bu ad daha sonra Bolşevikler tarafindan yasaklanmışsa da, muhaciriyette uzun yıllar kullanıldı.

Hatta meşhur yazar ve cemiyet hadimi Müstecip Ülküsal’ın son yıllarda yayınlanan eserinin başlığında da “Türk-Tatar” tabirini kullanması dikkati çekmektedir 11.

Sovyet döneminde”Tatar” adı: Bolşeviklerin iktidarı sağlamlaştırmaların dan sonra İdil-Ural bölgesindeki Türklerin birliğini ön gören “Millet Meclisi” hareketi ile “Idil-Ural Ştatı. (Devleti)” projesi suya düşünce Ruslar bu bölgede üç ayrı muhtar Türk cumhuriyeti (Tatarstan- Başkurdıstan ve Çuvaşıstan) tesis ederek bu adları da resmileştirmiş oldular. Yani “Türk-Tatar” adinin kullanılmasına gerek kalmamıştı ve ayrıca bunun kullanılmasına izin de verilmiyordu. “Türk-Tatar” adı aynı edebi dili kullanan ve bir hayli yönden birbirlerine çok yakın olan “Başkurt” alt kimliğini de içine almak istemişse de. Zeki Velidi (Togan) liderliğinde başlatılan “Başkurtluk” mücadelesi bu şuurun güçlenmesi ve Sovyetlerin uygulaması ile milli kimliğe dönüşmesine de neden oldu. Dolayısıyla artık Tatarıstan’da yaşayanlar kendilerine resmen verilen “Tatar” adı ve onun yarattığı “Tatar” milli kimliği ile yaşamaya başladılar. Sovyet döneminde basılan ilk tarih kitaplarından biri olan meşhur tarihçi Aziz Ubeydull(in)’in eserinin adı da Tatar Tarihi olmuştu 12.

Kırım Tatar” tabiri: Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin kurulduğu dönemlerde “Türk-Tatar” adıyla birlikte “Tatar”, “Kırım Tatar”, “Kırım Tatar Nogayları” gibi adların yaşadığını görmekteyiz 13.
Daha sonraları ise “Kırım Tatar” adı resmen yerleşti14. Bu durum topyekün sürgüne maruz bırakıldıkları 18 Mayıs 1944 yılına kadar sürdü. SSCB’de 2. Dünya Savaşı esnasında sürgün edilen bir hayli etnik topluluk 1950’li yılların sonlarına doğru aklanarak, ülkelerine dönme, bazı siyasi imkanlar ve kültürel faaliyetlerine devam etme hakkı elde etmişlerse de, Kırım Tatarı, Meshet Türkü ve Volga Almanları tam anlamda aklanamayarak bir hayli haklardan mahrum bırakıldılar. Ancak bazı kültürel haklar verilerek Taşkent’te Lenin Bayrağı adlı bir gazete yayınlanmaya başladı 15. Bu gazete uzun yıllar “Kırım Tatar” veya “Tatar” tabirini kullanamadı.
Ancak 1980’li yıllarda bu ad ihtiyatla ve daha sonra yaygın şekilde kullanılarak ayrı bir etnik gurubun mevcudiyeti artık resmen vurgulanmaya başlanmış oldu 16.Daha önceki tarihlerde bir iki eser “Tatar” adıyla yayınlanmışsa da (C. Bekirov,Tatar Folklorü, Taşkent 1975; R. Tınçerev-Y. Bolat-K. Camanaklı (haz.). Tatar Halk Masalları, Taşkent 1975), “Kırım Tatar” adı henüz kullanılamamıştı 17.Bilebildiğimiz kadar “Kırım Tatar” tabirinin kullanıldığı ilk eser 1988’nde yayınlanan bir sözlük idi. Bu eser ancak 7 bin kelime ihtiva eden (s. 11 —166) ve dilbilgisi bölümünden (s. 167—232) ibaret bir eser idi 18. Burada dikkat eden bir husus ise artık “Kırım” sözünün “Tatar” sözünden ayrı olmayıp bitişik yazılmasıydı, bu Kırımlıları genel Tatar kimliğinden ayrı mütalaa etmek veya ap-ayrı yeni bir halk topluluğu olarak lanse emek için olabilir. Rejimin tutumunun değişikliği, o güne kadar resmi olarak yok addedilen Kırım Tatarlarını 1989 nüfus sayımının sonuçlarında kaydetmesinde de görüldü 19. Böylece 1944’ten sonra yok addedilen ve muhtemelen Tatarların nüfusuna dahil edilen Kırım Türkleri rejim tarafindan yeniden ayrı bir ulus veya etnik gurup olarak tecil edilmiş oldu ve “Kırım Tatar” tabiri resmiyet kazandı.

Tataristan’daki “Tatar” adı: 1920’lerden sonra genellikle İdil boyunda yaşayan Kazan Tatarları kendi ulus adları olarak uzun yıllar “Tatar” ı kullandılar. Daha doğrusu katı Sovyet rejimi şartlarında başka bir ad arama konusunun gündeme gelmesi de mümkün değildi. Böylece 60—65 yıl bu konu tartışılmadı. Çünkü Sovyet rejimi bir taraftan “enternasyonalizm, halkalrın dostluğu, komünist toplum kurma” adına gayr-ı Rus toplulukları Ruslaştırmaya çalışırken, diğer taraftan da Türki toplulukların bir-birlerinden bağımsız kendi kimliklerini gelişirmeye dikkat ediyordu. Bu gayeyle de Türki toplulukların alfabeleri 15—16 yıl gibi kısa bir süre içinde iki defa değiştirilmişti (1926—1940 Latin alfabesi, 1940’tan sonra Kiril alfabesi). Kiril harflerine geçildiği zaman ise her Türk boyuna birbirinden oldukça farklı alfabeler ve ortografi kuralları yaratılarak, bu topluluklar birbirlerinin yazılarını anlayamayacakları bir seviyeye indirgenmişti. Bu ve buna benzer siyasi ve kültürel uygulamalar en yakın kardeş toplulukları dahi birbirinden uzaklaştırmış, başka bir ifade ile herkes ancak kendisi ile ilgilenir duruma gelmişti. Bu şartlar içinde yetişenler de ancak kendi etnik kimlikleri ile özleşmek durumunda kalmışlardı Yani bir üst-kimlik, soybirliği veya akrabalık mühimsenmeyen faktörlere dönüştüler.

Tataristan’da da durum değişik olmadı ve “Tatar” kimliği konusuna tamamen çözülmüş olarak bakılarak, kesin yargılara varıldı. Aşağıdaki satırlar bu görüşe tipik bir örnek teşkil etmektedir:

„… (Qazan Tatarlannıñ babaları) VI—VII ğasırlarda İdel häm Ural buylarına basıp kergän törki telle qabilälär belän İdelneñ sul yarında Bolğar belän kürşe häm şulay uq törki telle uğız-päçänäk qabiläläreneñ qatlaulı quşılmasınnan ğıybarat bulğan. . .” 20.

Yurtdışında “Tatar” adı: Henüz birinci dünya savaşı patlak vermeden önce Osmanlı Türkiye’sinde de “Tatar” ve “Türk” tartışması ciddi boyutlara ulaşınca tanımış Türkçü ilim adamı Yusuf Akçura bu konuda bir makale yazarak iki tarafi uzlaştırmaya çalıştı 21. Bolşevik ihtilaline müteakip ise Kırım’dan olsun, İdil-Ural bölgesinden olsun yurdışında değişik ülkelere sığınmak zorunda olan aydınlar, genelde kendi ülklerindeki gelişmelerin aksine, uluslarına daha değişik adlar vermeyi tercih ettiler. Kazan Türklerine “Şimal Türkleri” denildiği gibi, İran Türklerine de “Cenup Türkleri” diyenler oldu. Fakat bu tabirler umumun kabulüne mazhar olmadılar 22. Kırımlı aydınlar “Kırım Tatar” tabiri yerine “Kırım Türkleri” tabirini kullanırken 23, Kazanlılar da “Tatar” yerine “Kazan Türkleri” veya “İdil-Ural Türkleri” tabirini tercih ettiler 24. Bunlardan A. Battal-
Taymas yabancı dillerde çıkan makalelerinde de “Kazan Türkleri” tabirini kullanıyordu 25. Bunların bir istisnasını ise belki de ülkesinde dahi meşhur bir yazar ve siyasetçi olarak temayüz etmiş olan Ayaz İshaki (İdilli) teşkil ediyordu ve o ihtilalden önce “Millet Meclisi” tarafindan resmi olarak kullanılan “Türk-Tatar” tabirine sıkıca sarılmıştı 26. Çarlık Rusyası kökenli Tatar aydınlarının Türkiye’de “Tatar” adını tercih etmemelerinin bir nedeni de bu kelimenin Türk halkı arasında genel olarak menfi olarak kullanılması olabilir 27. Fakat gene de Türkiye’de yaşayan bazı Tatar aydınları, yukarıda belirtilen şahıslar kadar kamu oyunda etkili olmasalar da “Tatar” adı üzerinde ısrar ediyorlardı ve bu ısrar aslında muhaciriyette bulunanların çoğunluğunun samim görüşünü aksettiriyordu 28. Bazı Türk araştırmacılar da bu durumu tesbit ederek. Kazan Türkleri aslen su katılmamış Türk olmalanna rağmen, bugün dahi bu ismi (Tatar) inat ile taşırlar, diye şikayet etmişlerdir 29.

Son yıllarda ise, SSCB’deki değişmelerin de etkisi ile Türkiye ‘deki Kırım Tatar kökenli yazarların da “Kırım Türkleri” ile birlikte “Kırım Tatarları” tabirini de kullandıklanna şahit oluyoruz 30. “Kazan Türkleri “tabirinin yerine “Tatar Türkleri” veya “Tatar” adlarının kullanılmaya başlanması da hemen hemen aynı zamanlara rastlamaktadır 31. Batılı araştırmacılar da son dönemlerde genelde “Kırım Tatar” ve “Tatar” tabirlerini kullanmakadırlar 32.

“Tatar” adı üzerine tartışmalar: Kırım Tatarları sürgünden anavatana dönmeye henüz bu yıllarda başladıkları için onlarda henüz bu konuda bilimsel veya başka türlü tartışmaların başladığını gösteren emareler yok gibi.

Eski SSCB’deki Kırım Tatarları arasında şimdilik milli ad konusunda Tataristan’dakine benzer her hangi bir tartışmaya şahit değiliz, Rusların onlarla ilgili yayınlarında “Kırım Tatan” tabirini kullandıklarını görmekteyiz 33. Aynca Kırım’da kurulan yarı resmi milli teşkilatın adı da “Kırım Tatar Milli Meclisi” olarak tecil edilmiştir 34. Bu da Kırım’da halkın çoğunluğunun “Kırım Tatar” adım benimseyip, bunu resmi bir ad olarak tescil ettirmek arzusunu göstermektedir.

Ancak Kırım Hanlığının Rus hakimiyeti altına düşmesinden (1783) sonra Dobruca bölgesine (Romanya) yerleşmiş olan Kırım Tatarlarının belli başlı ilim adamları ve yazarları arasında da kendi milli kimliklerine ad verme konusunda tam bir fikir birliğinin mevcut olmadığım görmekteyiz. Bunda Dobruca’da Anadolu kökenli Türk azınlığı ile aslen Kırım kökenli olan Tatar azınlığının ortak kimlik oluşturma gayretlerinden kaynaklandığı da düşünülebilir.
Bunun dışında Kırım kökenlilerin de kendilerini “Nogay” alt kimliği ile de belirleyen, Kıpçak gurubuna dahil “Kırım Tatarcası” nı kullananlar ile “Kırım Türk” alt kimliği ile belirleyen, Oğuz gurubuna dahil “Kırım Türkçesi” konuşanlar olmak üzere ayrı guruplarda mütalaa etmelerinin de rolü olabilir. Dolayısıyla da “Dobruca Tatarları” 35, “Romanya Türkleri” 36, “Romanya Nogay-Türk” 37 veya “Türk-Tatar”, “Kırım Türkçesi (Tatar lehçesi)”, “Dobruca Tatar lehçesi”, “Romanya Tatarcası” gibi tabirlerin hepsinin birarada kullanıldığına dahi rastlamaktayız 38. Kimlik adını berlirlemede kültürel olduğu kadar belki siyasi mülahazalar da rol oynamaktadır. Bükreş’te yayınlanan Karadeniz gazetesi kendini “Romanya Türk-Tatar Topluluğunun yayını” olarak takdim etmektedir. Burada kullanılan “Türk-Tatar” tabiri Romanya’daki Anadolu kökenli Türklerle, Kırım kökenli Tatarları mı birleştirmektedir, yoksa Kırım Tatarları kendilerini eskiden kullanılan “Türk-Tatar” adıyla mı ifade etmek istemişlerdir, bu konu pek açık değildir. Ayrıca Romanya’daki Kırım kökenlilerin derneği konumundaki “Romanya Müslüman Tatar Türklerinin Demokratik Birliği” ndeki “Tatar Türkleri” ise bu bölge için oldukça yeni bir ifade olarak ortaya çıkmaktadır.

1990’lara doğru eski SSCB’ deki değişim rüzgarları Tataristan’da “Tatar” milli kimliğinin alt kimliklerini araştırma çalışmaların hızlanmasına neden oldu.Böylece Tatar ulusunun değişik boyları olan Mişer, Tipter, ‘Kasım Tatarları,’ Sibir Tatarları ve Kreşinler hakkında yeni incelemeler ortaya çıktı 39.

Bir yanda bu bilimsel çalışmalar sürerken, diğer yandan “Tatar” adının yanlış olduğunu, bunun Rusların taktığı ve Tatarların aslında eski İdil boyu Bulgar Devletinin varisleri oiarak “Bulgar” adını almaları gerektiği fikrini savunanlar ortaya çıktı. “Bulgar el-Cedid” adlı cemiyevi hareket bu eğilimin en güçlü temsilcisi olarak mücadelesini sertleştirmiş, oldukça etkili basın ve ağız propogandası faaliyetlerini yürütmektedir 40. Bu hareket en büyük desteği tanınmış bir yazar, biyograf olan ve şimdi Tatarıstan İlimler Akademisinin üyesi bulunan Ebrar Kerimull(in)’den buldu. Onun “Tatar” adının milli ad olarak kullanılmasının yanlış olduğunu ileri sürdüğü eseri çok yankı yarattı. Bu eserin çok yüksek tirajlarda başta 1988’de Rusça ve daha sonra 1991’de ise Tatarca olarak yayınlanması da çok ilginçti 41. Onun bilimsel olmaktan ziyade popüler mahiyetteki bu eseri haklı olarak, bir hayli tarihçinin tepkisine sebep oldu. Çünkü “Bulgarcılık” hareketi, zaten milli şuur konusunda hayli zayıflamış olan bir
kısım Tatarın kendisini 1989 nüfus sayımında kendilerini “Bulgar” diye kaydettirmelerine neden olmuş ve böylece az da olsa Tatarların toplam sayıların menfi yönden etkilemişti. Bu tartışmaya katılanlardan biri de, bu yıl kendisini kaybettiğimiz, tanınmış ilim adamı Alfred Halik(ov) idi. O halkın kendi adını belirlemesi konusunda referendum bile yapılmasını teklif etmişti 42. Bu konuyu önce Sovyet döneminde hemen hemen yok edilen milli şuuru canlandırarak hal edilmesini savunanlar çıktı 43. Fakat bu konuda en katı duran, yani halkın öz adının ezelden beri “Tatar” olduğunu iddia eden tarihçi Ravil Fahretdin(ov) oldu 44 . O bu görüşünü geliştirip, tarihi delillerle ispatlalama yoluna gitti ve “Bulgar” adının propogandasını yapan E. Kerimull(in)’i bir nevi cahillikle suçladı 45. Şu anda “Tatarcılık” akımının taraftarlannın gayr-ı resmi yayıncılık imkanları ile çok yüksek tirajlı eserler ortaya koyduklarını görmekteryiz “. Gerçekten de Tatar” etnogenezinde tek bir Bulgar faktörü değil, bilhassa kullanılan dil Tatarcada çok etkili olan Kıpçak faktorünün de kuvvetli olduğu inkar edilemez. Bunun dışında İidil-Ural bölgesine Bulgarlardan önce gelen değişik Türk kavimleri (msl. Hunlar), daha sonra bu yörelerde yerleşen Peçenekler, yerel Fin-Ogur kavimleri veya hatta başka etnik unsurların da karıştığı düşünülebilir. “Tatar” etnogenezindeki ırki veya kavmi komponentlerin oranları antropoloji gibi özel bilim dalları tarafindan tartışılabilir. Ancak milli şuurlanmada dil, tarih, adet örfler gibi objektif faktörlerin yanında, bir topluluğa veya ulusa ait olma hissi gibi sübjektif faktörler de etkili olmaktadır. Bunun cevabını ise her bilim dalı ayrı—ayrı vermeye kalktığı takdirde oldukça yanılgıya düşülecektir. Dolayısıyla ortak bir konsensüs oluşturulması için değişik bilim dallarının ortak paydasını bulmanın dışında çoğunluğun bu konudaki görüş ve fikirlerini tesbit etmek için derin ve şümullü sosyolojik araştırmalar da gerekecektir.

Sonuç : Kısacası Sovyet döneminde milli şuurun bastırılmış olması, milli kimliği belirleyen ad konusunda bazı bilimsel veya popüler tartışmaların yapılmasını engellemişti. Şimdi nisbi bir hürriyetin söz konuşu olduğu BDT’nda etnik topluluklar kendi geçmiş ve adlarını merakla incelemeye başlamış bulunmaktadırlar. Ancak sırf bilimsel çalışmarlarla gerek Kırım gerekse Kazan Tatarlarının etnik adlarını yeniden belirlemenin veya değiştirmenin mümkün olacağını zannetmiyoruz. Çünkü halk kendi kimliğini “Tatar” adıyla açığa vurma eğilimindedir.

Bir dönemler Ruslar tarafindan kötülenen “Tatar ” adını artık çok kimse çekinmeden kullanmaktadır ve bilhassa Ruslar ve diğer yabancılarla birlikte yaşamak zorunda olan Kırım ve Kazan Tatarları milli kimliklerini ancak “Tatar” adıyla açıklayabilmektedirler. Tabii ki anavatının dışında yaşayanların bir kısmının kendilerini hala “Kırım Türkleri”, “Romanya Tatarları/Türkleri”, “(müslüman) Tatar Türkleri”, “Kazan Türkleri” veya “İdil-Ural Türkleri”47 gibi tabirlerle kökenlerini belirtmeye devam etmeleri doğaldır. Ancak mühim olan anavatandaki çoğunluğun tercih edeceği addır. Tatarıstan örneğini göz önünde tutarsak burada “Astırahan, Kreşin, Kasım, Sibir, Kırım v.b. Tatarları” bir arada sayma geleneği yerleşmeye başlamıştır. Eski SSCB’de Türki topluluklar birbirlerini kardeşliğini vurgulama ihtiyacını hissetmedikleri veya öyle bir alışkanlıkları olmadığı halde, Kazan Tatarları Kırım Tatarlarını her firsatta anmaya, onları kardeş olarak görmeye başlamışlardır. Bunda ortak bir adın kullanılmasının dışında Kırım ve Kazan arasındaki ortak tarihi bağların da rolü olduğu düşünülebilir. Tabii ki bu konuda akademik tartışmaların kesilmesini bekleyemeyeyiz. Ancak bu konuda son sözün halkın çoğunluğu tarafindan söyleneceğini belirtebiliriz. Görünen şudur ki milli kimlik veya hatta üst kimlik olarak ta “Tatar” adının herhangi bir değişime uğramasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır. Çünkü gerek halkın çoğunluğu ve gerekse bilim adamlarının ekseriyeti “Tatar” adından vazgeçmeyi düşünmemektedir. Hatta yurtdışında yaşayan, dolayısıyla herhangi doğrudan doğru siyasi veya kültürel baskı altında kalmamış olan Kırım ve Kazan Tatarlarının da özel olarak kendi aralannda kökenlerini bu kelime ile ifade etmeleri, “Tatar” adının derin kök saldığının doğal göstergesi durumundadır.

Ancak kimlik sorununun bu topluluklarda milli şuurun güçlendiği nisbette daha kolay çözümlenebileceğim söyleyebiliriz. Çünkü mesela Kırım’ın çöl kısmından veya başka bir ifade ile “Nogay”diye adlandırılan Kıpçak anadiline bağlı zümreler “Tatar” adını benimserken, yalı boyundan olanları kendilerini “Kırım Türkü” diye ifade etmektedirler 48. Ancak Rus kaynaklarında olduğu kadar Osmanlı kaynakları da onlara her zaman Tatar adı ile anmışlardır. Dolayısıyla Türkiye’de ekseriyet “Tatar” adını duyunca Kırım Tatarlarını düşünmektedir.

“Tatar” adının benimsenmesinin bir nedeni de Osmanlı harabeleri üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlanna resmen Türk adını vermesi ve dolayısıyla bu coğrafya içinde oluşan yeni ulusun da “Türk” olarak tescil edilmesi idi. Böylece önceden soybirliğini belirten “Türk” adı artık ekseriyeti Anadolu’da yaşayan, Osmanlının varisi bir ulusun özel adına dönüşmüş oldu. Zaten Türkiye’de de “Türk” kelimesi batıdaki bilimsel çalışmalardan etkilenerek ancak XIX. y.y.’da kullanılmaya, Abdülhamid II’nin son döneminde etkisini göstermeye başlamıştı 49. Dolayısıyla sovyet döneminde uluslaşma süreci başlayınca, zaten Türk adını kullanmayan değişik Türk toplulukları Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen v.b. gibi isimlerle tarih sahnesine çıktılar. SSCB’nin dağılması ve neticede bu Türk topluluklannın bir haylisinin kendi milli kimliklerini belirten adlarla kurulan bağımsız cumhuriyetlere kavuşmalarının sonunda, bazı iddialara göre bunların suni olarak takılmış olmasına rağmen, bu adlara sıkıca sarılarak, kendilerini bu ulus adları ile özleştirmektedirler. Soybirliğini ise, Türkiye’de genelde resmi olarak red edilen “Türki” (Türki halklar veya Türki dilli halklar) kelimesi ile ifade ettikleri için “Türk” adını Anadolu’da yaşayan soydaşlarına has özel bir ulus adı olarak kabul ettiler. Bu siyasi ve külturel gelişmeler çerçevesinde, zaten eskiden beri mevcut olan “Tatar” adı da soydaşlarından ayrı özelliklere sahip olan bir ulusun özel adı olarak daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
kaynak:http://www.vatankirim.net/yazi.asp?YaziNo=62
…………………………………………………………………….

TATAR KİMDİR

“Tatar” sözü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar bu deyimi, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusyası’nda yaşayan Türk soylu Müslümanlar için kullanmışlardır 1. Batılı yazar ve araştırmacılar “Tatar” kelimesini, Türkistan’da ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türkler için kullanmaktaydılar.2

Osmanlılar ise, miladî on altıncı yüzyıldan başlayarak “Tatar” deyimini, kuzey Türkleri için kullanmışlardır: “Kırım Hanı el Hac (Hacı) Selim Geray Han’a Name-i Hümâyundur: … bu sene-i “amiymu’l meymenede (uğuru yaygın bu yılda) dahi musammem (plânlanmış) olan gazve-i meymûn ve Cihâd-ı Hümâyûnumuza murafakât ve muvafakatları (katılmaları) me’mûl-i Hümâyûnumuz olub … ve sâir ümera ve mirzayanı şecâ’at disâr ve cumhûr-ı Tatar-ı “aduv-şikâr … (1107/1696)”.3

Konunun açıklığa kavuşması için; başa dönmek, Tatar kelimesinin ilk defa kullanılışından itibaren kazandığı yeni manaları gözden geçirmek gerekir. Durum incelenince görülüyor ki, İslâm dünyasında ilk kullanıldığında, “Tatar” kelimesiyle kasdedilen, “Moğol” idi. Miladî onüçüncü yüzyılda yaşamış olan Arap tarihçi İbnül Esir, Moğollardan bahsederken daima “Tatar” kelimesini kullanmaktadır: “Tatarların İslâm ülkelerine gelişi”4, “Tatarların Türkistan ve Maveraünnehr’e çıkışı”5, “Kâfir Tatarların Harzemşah üzerine yürüyüşü”6, “Tatarların Kıpçaklara ve Ruslara yaptıklarının anılması”7 gibi. Tabiî, şamanist, kısmen budist Moğollardan bahsetmektedir. Cıngız Han’ın Celâleddin Harzemşah’a yetişmesini anlatırken “Celâleddin (Sind nehrini) geçemedi, Cıngız Han Tatarlarla ona yetişti”8 demektedir.

İbn Kesir (öl.774/1372), Cıngız Han’ı anlatırken “Tatarların en büyük sultanı, bugünkü meliklerinin babası” ifadesini kullanır9. İbn Haldun da “Bu sultan, Cıngız Han, Tatarların sultanıdır” demektedir10. Çok iyi bilindiği gibi Cıngız Han, Moğol hükümdarıdır.

“Tatar” kelimesi, günümüz Arap araştırmacılar tarafından da “Moğol” yerine kullanılmaktadır. Meselâ, Moğol istilâlarını gösteren haritanın yaftası “Tatar yağması”11dır. Moğollar, 656/1258 de Bağdad’ı işgal edip Abbasî Halifeliğini yıkmadan önce, 635/1237 de Moskova’yı zaptettiler. Moğol (Tatar) ordusunda en kalabalık zümre Kıpçak Türkleri idi. Türklerin büyük çoğunlukta olduğu Moğol ordusu, günümüzde Rusya denen bölgeyi, on üçüncü yüzyılın ilk yarısında zaptetmişti12. Bu durum, Rusların, Avrupa Rusya’sındaki bütün Türk kökenli Müslümanlara niçin Tatar dediklerini açıklar: Moğol (Tatar) ordusunun büyük çoğunluğu Türktü; Ruslara göre, bütün Avrupa Rusya’sında yaşayan Müslüman Türkler, Moğolların (Tatarların) torunlarıydı. Şurasını hemen belirtelim ki, Moğol (Tatar) ordusunun çoğunluğu Türk olmakla birlikte, bütün komuta kademeleri Moğolların tekelindeydi. Kıpçaklar, Peçenekler ve öteki Türk boylarından gelenler rütbesiz askerlerdi.

Abbasî Halifeliğini 1.258’de yıkmış olan, Cıngız Han oğlu Tuluy’un oğlu Hülagü ve ordusundan, bütün çağdaş ve sonraki Arap tarihçileri “Tatar” diye bahsettikleri gibi, diğer milletler de, on üçüncü yüzyılda yeryüzünün en büyük devletini kurmuş olan Moğollardan “Tatarlar” diye söz etmektedirler. Meselâ, Ermeni müellif Aknerli Grigor, “Tatarlar Bağdad’ı zaptettikleri sırada …” ifadesini kullanmaktadır.13

On üçüncü yüzyılda Çin’in çok büyük bir bölümü, Türkistan14, İran, Irak, Suriye, Anadolu, bugünkü Rusya, Kafkasya, Kırım, Ukrayna, Polonya, Tatarlar (Moğollar) tarafından zaptedildi. Bu Tatar hakimiyeti altında yaşayan milletler de Tatar (Moğol) sülâlesinden hanedanların idaresinde yaşadıkları için “Tatar” diye anıldılar.15 Böylece, on dördüncü yüzyıldan başlayarak “Tatar” kelimesi, kavmî, etnik, soyla ilgili bir söz değil, ra’iyyet olmayı, teba’iyyeti (uyrukluğu), -hukukî durumu farklı olmakla birlikte- vatandaşlığı ifade eden bir deyim haline geldi. Yani, artık “Tatar” sözü, etnik (kavmî) değil, siyasî bir anlam ve içerik kazandı. Türk ülkeleri dışındakiler zamanla Tatar (Moğol) hakimiyetinden çıktı, Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelerde yaşayan Türk topluluklarında Tatar siyasî ismi devam etti. Cıngız Han’ın diğer oğlu Cuci’nin oğlu Batu Han’ın hükümdarlığında, Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyinde, Arapların ve Avrupalıların “Altın Orda” (Rusça Zolotaycı Orda) dedikleri “Kök (Gök) Orda” devleti ortaya çıktı. Batu’nun kardeşi Burka Müslüman oldn, 1255 yılında Kök Orda Han’ı olunca Müslümanlığını ilân etti. Bereke16 adını alan bu zat, Altın Orda’nın ilk Müslüman hanıdır. Bereke Han, Anadolu Selçuklu hanedanından bir hanımla evlendi. Bu evlilikten doğan oğlu İzzeddin’e, Solhat ve Sudak şehirleriyle yörelerini verdi. İzzeddin ve annesi, binlerce Müslüman Türkü Anadolu’dan Kırım’a getirip yerleştirdiler.17 İslâm Gök Orda’da hızla yayıldı ve çok sağlam bir şekilde yerleşti, kök saldı.18

Gök Orda’da (Altın Orda’da) hanedan Cıngız Han soyundandı, fakat “Türk unsuru o kadar kuvvetliydi ki on dördüncü yüzyıl başlarında Altın Orda bu unsurun tesirine direnemedi ve bir Türk Devleti haline geldi”.19

Gök Orda Hanı Toktamış 1396’da Timur’a yenilince, bu hanlık parçalandı; toprakları üzerinde Kazan, Kırım, Astrahan ve Kasım Hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların sadece hanları ve yüksek kademedeki idarecileri gerçek Tatar, yani Moğol idiler, fakat, idare edilenlere de hükümdarlarından dolayı Tatar denildi: Türkistan’daki Türklere, başlarındaki Özbek Han’dan dolayı “Özbek” denmesi, son Gök Orda (Altın Orda) Hanı Toktamış’a karşı ayaklanıp onunla savaşan tümen (10.000 atlı) beyi Nogay’ın buyruğu altındakilere ve onların günümüze kadar gelen torunlarına “Nogay” adı verilmesi, Osmanlı idaresindekilere “Osmanlı” denilmesi gibi. Zamanla hanlar ve yöneticiler de Türkleştiler. Meselâ, Kırım’ın ünlü kahramanı, XVI. yüzyılda yaşamış olan Bora Gazi Geray Han, Türkçe söyleyen birinci sınıf bir şair ve klasik Türk musikisinde çok usta bir bestekârdır.20 Nitekim, “Çarlık Rusyasının son yıllarında milliyet prensibi ön plâna çıkınca, Rusya’daki halklar kendilerine “Türk” mü yoksa “Tatar” mı denmesi gerektiğini tartıştılar.21

Günümüzde, Rusya Federasyonu içinde, başkenti Kazan şehri olan Tataristan vardır. Bu ülkede, halkın yarıdan biraz fazlası Müslüman, yarıya yakını da Rustur. Müslümanlar, Türkçenin kuzey lehçesini konuşurlar, ataları, İbn Fadlan’ın bahsettiği, 922 yılında (Anadolu’nun Müslüman hakimiyetine girmeğe, Türkleşmeğe başlamasından 150 yıl önce) resmen İslâm’a girmiş olan İtil (Volga) Bulgarlarıdır. Arapça kaynaklarda Saqâlibe (tekili : Saqlab) lafıyla anılan İdil Bulgarlarının isteği üzerine Abbasî Halifesi oraya, İslâm’ı öğretecek, cami ve riıinber yapacak kimseler gönderdi. Giden heyette bulunan İbn Fadlan, bu sefer sırasında gördüklerini yazmıştır. (Bulgarların öteki dalı, Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Balkanlara inenleri, 863 yılında Hristiyanlığa girip Slavlaştılar; Bulgaristan’dakiler bunlardır.) Tataristan’daki Bulgar Türklerinin lehçesinde çok güzel Türkçe sözler yüzyıllardan beri yaşamaktadır: Oda yerine bülme (bölme), pazartesi karşılığı baş gün, örümcek ağı yerine ürmücek uyası (oyası), mide yerine aşkazan kullanılmaktadır. Şüphesiz, Tataristan’daki, Türkçenin kuzey lehçesini kullanan Müslümanlar Türktür , “Tatar” kelimesi, onlar için kimliklerini belirleyen bir yaftadır. Zamanı gelince, “Tataristan” sözünün “Kıpçakistan’a çevrilmesi gerekir.

Öte yandan, gerçek Tatarlar, Anadolu’da on beşinci yüzyıla kadar görülmektedir. Moğolların Anadolu Selçuklularını 1243 yılında Kösedağı savaşında yenmeleriyle, Anadolu Moğol (Tatar) istilasına uğradı. Selçuklu Devletinin yıkılmasıyla ortaya birçok beylikler çıktı. Bunların içinde, Osmanlı Beyliği en küçük, fakat İslâmî değerlere bağlılıkta en samimî olanı idi. Diğer beylikler birbirleriyle uğraşırken Osmanlılar Bizans ve Avrupa’ya karşı cihad faaliyetlerine girîştiler. Kısa zamanda önemli bir devlet haline geldiler ve dördüncü hükümdar Yıldırım Bayezid Sivas ve Tokat yörelerini “kabâil-i Tatardan (Tatar kabilelerinden) olan Kadı Burhaneddin dest-i tagallübünden”22 sıyırıp aldı. Daha sonraları da Anadolu’da Tatar (Moğol) kabileleri vardı: “… zikroluııan Kara Tatar taifesi Cıngızîler cânibinden (Moğollar tarafından) Selâcika’ya (Selçuklulara) nezaret etmek üzere Rum’a (Anadolu’ya) i’zam olunan (gönderilen) akvâmdan (kavimlerden) olub mürûr-ı zaman (zamanın geçmesi) ile Kayseriyye ve Sivas taraflarında hayme-nişin (çadırda oturan) olarak tavattun etmişler (yerleşmişler) idi. Yıldırım Han merhum, Sivas’ı havze-i hükûmete idhal eyledikde (Osmanlı ülkesine kattığında) bunları tekâlif i divaniyyeden mu’af idüb (bunlardan vergi almayıp) yalnız seferler vuku’unda (olduğunda, esnasında) hidemât-ı harbiyyede istihdam kılınmakda olduklarından (savaş hizmetlerinde kullanılmakta olduklarırıdan) gündeıi güne tekessür ederek (çoğalarak) kırk elli bin nüfusa baliğ olmuş (ulaşmış) ve Timurlenk Rum’a (Anadoluya) teveccüh ettikde (yöneldiğinde) bunların ruesâsını (başkanlarını), saltanat-ı Rum’u va’d ile (Anadolu hükümdarlığını vadederek) hafıyyen (gizlice) celb eylediğine mebni (kendi tarafına çektiginden dolayı) der ceng-i ewel (savaş başladığında) taife-i merkume (bu anılan zümre) Timur askerine iltihak eylemişler (katılmışlar) idi. İş bitdikden sonra Timur her ne mütâleaya mebni ise (görüşe, düşünceye dayanarak) bunları beraber götürmeği tensib idüb (uygun bulup) lâkin rızalarıyla gitmeyecekleri malûm olduğundan asâkir-i külliyye ile (pek çok askerle) cevânib-i erba’alarını (dört taraflarını) ihâta ederek (kuşatarak) altıb gitmişdir ki, Timur’un Rum’da (Anadolu’da) olan ef’âlinin (yaptıklarının) en hayırlusu budur.”23

Daha sonra, Yıldırım’ın oğlu Çelebi Mehemmed İskilip civarında üç beş bin çadır halkı görüp bunların “Tatar sergerdelerinden Minnet Beğin tevabiatı olduğu”nu öğrenince, hepsinin, Balkanlarda Filibe civarında yerleştirilmelerini emretti. Bu Tatarların yerleştiği yere “Tatar Pazarı” denildi.24

Böylece şu durum ortaya çıkıyor ki, Anadolu’da Moğol (Tatar) hakimiyeti devam etseydi, Osmanlı Devleti veya başka bir güçlü siyasî kuruluş ortaya çıkmasaydı, Anadolu’da yaşayanlar da Karadeniz’in kuzeyinde olduğu gibi, başlarındaki Moğol hanedanlardan dolayı, büyük bir ihtimalle “Tatar” diye anılacaklar, bu kelime onların etnik değil, fakat siyasî yaftası olacaktı. Yine, çok büyük bir ihtimalle, Gök Orda’da ve ondan sonra kurulan hanlıklarda olduğu gibi, hakim Moğol (Tatar) hanedanı ve Moğol kökenliler Anadolu’da da Türkleşeceklerdi.

Öte yandan, “Tatar” diye anılan bu kavme “Moğol” denmesi, Cıngız Han zamanından sonra olmuştur. Moğol tabiri Moğolistan ve Orta Asya’da yerleşmiş fakat Moğol İmparatorluğu’nun batı kısmında hiç bir zaman yaygınlaşmamıştır. … Daha sonraları Rusya’da ve,Avrupa’da, Osmanlılar dışındaki bütün Türk halklarına Tatar dendiğini” görüyoruz.25

Bilindiği gibi, insanın ana dili, onun soyunu, kökenini belirleyen en önemli unsurdur. Dil kullanılırken, konuşmada, söyleyişte fark olursa, bu farka “ağız” veya “şive” denir: Erzurum ağzı, Kayseri ağzı gibi. Fark, yazıya geçerse, “lehçe” (diyalekt) adını alır. Türk lehçelerinin çeşitli tasnifleri vardır; en belirgin hatlarıyla, 4 lehçe kabul edilir:

1-“Türkçe” dediğimiz Anadolu Lehçesi (Oğuz Lehçesi, Batı Türkçesi, Lehçe-i Osmani).

2-Azerî Lehçesi : En büyük temsilcisi: meşhur şair Fuzulî.

3-Türkistan Türkçesi (Çağatayca, Hakanî Lehçesi, günümüzdeki Özbekçe).En büyük şairi: Ali Şir Nevâi

4-Tatarca denilen, Kırım ve Kazan Türklerinin konuştuğu Kuzey Lehçesi (Kırım’ın Yalıboyu’nda İstanbul Türkçesi, iç kısımlarıyla kuzeyde Tatarca konuşulurdu.)

Sonuç:

“Tatar” kelimesi, on üçüncü yüzyılda “Moğol” kelimesinin yerine kullanılmıştır. Tatarlar (Moğollar), Çin, Türkistan, Iran, Anadolu, Irak, Suriye, Sibirya, Rusya, Doğu Avrupa, Kırım ve Polonya’yı on üçüncü yüzyılda zaptettiler. O zaman Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’in kuzeyinde Göktürk, Hun, Peçenek, Kıpçak ve Bulgar Türklerinin torunları yaşamaktaydı. Tatarlar (Moğollar) on üçüncü yüzyılda bütün bu bölgeleri zaptettikleri zaman, bu işi gerçekleştiren ordularında, Türkistan’dan gelen yeni Türk kütleleri de vardı. Gerek eskiden Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinde yerleşmiş olan, ve gerekse Moğol ordusunda gelen kalabalık Türk kütleleri, Moğol hakimiyetinde yaşadılar. Moğol (Tatar) hakimiyetinde olarak Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış olan Türkler, siyasî yafta olarak “Tatar” diye anılır hale geldiler. Günümüzde Karadeniz’in kuzeyinde ve Rusya’da yaşayan ve “Tatarca” denen kuzey Türkçesini konuşan Müslümanlar, bunların torunlarıdır. Çıkan netice şudur ki, “Tatar” kelimesi, yirminci yüzyılda, soy gösteren, başka bir deyimle, kavmî etnik bir tabir değildir, tarihî kimliği bildiren bir sözdür. Nasıl ki Osmanlı idaresinde yaşayan her ferd “Osmanlı” idi, Osmanlı tâbiyetinde idi, Osmanlı uyruğu idi; Ermeni, Yahudi, Rum, Arap, Çerkes, Gürcü, Arnavut, vb. “Osmanlı” idi, Tatar (Moğol) idaresinde yaşayan kuzey Türkleri de öylece Tatar idi. Kısacası, yirminci yüzyılda, kendilerine “Tatar” denilen Rusya Müslümanları, Moğol değil, ataları Moğol (Tatar) idaresinde yaşamış ve zamanla Moğolları da Türkleştirmiş olan Türklerdir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar