0 Comments

TÜRKÇE İLE MOĞOLCA ARASINDA ORTAKLAŞAN UNSURLAR VE MOĞOLCANIN TÜRK DÎLÎ ARAŞTIRMALARINDAKÎ YERİ
Zeynep Korkmaz

1. Altay dil ailesinin biribirine en yakın iki kolu olan Türkçe ile Moğolca
arasında, bu dillerin ana yapıları, ses ve şekil bilgileri ile kelime hazineleri
arasında üzerinde durulmaya değer yakınlık ve ortaklıklar olduğu bilinmek-
tedir. Bu iki dil arasındaki akrabalık, ister G. J. Ramstedt ve N. Poppe’nin
görüşleri ile bir köken akrabalığına, isteri W. Kotwitz, G. Clauson ve
G. Doerfer’in görüşleri ile karşılıklı temasların doğurduğu kelime alışverişin-
den kaynaklanan bir kültür akrabalığına2 bağlanmış yahut da bu akrabalığa
henüz ispatlanmamış gözüyle bakılmış olsun, sonuç olarak durum pek de-
ğişmez. Çünkü, konuyu yalnız karşılıklı münasebetler ve kelime alışverişleri
açısından değerlendirdiğimiz takdirde bile, Türkçe ile Moğolca arasında, yüz-
lerce yıl devam eden karşılıklı münasebetlerin ortaya koyduğu ortaklaşmalar
söz konusudur.

Türkçe ile Moğolca arasında ortaklaşan unsurları biribirinden farklı iki
devirde daha doğrusu iki ayrı tabaka halinde ele almak mümkündür :
Bunlardan
birincisi, Türkçenin, Moğolca ile, Eski Türkçe ve Ön Türkçe
devirlerinden daha gerilere yani Altay dil birliği devresine kadar uzanan
benzerlik ve ortaklığıdır.
ikincisi, Moğolların XIII. yüzyılda, Orta-Asya’dan Anadolu’ya kadar
uzanan istilâ hareketinin sonucu olan ortaklıklardır.
Moğolların Türk kavimlerinin bulunduğu bölgelerdeki siyasî hakimiyeti ve bunu takip eden Türkleşme devresi, her iki dil arasında karşılıklı etkilere ve alıntılara yol açmıştır.
Altaistik alanında yaygın olan görüşe göre, birinci devir yani Altay
dil birliği devri, Türkçenin Moğolcaya pek çok dil malzemesi vermiş olduğu bir
devirdir. Bu malzeme ortak kelime ve eklerden oluşmaktadır3.
İkinci devre, Türkçeden Moğolcaya olduğu gibi, Moğolcadan Türkçeye de
alıntıların yapılmış olduğu bir devirdir. Bugün, Çuvaşça ve Yakutçada; Altay,
Abakan, Şor, Lebet gibi Altay sahası lehçeleri ile, Anadolu Azerî, Kazak,
Kırgız, Özbek, Türkmen lehçelerinde, hayli Moğolca unsurun yer aldığı tespit
ediliyor. Fakat bunlar daha çok kelime alıntılarıdır. Türkçeye Moğolcadan
geçmiş olan ekler, alındıkları kelimelerle birlikte geçmiş olan eklerdir, genel-
likle müstakil ek alıntısı yapılmamıştır.
Ayrıca, Türkçeye başka dillerden, söz gelişi Arapça, Farsça v.b. dillerden
girmiş olan kelime ve ekler, Türkçe ile bu diller arasındaki yapı ve işleyiş
farkları dolayısıyle genellikle yadırgandığı ve hattâ yer yer Türkçenin önüne
gelişme engelleri çıkardığı halde, Moğolcadan geçme kelime ve ekler için böyle
bir durum söz konusu değildir. Her iki dil arasındaki yapı ve işleyiş paralelliği
bu kelime ve şekilleri Türkçede kolayca benimsetmiştir.
Türkçe ile Moğolca arasındaki dil akrabalığının ispatlanması için yukarıda
belirttiğimiz birinci devre üzerinde epey araştırma yapılmış ve Türkçenin
Moğolca üzerindeki etkileri ana çizgileri ile ortaya konmuştur. Fakat, Türk-
Moğol hakimiyeti devrinin getirdiği karışık tesirler ve özellikle Moğolcadan
Türkçeye bu devirde girmiş olan kelime ve ekler üzerindeki çalışmalar pek
sınırlı ve yetersiz kalmıştır

2. Türkçe ile Moğolca arasında karşılaştırma konusu olabilecek ortak
unsurları ses bilgisi, şekil bilgisi ve kelime hazinesi ile ilgili unsurlar olmak
üzere başlıca üç ana kategoride toplamak mümkündür. Fakat ortak unsurlar
daha çok şekil bilgisi ve kelime hazinesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Şekil bil-
gisine giren ortaklıklar isim çekimi (casus), çokluk, iyelik ve fiil çekimi ekleri
gibi bazı işletme ekleri ile bir kısım kelime türetme eklerinde kendini gös-
termektedir.
G. J. Ramstedt’ten beri Türkçe ile Moğolca arasında dil yapıları bakı-
mından ortaklaşan özellikler üzerine çok şey söylenmiş ve yazılmıştır.
Biz burada bunları tekrarlayacak değiliz. Ancak, eldeki tebliğde vurgulamak
ve belirtmek istediğimiz husus, Moğolcanın Türk dili araştırmaları açısından
taşıdığı özel değerdir. Çünkü, Türkçe ile Moğolca arasındaki mukayeseli ça-
lışmalar, yalnız bu iki dil ve diğer Altay dilleri arasında henüz çözüm bula-
mamış olan ortak noktalara ışık tutmakla kalmamakta, aynı zamanda Türk-
çenin kendi bünyesinde çözüm bekleyen bazı sorunlara da ışık tutabilmektedir.
Türkçeden bir hayli dil malzemesi almış olan Moğolcanın eski şekilleri devam
ettiren muhafazakâr bir dil oluşu, Türkçenin metinlerle inemediğimiz daha
eski devirleri çin bir avantaj oluşturmaktadır. Türkçeye Moğol hâkimiyeti
devrinde girmiş olan unsurların tayin ve tespitinde de bir kriter vasıtası
olarak kullanılmaktadır.
Şimdi biz birkaç örnek üzerinde durarak bu durumu daha somut bir
şekilde dile getirmek istiyoruz :
3. Türkçe ile Moğolcanın, ses yapıları bakımından Türk-Moğol dil bir-
liği devrine oranla tamamen farklılaşmış olması, Moğolcanın ses bilgisini
Türkçe araştırmalara yardımcı olma bakımından pek elverişli kılmamaktadır.
Bununla birlikte, ele aldığımız konu bakımından üzerinde durulabilecek bazı
önemli hususlar da yok değildir. Bunlardan biri, Türkçe ile Moğolca arasındaki
rjz ve l/ş değişimi bakımından Moğolca ile Çuvaşçamn aynı özellikleri taşımış
olmasıdır. Türkçe ile Moğ. arasındaki bu değişimin yönü, yani hangisinin
öncelik taşıdığı hususunda Türkologlar ve Mongolistler arasında görüş ay-
rılıklarının bulunduğu bilinmektedir. Bu sebeple bazı bilim adamları r > z ve
l > § değişimine dayanan “zetasizm” ve “sigmatizm”e 5, bazı bilim adamları
da z > r ve ş > l değişimine dayanan “rotasizm” ve “lamdaizm”e 6 öncelik
tanımışlardır. Ancak, bugün Altaistlerin çoğu, Çuvaşçadaki ve Moğolcadaki
r, l seslerinin Türkçedeki z, ş seslerinden daha eski olduğu görüşünü benim-
semiş bulunuyorlar. Bu görüşün sahipleri, r,l seslerinin Moğolcada ve Türkçenin
çok eski bir kolu olan Çuvaşçada ortaklaşmış olmasını, bu seslerin genel
Türkçedeki z ve ş’ye oranla daha arkaik ve aslî sesler olduklarının bir delili
olarak da kabul etmektedirler. Moğolca, taşıdığı r,l özelliği dolayısıyle, Çu-
vaşçanın, Tuna ve Volga Bulgarcasmın çözümünde bir vasıta olarak kulla-
nılmıştır. Türkçenin, Ana Altayca devrinde verici bir dil olarak Moğolcaya
ve Moğolcadan Tunguzcaya pek çok dil malzemesi vermiş olması, Altaistleri,
Türkçenin çok eski devirlerde r,l özelliklerini de taşıdığı görüşüne itmiş ve
Moğolca, En eski Türkçe ile ses yapısında r,l özelliği taşıyan Çuvaş ve Bulgar
Türkçeleri arasında bağlantı kuran bir köprü vazifesi görmüştür. Esasen N.
Poppe tarafından geçmişte Ana Çuvaşça ile Ana Türkçeyi birleştiren bir
Türk-Çuvaş dil birliği görüşünün ortaya atılmış olması da7 Türkçe ile Moğolca
ve Moğolca ile Çuvaşça arasındaki ses karşılaştırmalarının ortaya koyduğu
bir sonuçtur.
4. Türkçe ile Moğolca şekil bilgisi açısından ele alındıklarında, ortak
noktalar sayıp bitirilemeyecek kadar çoktur. Bunların yukarıda işaret etti-
ğimiz işletme ekleri dışnda kalanlarını isimden isim, isimden fiil, fiilden isim
ve fiilden fiil türetilen eklerdeki ortaklaşmalar olarak dört grupa ayırmak ve
her bir grup için çeşitli örnekler göstermek mümkündür. Fakat zamanımızın
pek kısıtlı olması dolayısıyla, bir iki örnek göstermekle yetinmek zorundayız.
Örnek olarak çokluk ekleri üzerinde duralım :
Çokluk Ekleri : Eski Türkçede Moğolca ile ortaklaşan birkaç çokluk
eki vardır. Bunlar +lar/+ler, + t, + an¡4-en, -f °s ve +°z çokluk ekleridir.
■j-gun+gün eki daha çok Eski Türkçeye ait bir ek görünümündedir. Şimdi
bunlar üzerinde kısaca duralım :
a. -\-lar/ler eki:
Bugün Türk dilinin bütün kollarında yaygın olarak kullanılan çokluk eki,
bunun lehçeden lehçeye ses değiştirmelerine uğramış şekilleri de bulunan
+lar/+îer ekidir. Fakat Eski Türkçe’ye indiğimizde çokluk ekinin çeşit-
lenmesi durumu ile karşılaşıyoruz. Buna karşılık +lar¡-\-ler ekinin belirli
nitelikte kelimelerle gelen bir sınırlanma durumu ortaya çıkıyor. Nitekim
Kök-Türk metinlerinde bu ekin yalnız akrabalık ve asalet gösteren kelimelere
geldiğini ve pek sınırlı sayıda kullanıldığını görmekteyiz, beg+ler ‘bey-
ler, eke+ler+im ‘ablalarım : ög+ler+im ‘süt annelerim’, kunçuy+larım
‘Prenseslerim’, gibi8 aynı durum Moğolcada +lar/+ler ekine tekabül eden
+nar¡-\-ner eki için de söz konusudur. Bu ek orada da çok sınırlı olarak
kullanılmakta ve yalnız akrabalık ve asalet gösteren kelimelere gelmektedir.
A. von Gabain, bir kelimenin çokluk eki almadan da çokluk hali göste-
rebilmesini, çokluk gösteren vasıflandırıcı bir kelime ile çokluk ekinin
birarada kullanılmasını ve bu ekin teklik gösteren bazı kelimelere saygı ifadesi
için getirildiğini de dikkate alarak (üç oğrüar) ‘üç bırsız’, bodisawatlar ‘bir
Bodisatwa’), +lar/+ler ekindeki çokluk fonksiyonunun ikincil (sekunder)
olma ihtimali üzerinde duruyor 9. Dikkatli yazılmış Uygur yazmalarmda ekin
ilgili kelimeden ayrı yazılmış olması da düşündürücüdür. Eski Türkçede bu
ekin Moğolcada aldığı eki isim yerine sıfata eklediği de oluyor: ak+lar
bulıt gibi10. Gabain’e göre ekin menşei mes’elesini halletmeden, asd anlam
ve fonksiyonu hakkında kesin birşey söylenemez11. Gerçekten de bugün
+ lar/-fier ekinin etimolojisi üzerinde onu bir zamir veya isim kökü ile
çokluk eki kaynaşmasından, veya isimden fiil yapan -f-la- eki ile -r geniş
zaman ekinin kaynaşmasından yahut da iki ayrı çokluk ekinin kaynaşmasından
oluşmuş birleşik bir eke bağlayan biribirinden çok farklı görüşler yer almış
bulunmaktadır. Fakat bizce, Türkçedeki +larj+ler eki ile ilgili probleme
çözüm getirecek olan sonuçlar, ancak bu ekin, her iki dildeki tarihî geliş-
melerini ele alan karşılaştırmalı çalışmalarla elde edilebilir.
b. -f °i çokluk eki : Moğolcadaki -f d, + ud/+üd eklerine tekabül eden
+°t çokluk eki, Eski Türkçede oğlıt ‘oğullar, çocuklar’ < oğıl, tarkat ‘Tar-
hanlar’ < moğ. Tarkan, yılpağut ‘kahramanlar’ < *yılpağu ~ alpağu, bulıt
‘bulutlar’ <*bulı, tigit ‘prensler’ < tağşu, uruñut ‘muharipler’ < urunu gibi örnekler vermektedir12. Klâsik
ve klâsik öncesi Moğolcada canlı bir ek olarak çeşitli kelimelere gelebilen
bu ek (noyan/noyad ‘prensler’, kağan/kağad ‘kağanlar’, usun/usud ‘babalar,
elçin/elçit ‘elçiler, emçi/emçit ‘fizisyenler’ v.b.13, Eski Türkçede seyrek kul-
landan ve artık çokluk fonksiyonu da hissedilmez olmuş arkaik bir ek duru-
mundadır14. Tigin kelimesinin bir ek yığılmasına uğrayarak tigit-{-1er şek-
linde yeniden bir çokluk eki almış olması Yakutçada buna paralel er+et+ter
‘erkekler’ (hosün eretter : kahramanlar), tüñür+üt+ter ‘dünürler’ < tüñür,
inn+et+ter ‘küçük kardeşler’ < ini, Kuzey Türkçesinde kadıt+tar ‘kadın-
lar’ gibi paralel şekillerin bulunması15; Çağataycadaki biget ‘bey’, genel
Türkçedeki bulut, kanat, süt gibi kelimelerin artık çokluk değü teklik gösterir
olmaları bu kalıplaşmanın açık delilleridir.
Eski Türkçe uzmanları ve Altaistler, genellikle +°t çokluk ekinin Türk-
çeye Moğolcadan geçmiş yabancı bir ek olduğu görüşünde birleşmişlerdir.
Fakat G. D o er fer, Moğolcaya pek çok kültür, kelimesi vermiş olan Türkçenin
+°t ekini Moğolcadan almış olmasını imkânsız görüyor. Ona göre, Türkçeye
pek çok alıntıların yapddığı Moğol hakimiyeti devrinde bile, Moğolcadan
Çağataycaya yalnız bir tek -ğul eki girmiştir. Üstelik +°t ekinin Türkçeye
Moğolca kelimelerle birlikte girmiş olması da söz konusu olamaz. Çünkü Eski
Türkçedeki +°i ekini almış kelimelerin Moğolca olduklarına dair elde sağlam
kriterler yoktur16.
Gerçekten de bir ekin kalıplaşma yolu ile kullanılış alanından çıkmış
ve terkedilmiş olması, onun Moğolcadan geçmiş yabancı bir ek olmasını
gerektirmez. Ancak, +°t ekine Türkçedir damgasını vururken, aslen Türkçe
olan bir ekin, Moğolcada bu kadar yaygınlaşıp genelleşmesine karşılık, Türk-
çede neden terkedilmiş olduğunun da ayrıca açıklanması gerekir. Bu durumu,
Kök-Türkçede pek sınırlı olarak kullanılan +lar¡+ler ekinin, Uygur devrinden
başlayarak kısa zamanda yaygınlaşmış ve genelleşmiş olmasının tabiî bir
sonucu olarak kabul etmek mümkün müdür? Bu husus sonuç bölümünde
yeniden işaret edilecektir.
c. +Gun¡+Gün çokluk eki : Köktürk yazıtlarında, yalnız kelin+gün+üm
‘gelinlerim’ < kelin, tay+gun+guñuz ‘çocuklarınız’ < tay ‘tay, genç at’,
iniyi+gün+üm ‘küçük kardeşlerim < ini gibi akrabalık ve şahıs gösteren
birkaç kelimeye gelmiş olan bu ekin Moğolca ile ortaklığı konusunda herhangi
bir görüş mevcut değildir. Uygurcada alku+ğun ‘hepsi birlikte’, kamağun
< kamağ+ğun ‘hep birlikte, hepsi’ gibi topluluk gösteren biriki kelimede
göze çarpar. A. von Gabain, ekteki çokluk görevini de soru işareti ile kar-
şılamış, Moğ. için yalnız ada+ğun ‘at’ kelimesini vermiştir17. +gunj+gün
eki klâsik ve klâsik öncesi Moğolcada da geçerli bir ek olmadığına göre, yay-
gınlaşmadan kaybolmuş olan bu ekin durumu her yönü ile araştırılmaya
muhtaç bulunmaktadır.
‘erkekler’ (hosün eretter : kahramanlar), tüñür+üt+ter ‘dünürler’ < tüñür,
inn+et+ter ‘küçük kardeşler’ < ini, Kuzey Türkçesinde kadıt+tar ‘kadın-
lar’ gibi paralel şekillerin bulunması15; Çağataycadaki biget ‘bey’, genel
Türkçedeki bulut, kanat, süt gibi kelimelerin artık çokluk değü teklik gösterir
olmaları bu kalıplaşmanın açık delilleridir.
Eski Türkçe uzmanları ve Altaistler, genellikle +°t çokluk ekinin Türk-
çeye Moğolcadan geçmiş yabancı bir ek olduğu görüşünde birleşmişlerdir.
Fakat G. D o er fer, Moğolcaya pek çok kültür, kelimesi vermiş olan Türkçenin
+°t ekini Moğolcadan almış olmasını imkânsız görüyor. Ona göre, Türkçeye
pek çok alıntıların yapddığı Moğol hakimiyeti devrinde bile, Moğolcadan
Çağataycaya yalnız bir tek -ğul eki girmiştir. Üstelik +°t ekinin Türkçeye
Moğolca kelimelerle birlikte girmiş olması da söz konusu olamaz. Çünkü Eski
Türkçedeki +°i ekini almış kelimelerin Moğolca olduklarına dair elde sağlam
kriterler yoktur16.
Gerçekten de bir ekin kalıplaşma yolu ile kullanılış alanından çıkmış
ve terkedilmiş olması, onun Moğolcadan geçmiş yabancı bir ek olmasını
gerektirmez. Ancak, +°t ekine Türkçedir damgasını vururken, aslen Türkçe
olan bir ekin, Moğolcada bu kadar yaygınlaşıp genelleşmesine karşılık, Türk-
çede neden terkedilmiş olduğunun da ayrıca açıklanması gerekir. Bu durumu,
Kök-Türkçede pek sınırlı olarak kullanılan +lar¡+ler ekinin, Uygur devrinden
başlayarak kısa zamanda yaygınlaşmış ve genelleşmiş olmasının tabiî bir
sonucu olarak kabul etmek mümkün müdür? Bu husus sonuç bölümünde
yeniden işaret edilecektir.
d. +anj+en çokluk eki : Moğolcadaki +°n çokluk eki ile ortaklaşan
(elçilelçin ‘elçiler’, biçigeçi¡biçigeçin ‘kâtipler’, moritay¡moritan ‘süvariler’)18
-\-an/+en eki, Eski Türkçede oğlan ‘oğullarım’ < oğıl, er+en ‘adamlar’
ve örtmen ‘alevler’ gibi birkaç örnek veren nadir ve arkaik bir ek durumun-
dadır. Bu ekin Türkçede küçültme veya kuvvetlendirme fonksiyonu taşıdı-
ğım kabul edenler bulunduğu gibi, eki orun, kidin, üstün, ahn gibi arkaik yer
zarflarmdaki +°n eki ile19 ilişkili bulanlar da vardır.
e. +°s çokluk eki : Köktürk yazıtlarında Işbaras Tarkan ‘Işbara Tarhan’
gibi bir rütbede ve muhtemelen Talis, Tardus, Türgis gibi kavim adlarında
yer alan +s çokluk eki, Moğoleada ünlüler ve ai diftongu ile sonuçlanan
kelimelere gelen bir çokluk eki durumundadır : emejemes ‘kadınlar’, ekejekes
‘analar’, ere ¡eres ‘erkekler’20
f. 4-°z eki : Eski Moğolcadaki ikilik eki +raj+re ile (iki¡-\-re ile (iki+re
‘ikiz müge+re+sün ‘kıkırdak’) karşılaştırılabilecek olan +z eki de Eski
Türkçede artık işlek bir ek sayılmaz. Sayı bakımından iki veya daha fazla
şeye işaret eden bu ek, kalıplaşmış kelimeler oluşturmuştur : köz ‘göz’, köküz
‘göğüs’, müyüz ‘boynuz’, tiz, gibi21.
Görülüyor ki, Türkçenin elde mevcut bulunan en eski metinlerinde, çok-
luk ekleri bakımından Moğolca ile bir paralellik göze çarpmaktadır. Fakat
Moğoleada bu ekler işlekliğini devam ettir e geldikleri halde, yukarıda gösterilen
örneklerden ve yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Türkçede seyrek-
leşmiş ve bir fonksiyon kaybına uğramıştır. Eldeki örneklerin azlığı yüzünden
çokluk ekleri arasındaki fonksiyon ayrılıkları kesin olarak tayin edilemiyor.
Bu eklerin Moğoleada canlı ve işlek olmalarına karşılık, Eski Türkçede nadir
ve işlekliklerini kaybetmiş olmalarının başlıca sebebi, Türkçede bu eklerin
X. yüzyddan sonra bir fonksiyon ve kategori değişikliğine uğramış olmala-
rıdır. +°i, +°re, +°s ve +°2 eklerinde gördüğümüz gibi, bu eklerin, eklen-
dikleri kelimelerle birlikte artık çokluk gösterme dışında, teklik veya çokluk
anlamında müstakil isimlere ad olacak şekilde kaynaşıp kalıplaşmış olmaları,
Eski Türkçe devrinde bu eklerdeki çokluk görevini hissedilmez duruma getir-
miştir. Kana, belki »başlangıçta kuşun kanadındaki tek bir tüğü, kanat da
tüğlerin çokluğunu anlatıyordu. Fakat kanat kelimesi zamanla artık bu çokluk
anlamından sıyrılmış ve ‘tek bir kuş kanadı’ anlamıyla yerleşmiştir. Aynı
durum süre ‘belki süt zerresi’/ süt, beg/begit, er/eren kelimeleri için de söz
konusudur.
Türkçe ile Moğolca arasında bu yöndeki bir karşılaştırma, bizi, Çokluk
eklerinin, kalıplaşma devresinden önce Türkçede de Moğolcaya paralel
olarak canlı bir kullanılışa sahip olduğu ve her bir çokluk ekinin nitelikleri
bakımından biribirinden farklı kelimelere geldiği görüşüne ulaştırabilmektedir.
Her halde bu ekler Moğolcaya, Türkçedeki fonksiyon değişikliğinden çok
daha önceki bir devirde geçmiş olmalıdır. Aynı durumu Moğolca ile ortaklaşan
bazı isim eklerinde de görüyoruz. Bunlardan biri, Moğolcadaki +a/+e
yönelme -bulunma (davitus-lokativus) hali ekidir.
5. +a/+e davitus-lokativus eki : Bu ek Moğolcada mahugi ‘kötü’ > ma-
ğui+a ‘kötü şekilde, fena halde’, katağui ‘gaddar, merhametsiz’ > katağui+a
‘gaddarca, merhametsizce’ örneklerinde görüldüğü gibi 22, eklendiği kelimeleri
tarz zarflarına dönüştüren arkaik bir ek durumundadır.
Kök-Türk ve Uygur metinlerinde de yönelme-bulunma görevi ile kul-
lanılan yaygın +ka/+ke eki yanında, ayrıca seyrek kullanılan bir de +a/+e
ve -\-ya¡+ye eki vardır. Bu ek normal hal gösterme görevi dışında, Moğolcada
olduğu gibi yine zarf yapmaktadır, belirli isimleri zaman ve mekân zarflarına
dönüştürmektedir : hırı, biri ‘güney’ > biri+ye ‘güneyde, yırı ‘kuzey’ > yı-
n+ya kuzeyde’, kurı ‘batı’ > kurı+ya ‘batı’da, üz+e ‘yukarıda’ gibi23.
Türkçede -\-kaj-\-ke bulunma-yönelme eki yanında bir de +a/+e şek-
linde çok eski ve arkaik bir yönelme-bulunma ekinin daha yer almış
oiması, Türkçede +ka/+ke > +ğa/+ge > +a/+e ile oluşan +a/+e ekine
paralel olarak bir de eskiden beri devam edegelen müstakil bir -|-a/-fe
ekinin varlığını da ortaya koymaktadır.
Konuya görev dallanması açısından bakıldığında da, bu ekin erkenden
isim çekimi (casus) eki olarak yönelme hali görevinde karar kıldığı, bulunma
hali görevinin ise, ekin kullanılış şekillerinden gelen özelliği dolayısiyle, çeşitli
nitelikte zarflar türetme vasfı kazandığı tespit edilebiliyor. Bugün yer yer
Türk dilinin birçok kolunda rastladığımız Uyg. kün kün-JriJrne ‘her gün’
(Alt. Gr. § 427), Osm. günü gününe ‘her gün, tam gününde’, Ettuh. tüne ‘dün’,
Kary. tuna, tuna gün, tüne gün ‘dün’ (kara. Texte 269. Ayrıca KV. 259 ve LÇ
127); Eski Anadolu Türkçesinde düne ‘dün’ < tün-\-e gün’; Çağ. Bab. ertesige
‘yarın, ertesi gün’; keçiside ‘akşamleyin’, yazığa ‘baharın’, kışına ‘kışın’
(Ost. Gr. § 355 f.), Kazk. keşke, Kırg. Keçke, Barb., Tob. kitske ‘akşamleyin’;
Türkiye Türkçesinde sabaha gelirim, akşama yazarım, seneye buluşuruz
şekillerindeki zarflaşmış kalıplaşmalar da bu durumu ortaya koyabilmek-
tedir.
Moğolca ile Türkçe arasında +o/+e yönelme-bulunma (Türkçede ayrı-
ca-\-ka¡+ke yönelme-bulunma.) eki bakımından kendini gösteren zarflaşma
veya zarf türetme şelindeki bu ortaklık, Türkçede bu ekle ilgili kalıplaşma-
ların muahhar olmayıp, Türk-Moğol dil birliği devrine kadar uzanan bir
eksiklik taşıyabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir
6 — Bu konuda, Türkçe ile Moğolca arasında, özellikle şekil bilgisi ve
türetme ekleri yönünden ortaklaşan daha birçok örnek gösterilebilir 24. Ancak,
zamanımızın sınırlı oluşu dolayısıyla açıklama ve örnekleri burada kesmek
zorundayız. Yalnız, konuyu tamamlamak üzere kelime hazinesinden de birkaç
örnek vermek yerinde olacaktır. Burada, Moğolcanın Türk Dili araştırmaları
bakımından taşıdığı önem, Türkçeye girmiş ve yabancılık vasfını kaybetmiş
olan Moğolca kelimelerin çözümünde yine Moğolcaya başvurma gereğinde
toplanmaktadır.
Meselâ Osmanlıcada ‘patika, dağ yolu’ (Kamus Tere: TS. II 769) an-
lamına gelen bir cılkı r^j cılgı kelimesi vardır. Bu kelime Moğolcada da cilga
‘sel yatağı, iz, ince ve çukur yol’, Kalm.’da cilga ve Moğ.’da cilgas şekillerin-
dedir. Ayrıca, Kırgızcada yılka, Bar. yılga, Anad. Ağz. yılga, Kak. Krg.
cilga şekillerine de rastlanıyor. Moğolca ile Türkçe arasındaki ses değişmelerine
göre, Altaycadaki c-‘ler Moğolcada c-‘ye Türkçede y—’ye dönüşmektedir.
Genel Türkçedeki y—, Kzk. Krg. lehçe lerinde de c— olmaktadır. Bu ses değiş-
meleri dolayısiyle Osmanlıcadaki cılkı ve çılgının Moğolcadab geçmiş bir
kelime olduğu anlaşılıyor25.
Türkçenin Alt., Tel., Krg. lehçelerinde yer alan ve Osmanlıcaya Çağa-
taycadan aktarddığı sanılan çidarn ‘sabır, takat, tahammül’ (Kamuşı Os-
manî : TS. II 886) kelimesinin durumu da aynıdır. Moğolcada bu kelimenin
eidän ‘dayanıkldık, tahammül’, cidan-yadan ‘güçbelâ, çidamağ-yadamağ
aynı ani.’, çidal-küçün ‘güç-kuvvet’ gibi mukabilleri vardır. Bu kelime Tel
çıdım, Tel. Leb. şıdam, Kzk. Şor şıdam, Koyb. sıdım şekiller ile de görülüyor
Altaycadan Türkçeye ve Moğolcaya uzanan ses değişmeleri dolayısıyla.
Altaycadaki t(i)-, Moğ. ç(i)-, Türk. t(i)— olduğundan bu kelimenin Eski Türk’
çede görülen tıda— ‘tahammül etmek’, tıd- ‘karşı koymak, dayanmak’, Kom
tıya-, Osm. dayan-, Tel., Kzk tiyin- şekilleri doğrudan doğruya Türkçey:
temsil eden kelimeler oldukları halde, c-li şekillerin Moğolcayı temsil ettikleri
ve Türkçeye Moğolcadan geçmiş oldukları anlaşılıyor26. Aynı durum Eski
Anadolu Türkçeşindeki cilasun ‘genç, yiğit’ kelimesi için de söz konusudur
Bu kelimenin Türkçedeki mukabili yaş ‘genç, genç adam, gençlik’ tır. Mo-
ğolca ile Türkçe arasındaki c/y, l/ş ses değişimleri ve -sun eki bu kelimenin
Türkçeye Moğojcadan girmiş olduğunu kolayca ortaya koymaktadır. Eski
Anadolu Türkçesi ve Osmanlıcadaki barcak ‘kılıç kabzası’, keçim ‘at zırhı,
eğerin altına konan örtü’, keleci ‘söz, lâkırdı, sohbet’, keşik ‘nöbet sıra’,
kurultay, maral ‘dişi, ceylân’, sadak ‘kubur, okluk’, sicim ‘ip, sicim’, serin
‘serin, temiz hava’; çağ. çağdavul, çandavul ‘gece bekçisi, nöbetçi, artçı’,
dapkur ‘eğerin ortasından geçirilen kolan’, nöke. . ‘hizkmetâr, arkadaş,
karı’, soyurgal ‘ihsan, atiyye’; Az. tongal ‘ev dışında yakılan ateş’, küreken
‘damat’, nemer ‘mükâfat, hediye’, şile ‘katı pirinç çorbası’, cıda ‘mızrak’27;
Sibirya Türk lehçelerinden Alt. alaka, alka ‘çekiç’, Alt. Tel. Brb. alakan ‘el
ayası’, Tel. çabıdan ‘yelesi ve kuyruğu beyaz kula at’, Altay cagazın ‘kâğıt’,
Alt. Tel. kilinçek ‘suç, günah”, münün ‘gümüş’, Alt., Tel. sabar ‘parmak’,
peley ‘eldiven’, Tel. şülüzin ‘vaşak’ v.b. kelimelerin de Türkçeye Moğolcadan
geçmiş oldukları yine bunların Moğolcadaçki mukabilleri ile karşılaştırılarak
ortaya konabilmektedir.
Görülüyor ki, Türkçe ile Moğolca arasındaki karşılaştırmalı çalışmalar,
yalnız iki dil arasındaki akrabalık konusunun mahiyeti bakımından değil,
Türk dili tarihi ile ilgili bazı sorunların ve bir kısım dil malzemesinin daha
sağlıklı bir çözüme götürülebilmesi için de gerekli bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar

Eşref Şemi-zade

Eşref Şemi-zadehttp://www.seda.by.ru/images/1112012.jpgQIRIMTATAR VİKİPEDİYASINIÑ MALÜMATI Eşref Abduraman oğlu Şemi-zade (1908, iyün…