0 Comments

TATAR HALK DESTANI “İDEGEY”DE GEÇİŞ
DÖNEMLERİ
1
Yard. Doç. Dr. Çulpan ZARİPOVA ÇETİN
Muğla Üniversitesi Fen -Edebiyat Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü
ÖZET
Destanlar, hem tarih, hem de fikir ve sanat bakımından büyük önem taşırlar. Tatar halkının
yüzyıllardır süregelen sosyal ve kültürel hayatını, dünyayı görüşünü, inancını tüm Türk dünyasına ortak olan
motifler vasıtasıyla yansıtan “İdegey” destanı da Tatar halkının umutlarını, yaşam tarzını, törenler ve örf
adetlerini tasvir etmekle, başka birçok Türk boyunun gelenek göreneklerine de önemli yer vermektedir. Bu
doğalda, çünkü destan çeşitli boyları ve milletleri kendi bünyesine toplayan Altın Urda devleti tarihini
yansıtmaktadır.
Ayrıca, “İdegey” destanında insan hayatının en önemli anları olarak ifade edebileceğimiz ve insanlara
genellikle bir öncekine nispetle yeni statüler kazandıran “doğum”, “evlenme” ve “ölüm” gibi geçiş dönemleri
özel yer almakta ve kahramanların kişiliğini dolayısıyla açmaya yardım etmektedirler. En ilginç olanı da,
“İdegey” destanında bu merasimler içinde biz Tuktamış hanı da, İdegey’i de bir hükümdar veya bir emir
olarak değil, aile başına geçmeye hazırlanan sıradan bir delikanlı veya çocuk sahibi olma sevincinden şaşkın
kalan bir baba olarak tanımaktayız. Belirsiz kalan bir yıravın (ozanın) Tuktamış hanın ve İdegey’in kişiliğini
törenler ve örf-adetler sırasında ustalarca canlı bir şekilde göstermiş olması destanın en büyük kazançlarından
biri olarak sayılmaya değerdir.
Bugün de birçok Türk boyu için ortak olan tören, adet, gelenek ve inançların “İdegey” destanında
bir araya gelmesi büyük Türk Dünyasının tarihi birlik ve bütünlüğünün daha bir göstergesidir.
Anahtar Kelimeler: Tatar, Altın Urda, folklor, destan, gelenek.
ABSTRAKT
Epic takes a special place in world culture when it comes to learning and understanding
history, philosophy, and aesthetics of any nation. By the themes that are common to the whole Turkic world,
the heroic epic “Idegei” depicts social, cultural, and religious life of Tatars. This epic reflects all the dreams,
hopes, traditions, customs, and government system of Tatars and of many other Turkic peoples that had all
lived in one state- Golden Horde- for three centuries.
Important transitional periods in a person’s life such as “birth”, “marriage”, and “death” are pictured
brightly in this epic. They are crucial in understanding human values of the main characters of ‘’Idegei”.
In conclusion, it is worth mentioning, that the traditions and customs gathered in the epic are
common for many Turkic peoples. It is another proof that the great Turkic world has been historically united.
Key words: Tatar, Golden Horde, folklor, epic, tradition.
1
Gazi Üniversitesi I.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştu (Ankara, Mayıs 2005) .
KARADENİZ ARAŞTIRMALARI. Balkan, Kafkasya, Doğu Acrupa ve Anadolu İncelemeleri Dergisi’nde
yayınlanmıştır (Güz 2007 N-15, s. 149-169.
Page 2
2
GİRİŞ
Destanlar dünya kültüründe özel bir yere sahiptirler. Onlar, hem tarih, hem de fikir ve sanat
bakımından büyük önem taşırlar. Çünkü destanlar bize halk yaşamının ve düşünme şeklinin en eski
örneklerini sunmaktadırlar. Halkın hafızası kendi törenlerinin, gelenek-göreneklerinin ve
inanışlarının birçoğunu günümüze kadar sürdüre gelmiş, yeni kuşağa emanet etmiştir. En önemlisi
de, bir epik destanın sadece bir milletin değil, belki de bir halk, bir ulus olarak oluşan bir çok boyun
tarihi ve edebi varlığını aksettirmesidir. Bu açıdan Tatar halkının yüzyıllardır süregelen sosyal ve
kültürel hayatını, dünyayı görüşünü, inancını tüm Türk dünyasına ortak olan motifler vasıtasıyla
yansıtan “İdegey” destanı da Tatar halkının umutlarını, yaşam tarzını, törenler ve örf-âdetlerini
tasvir etmekle, başka birçok Türk boyunun devlet yöneltme düzenine ve gelenek-göreneklerine de
önemli yer vermektedir.
“İdegey” destanı birçok Türk boyu için ortak olan epik eserlerden biridir. Çünkü destandaki
vaka-olayların yer aldığı Altın Urda Devleti (1241–1502) farklı Türk boylarını kendi bünyesine
toplayan bir devletti. Bu devletin sınırları içinde Kıpçaklar, Kimekler, Bolgar Tatarları, Hazarlar,
Moğollar ve Slavlar da yaşıyordu. Bu yüzden, “İdegey” destanında yer alan yaşam tarzı ve gelenek-
görenekler bu halkların da izlerini mutlaka taşıyorlardır. Ayrıca, birçok Türk boyu destanın teşekkül
ettiği XIV-XVI. yüzyıllarda bir birleriyle çok sıkı bağlar ve tarihi-medeni alışveriş içinde olmuştur.
Doğal olarak, destandaki tören, örf-âdet ve inanışlarla ilgili ayrıntılı bilgileri verirken, istenilen
sonuçları yanı sıra başka Türk boylarının, ayrıca Kıpçak Türkleri olarak adlandırılan Nogay, Kırgız,
Kazak, Karakalpak ve Başkurt Türklerinin de gelenek-göreneklerinde ve inanışlarında bulduk.
Çünkü Valeeva-Suleymanova’nın da belirttiği gibi, “Yarı göçebe, yarı şehir hayatını sürdüren
Kıpçakların medeniyeti Altın Urda devleti medeniyetinin ayrılmaz bir parçasıdır”
2
. Tatar halk
destanı “İdegey”, kardeş Türk halklarını birleştiren, yakınlaştıran ve onların ayrılmaz bir parçasına
dönüşen bir destandır.
Tahta geçen Altın Urda hakimlerinin, hem de ne kadar yerli halk içinde eritilmiş olsalar da
Cengiz soyundan olarak Moğollara has birçok örf-âdete sadık kalmaları konusunda şüphemiz yoktur.
Bu yüzden bizim araştırmada Türk boylarının tarihi geçmişini söz konusu alan âlimlerin hizmetleri
ile aynı sırada Moğolların eski dinini araştıran bilim adamlarının hizmetleri de önemli yer
almaktadır. Fakat “İdegey” destanını araştırmak için sadece Moğol ve tüm Türk boylarının hayat
tarzını ve örf-âdetlerini bilmek de yetersiz kalabilir. Bu halklar yerleşmeden önce bu topraklara sahip
olan İskitlerin, Hunlar’ın ve bütün eski medeniyetlerin yaşam tarzı, töre ve inançlarından da bilgimiz
mutlak olmalıdır, çünkü “İdegey” destanında olaylar çok geniş bir coğrafyada gelişmektedir: İdil-
Ural, Orta Asya, Kuzey Kafkasya, Kırım…
“İdegey”, mitolojik unsurlar daha az bulunan ve realizme yakın bir destan sayılmasına rağmen,
eserde Şamanizm devri ile ilgili inanç ve örf-âdetlere sık rastlıyoruz. Bu doğal da, çünkü destanlar
bize, bir halkın, tarihin farklı dönemlerinde çeşitli dinlerden ne kadar etkilendiğini görebilme imkânı
sağlamaktadırlar. Tatar Türklerinin dünyayı görüşlerine ve hayat felsefesine İslam dinini kabul
etmelerinden önce en büyük etki yapan devir Şamanizm devri olmuştur. İslam dini Şamanizm ile
ilgili hareketleri (fal açma, beddua etme v.b.) ve inançları yasaklamasına rağmen, insanlar tarafından
eski devirlerde oluşan görüşler unutulmamış ve onların çoğu bugün de aklımızdadır. Belki de bu
nedenle, “İdegey” destanı İslam dininin devlet düzenine ve halkın aklına iyi bir şekilde yerleştiği
dönemde ortaya çıkmış bir eser olmasına rağmen, kahramanlar “Allah” ve “Tanrı” kelimelerini yan
yana kullanmaktan bir türlü vazgeçemiyorlar. Bunu anlamak zor değil: eski Türk-Moğol halklarının
inançlarını yansıtan şamanizm dini, insanları doğaya sıkı bağlayan ve insan hayatında önemli yer
2
Valeyeva-Suleymanova, G. (1997), Tipologiya Vzaimodeystviya Hudojestvennoy Kulturı Tatar v
Sisteme “Vostok-Zapad”, Tatarica. Zvyozdnıy Ças Tatarskoy İstorii, Kazan, s. 113.
Page 3
3
alan doğaüstü güçlere inanma imkânı sunan bir din olmuştur. Fakat sonraki dönemlerde alim
Abdulkadir İnan’ın tespitine göre, “Türkler ve Moğollar bile başka dinlerin tesirine maruz kalıp,
orman şamanizmi’nden az çok uzaklaşmışlardı. Bununla beraber Moğol istilâsı Orta Asya ve Volga
havzası Müslümanlarında, ölmek üzere bulunan, Şamanizm kalıntılarının tekrar canlanmasına sebep
olmuştur”
3
. Bu yüzden de Moğol istilâsından sonra yazılan kaynaklarda şamanizm’e dair bilgi daha
çoktur. Bu açıdan, Altın Urda devletinin tarihini yansıtan “İdegey” destanında şamanizm izlerine
rastlamamız son derece doğaldır. Yani, B. Ögel’in belirttiği gibi “Manas” destanı kahramanlarının
yaptıkları törenler nasıl bir parça İslam tesiriyle karışık şamanlık törenleri olarak izlenmekteyse”
4
,
aynısını “İdegey” destanındaki törenler hakkında da söyleyebiliriz.
Törenler, örf-âdetler, inanışlar tüm halklara, tüm milletlere has bir görünümdür ki, biz onları
izleyerek bir milletin, bir halkın geçmişteki tarihini, iç dünyasını, zihniyetini tanımayı öğreniyoruz.
Bir devlet sınırları içinde yaşayan ve komşu devletlerde hayat sürdüren milletler tabi ki birbirlerini
etkilemişlerdir. Gelenek-göreneklerle yan yana gelen inançlar, sınamalar, fal bakmalar da halkın
tarihi, kültürü, özü, milli varlığıdır. Bugün de birçok Türk boyu için ortak olan tören, âdet, gelenek
ve inançların “İdegey” destanında bir araya gelmesi büyük Türk dünyasının tarihi birlik ve
bütünlüğünün daha bir göstergesidir. “İdegey” destanı kardeş Türk halklarını birleştiren,
yakınlaştıran ve onların ayrılmaz bir parçasına dönüşen bir destandır.
Özellikle, “İdegey” destanında Kazan Tatarları için (erken dönemlerde yerleşik hayata geçme,
İslam dinini erken kabul etme ve asırlarca Rus kültürü etkisi altında kalma sonucu olarak) artık pek
anlaşılmayan tören, örf-âdet ve inançların çoğunun başka Türk boylarının günlük hayatında, ayrıca
Tataristan sınırları dışında yaşayan Tatarlarda ve Kıpçak Türklerinde bugüne kadar korunması bize
ilginç bir araştırma yapmak için inanılmaz derecede zengin bir temel oluşturdu.
“İdegey” destanını Türkiye Türkçesi’ne çeviren ve Türk okuruna bu destanla ilgili ilkel bilgileri
sunan Rüstem Sulti haklı, “bu destanın bütün Türk folklor destan geleneği çerçevesi içinde ilmî
olarak araştırılması için en önemli şartlardan biri, “İdegey” destanının konu ve yüksek sanat değeri
açısından değerli, diğer halklarda mevcut olabilen varyantlarını yayınlamak ve her versiyonu tek tek
incelemek, tahlil etmek ve yorumlamaktır”
5
. Fakat zaman açısından, bir de bu tür araştırmalara artık
bir zemin atılsın niyeti ile biz bu araştırmamızı, elimizde olan ve Tataristan’da ve Türkiye’de
şimdilik Naki İsanbet tarafından baskıya hazırlanıp kitap olarak âlimlere ve okurlara sunulan metni
üzerinde yaptık. Bu araştırmanın devamı olarak başka bilim adamları tarafından artık başka Türk
boylarındaki varyantları kıyaslayarak yapılan araştırmalar da ortaya çıkar umuduyla kalıyoruz.
DESTANDA YER ALAN GEÇİŞ DÖNEMLERİ
Geçiş dönemleri Tatar Türklerinde de üç safhadan oluşmaktadır: 1. Çocuğun doğması ile ilgili
âdetler 2. Düğün ile ilgili âdetler 3. Cenaze ile ilgili âdetler. Her geçişin çevresinde insana değer
vermek ve onu bazı tehlikelerden korumak amacıyla çeşitli törenler, gelenek-görenekler ve inançlar
teşekkül etmiştir. Böylesine Türk destanlarının çoğunda önemli yere sahip olan doğum, ad verme,
evlenme, yas ve defin törenlerinin İslam’dan önceki devrin izlerini taşıması da ortaya çıkmaktadır.
“İdegey” destanında geçiş dönemleri safhalarının üçüne de rastlamaktayız. Araştırma süresinde
çok eski örf-adetlerin tarihini de açıklamaya çalıştık.
DOĞUM İLE İLGİLİ ADETLER
Bir aile içinde ilk çocuğun dünyaya gelmesi çok heyecan, sevinç ve onur verici olaydır. “İdegey”
destanında da kahramanların baba olma sevinci, coşkusu dolayısıyla açılmış durumdadır.
3
İnan, A. (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, s. 11-12 .
4
Ögel, B. (1993), Türk Mitolojisi. C.1., Ankara, s. 510.
5
İdegey Destanı (1998), Hazırlayan Dr. Rüstem Sulti, Ankara, s. 18, 34.
Page 4
4
Destanda Toktamış han’ın ve İdegey’in aynı zamanda çocukları doğuyor. Fark şu ki, Toktamış
han’ın ikiz kızları, İdegey’in ise oğlu dünyaya geliyor. Her iki taraf da bu sevinç nedeniyle toy
düzenliyor. Yenike ikiz kızları doğurduğunda,
Toktamış gibi ulu han
Analıklar aldırıp,
Kürek kemiğini baktırdı.
Han hazineyi açtırdı,
Kürekle altın saçtırdı.
Bütün hanı toplattı,
Bütün beyi toplattı,
Doğurmamış kısraklar kestirdi,
Otuz gün oyun yaptırdı,
Kırk gün toyunu yaptırdı;
Ulu kızı aya denk,
Adını koyup Haneke,
Küçük kızı güne denk,
Adını koyup Köneke,
Gönlünü o zaman dindirdi. (745)
6
.
İdegey ise oğlu doğduğunda,
Atabeyler aldırıp,
Kürek kemiğini baktırdı.
Altından oluk oydurdu,
Gümüşten lazımlık döktürdü,
Kenarını kır kamışından yaptırdı;
Kır kamışı sert olur diye,
Altınla değiştirdi.
Doğurmamış kısrakları kestirdi,
Toktamış’ın sayısız kulunun
Ne varsa toplattı.
Kendisine bir hayır dua etsin diye
Büyük bir toy yaptırdı,
Han yanında doğdu diye,
Adını Noradın koydurdu.(770).
Çocuk doğunca böyle büyük bir ziyafet, toy verme geleneğine Tatar Türklerinin “Kuzı Körpe”
adlı destanında da rastlıyoruz. Söz başında, çocuğun doğumundan sonra bir toy düzenlemenin baba
sağ ise baba, baba sağ değilse çocuğa akraba olarak en yakın bir başka şahıs tarafından (genelde, erkek
akraba) mutlaka yerine getirilmesi lâzım olan bir görev olduğunu söylemek gerekir.
Önce her iki tarafta yapılan toy’a has olan ortak hareketleri bildirelim ve onlarla ilgili ayrıntılı
bilgiler vermeye çalışalım.
1. Analıklar (Atabeyler) aldırarak kürek kemiğini baktırmak.
Kız çocuk doğunca analıklar (yaşlı kadınlar), erkek çocuk doğunca da atabeyler (yaşlı erkekler)
çağırılmıştır. Burada anlaşılmayan bir şey yok gibi. Kürek kemiğini baktırma geleneğine gelince, bu
6
Makalede destandan alıntılar sonunda parantez içinde verdiğimiz sayı, İdegey Destanı (1998, Ankara,
Türksoy yaınları. Hazırlayan: Dr. Rüstem Sulti) kitabındaki şiir satırlarının sayısını belirtmektedir.
Page 5
5
gelenek “İdegey” destanı ile ilgili olan tek bir araştırmada bile şimdiye kadar söz konusu olmamıştır.
Bu tür fal ile ilgili ayrıntılı bilgileri biz Abdulkadir İnan ve Jean-Paul Roux’un hizmetlerinde bulduk.
Türkler eskiden şamanizm ile ilgili bilgileri bir araya toplayan bir kitabın olmasına, ama onu bir
keçinin yediğine ve içindeki bütün bilgilerin de keçinin kürek kemiğine aktarıldığına inanmışlardır. Bu
yüzden kürek kemiğine bakarak insanın geçmişi ve geleceği ile ilgili bilgilere sahip olabileceklerini
ummuşlardır. Bu tür kehanet yöntemi bazı değişikliklere uğramış olsa da, Türk boyları arasında
asırlarca tercih edilmiştir. Jean-Paul Roux’un fikrine göre, kürek kemiğinin okunması yolu ile
kehanette bulunmak (Yunanca “omoplatoskopi”, Lâtince “Skapulimantia”) Türk-Moğol kehanet
yöntemlerinin en eskisi ve sürekli uygulanmış olanıdır
7
. Bu yöntem sadece Asya halklarına değil,
Yunan çobanlarına da belli bir yöntemdir. Kürek kemiğine bakma düzeni şöyledir: “Genel kural
olarak, koyunun ve daha ender olarak keçi veya onlar yerine herhangi bir hayvanın kürek kemiği
kullanılır; örneğin koyun yetiştiremeyecek kadar kuzey bölgelerde yaşayan Yakutlarda, geyiğin kürek
kemiği kullanılmaktadır. Hayvanın yakın zamanda öldürülmüş olması, kemiğinin üzerindeki etin
özenle kazınması, dişlerle dokunmadan “çıplak hale konmuş” olması gerekir. Kemiğin, hakkında
danışılan şeyin düşünülmesi sırasında alevle kavrulması lâzımdır”. Âlim bu tür kehanetin hayvan
bedeninin içerdiği güçle ilgili olan, oldukça gelişmiş ve özümlenmiş bir düşünce tarzından
kaynaklandığı hakkında söylüyor. Bu tür fal Atilla devrinde de, Hitanlarda da yapılırmış. Mahmut
Kaşgarî (XI) ve Rubruk (XIII) eserlerinde de kürek kemiği falından bahsediliyor. Rubruk’dan kısa bir
müddet sonra, Reşideddin “Argun’un hastalığı konusunda danışılan Şamanların, kendi bilimlerinin
kurallarına göre bir kürek kemiğini incelediklerini” açıkça söylemektedir. Kürek kemiği yolu ile
kehanetin Moğolca’da ismi “dallacı”, Türkçe’de de “yagrıncı”dır. Daha sonraki dönemlerde kürek
kemiği yöntemine Timurlenk’in ordusunda (İbni Arapşah yazmasından belli), Safeviler döneminde
İran’da ve “Orta Asya’daki yaşanılarının bir anısı olarak” onu muhafaza eden Mısır Memlûkları’nda
rastlanmaktadır. 1771 yılında Kazaklar arasında seyahat eden bir Rus subayı kürek kemiği falının
varlığına işaret etmektedir. Kırgız halkına ait olan inanışlar sisteminde de kürek kemiği yöntemi ile
kehanet etme âdeti yer almıştır. Meselâ, “Manas” destanında Manas’ın arkadaşlarından biri tölgöçü
(fal açan) Kara Tölek’dir, başka biri de “yağrıncı” (kürek kemiği ile fal açan) Kara Badiş’tir.
Abdulkadir İnan’ın tespitine göre, Anadolu’nun bazı yörelerinde kürek kemiği falı geçen asrın 60’lı
yıllarına kadar malûm olmuştur
8
.
“İdegey” destanında da Toktamış han ile İdegey düşünceli bir baba olarak çocuklarının
geleceğini merak edip kürek kemiği falına baktırıyorlar. Gelecekten bir mesaj alma isteği insanlara her
devirde özgü olan bir meraktır. Ayrıca, kürek kemiği falına bakma geleneği Tatarlarda da yaygın
olmuştur. Meselâ, bu fal sırasında alevle kavrulan kürek kemiğinin üst tarafı boya yarıldığında işin
(yolun, niyetin, aşkın) iyi, ene yarıldığında ise kötüye gideceğine inanmışlar. Tatar Mifları (1996: 267,
269) adlı kitaba toplanan bilgiye göre kürek kemiği üzerinde bezelyeler serperek açılan bir fal türü de
olmuş, ama onun anlamı arık tam çıkarılmıyor
9
. Destanda “san söyegen baqtırdı” deniliyor (“San
söyege” gövde kemiğidir). Bu falı, “kalaq söyege belen yurau” diye de adlandırmışlar. “Kalaq”
kelimesinin bir anlamı Tatar Türkçesi’nde “kürek şeklinde” olarak verilmektedir ki, söz kürek kemiği
hakkında olduğu şüphesizdir. Fala bakana da “yawırınçı” demişler (yawrın – sırt, kalaq kemiği, kürek
kemiği anlamında).
“İdegey” destanında şamanizm’in başlıca unsurlarından biri olan fal bakma âdetine ayrıca sık
rastlıyoruz. Meselâ, Toktamış han İdegey’in kim olduğunu öğrenmek için Subra Yıraw’ı çağırır.
Sonra da Alp Kara Tiyen İdegey’e kendisini kim öldüreceğini, mezarı nerede olacağını öğrenmek için
fal açtırdığından bahseder:
Mezarım nerede, bilmedim.
Ölümüm kimden, bilmedim.
7
Roux, Jean-Paul. (1998) Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çeviren A.Kazancıgil, İkinci Baskı,
İstanbul, s. 75-76.
8
İnan, A. (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, s. 151-152.
9
Tatar Mifları (1996). G.Gıylmanov Hikayelewende, 1 Kitap, Kazan, s. 267-269.
Page 6
6
Bakıcıdan bakımı baktırdım,
Falcıdan falımı açtırdım,
Bilgiçten büyümü sınattım,
O zaman bildim bu işi:
Beni öldüren er olsan,
O sen imişsin, İdegey! (2740-2745).
Ayrıca, fal açma geleneğine sadece “İdegey” destanında değil, başka Tatar destanlarında
da rastlamaktayız (Meselâ “Kadış Mergen” destanında).
2. Altın (sikke) saçtırma
Gelen konukların üstüne altın veya gümüş sikke saçma geleneği (saçı) da çok eski
devirlerden beri belli olan ve tüm Türk boyları için ortak bir gelenektir. İbn-i Fazlan, İdil
nehri boyundaki Bolgar devletini ziyaret etmesini konu eden seyahatnamesinde de “Bolgar
padişahı bizi selâmlamaya çıktığında kolunda sikkeler vardı, onları üzerimize saçtı”
10
diye
yazıyor. Sikke, bazı âlimlerin fikrine göre, çok eski devirlerde Tanrı’ya tapmanın bir simgesi
olmuştur. Hele gümüş sikke. Çünkü gümüş rengi gök rengini hatırlatıyor. Sultangareyeva’nın
da belirttiği gibi, yıldızı andıran gümüş sikke eski çağ medeniyetinde Gök Tanrı ile bağlantıyı
bildirmiştir
11
. Bu yüzden de sikke saçma âdeti tüm bayramlara da geçmiştir. Bu gelenek, her
şeyden önce selâm verme, hoşgörü ve ilâhi zatlardan merhamet umma manasına geliyorsa,
ikinciden, varlıklı hayatın göstergesi (veya onu istemesi) de olmuştur. Meselâ, Şah Timur:
kızını kurtarıp elinden tutup babası evine getiren İdegey’in yanına gelince:
Eleklep altın saçtırdı,
Küreklep gümüş saçtırdı.
Deniliyor. “Kara Kükel’ adlı başka bir destanda da Kuçkar Alp evine dönünce babası sevinçten
ve bol hayat isteği ile onun başına “inci-mercan” saçar.
12
“İdegey” destanında gümüş ve altın sikkeleri Toktamış han sevinçten ve devletin varlığını
gösterme amacıyla saçıyor. Belki burada demir kültünü, demirin kötü ruhları yok etme niteliği
üzerine oluşan inançların olmasını da aklımızda bulundurmalıyız. Çünkü eskiden Tatarlarda
gümüş sikke ev yaparken temele konulur, düğün sırasında da gelin ile damadın üzerine ve
ayakaltına atılırmış. Bu hareketin birçok Türk boyları, German kabileleri ve Slavlar için ortak
olduğunu da söyleyebiliriz. Hatta Eski Yunan’da bile bu âdete rastlıyoruz. Belki bugün de
Tatarlar arasında öğrencilerin sınava girmeden önce ayakkabı içine topuk altına demir para
koymaları kötü ruhlardan korunma isteğini belirten eski çağlardan gelen inancın bir uzantısıdır?
Çünkü Sultangareyeva’nın da belirttiği gibi, eskiden kadim insanlar aynı niyet ile sikkeyi gelen
misafirin ayakkabısının topuğu altına koyarlarmış (kötülüğün insanın topuğunda yaşadığına
inanmışlardır)
13
.
3.Doğurmamış kısraklar keserek toy yapmak.
Destanda çocuk doğunca doğurmamış kısraklar kesiliyor. Kurban geleneği, Gök Tanrı
İnanç Sisteminde olduğu gibi bütün dinlerde vardır. Kuran-ı Kerim’de Allah “Biz her ümmet için
bir kurban ibadeti koyduk…” (Hac: 34) diye buyurmaktadır. Meselâ, İskitlerde genelde at veya
koyun kurban edilirdi. Göktürkler de, Turan’ın da belirttiği gibi, beşinci ayda millî ve dinî
bayramlarını yaparken, Tanrı’ya çok miktarda koyun ve at kurban ederlerdi. Moğollarda ve Eski
10
Fahretdinev, R. (1993), Bolgar ve Kazan Töreklere, Kazan, s. 67.
11
Sultangareyeva, R (1994), Başkirskiy Svadebno-Obryadovıy Folklor, Ufa, s. 10, 23.
12
Tatar Halıq İcatı. Dastannar(1984), Kazan, s. 49.
13
Sultangareyeva, R (1994), a.g.e., s. 74.
Page 7
7
Türklerde genelde kurban olarak at seçilmiştir.
14
Bu hakta Herodot ve Strabon yazmalarında da
okuyabiliyoruz. Roux’un tespitine göre, kurbanlık hayvanın beyaz, sarı, sağlıklı, güzel ve en
önemlisi kullanılmamış olmasına özen gösterilmiştir
15
. Ayrıca, beyaz renk Moğolların en çok
sevdiği ve saygı gösterdiği renk olmuştur. Beyaz renk tüm dinlerde ve halklarda temizliği, iyiliği,
saflığı sembolize eden renk olarak kabul edildiği de bellidir. A.İnan, alnında beyaz bulunan genç
kısrağın Tanrı’nın beğendiği ve ruhların hoşuna giden hayvanlar olduğunu belirtmektedir.
16
“Manas” destanında da Manas doğduğunda babası ak boz kısrak kesmektedir.
“İdegey” destanında yer alan ve Tatar Türkçesi’nde “tu biyeler” olarak söylenilen
deyimde “tu” kelimesi “doğurmamış” manasına gelmektedir. Doğurmamış, kullanılmamış ve
temiz anlamına da gelir. Ayrıca, doğurmayan kısrak genç olduğuna göre, onun eti de körpe ve
lezzetli olur. Destanda Şah Timur da, kızı Ak Bilek’in İdegey tarafından kurtarıldığı nedeniyle
“doğurmamış kısraklar” keserek büyük bir toy düzenliyor.
Gelen misafirlere aş verme geleneği de kökleri ile çok eski dönemlere uzanmaktadır. İbne
Fazlan seyahatname’sinde, Bolgar Padişahının konukları kendi kubbesine çağırıp aş verdiği
hakkında yazmaktadır.
17
Tatarlarda, böylesine büyük toy ve ziyafet verme geleneği Bolgar
devleti döneminden bugüne kadar devam ede gelen bir gelenektir. XX. asır başında Bolgar
Tatarları’nın bu âdeti Ayaz İshakî tarafından “200 Yıldan Sonra İnkıraz” adlı eserinde hatta
eleştiri konusu da olmuştur. Fakat Naciye Yıldız’ın da belirttiği gibi, çocuk doğduğunda baba
tarafından ak-boz renginde olan doğurmamış kısrakların kesilmesi ve ziyafet verilmesi uğur
getirmesi için yapılan geleneklerin biri olarak kabul edilmelidir.
18
Ayrıca, Abdulkadir İnan’a
göre, Türklerde kurban kesme ve saçı yapma geleneği Tanrı’yı memnun etmek, onun rızasını
kazanmak, yardımını sağlamak, isteklerini ona kabul ettirmek için yapılırdı.
19
Destanda Toktamış han ile onun hizmetinde bulunan emiri İdegey tarafından yapıldığı
düğünlerde her ikisinin derecesi ile bağlı farklılıklar da yer almaktadır. İkiz kızları doğan
Toktamış han,
Bütün hanı toplattı,
Bütün beyi toplattı,
Otuz gün oyun yaptırdı,
Kırk gün toyunu yaptırdı (750).
Böyle bir düğünü destanda ancak daha bir kişi yaptırabilir: hükümdar olan Şah Timur.
İdegey, Akbilek’i kurtarıp babasına getirdiğinde,
Şah Timur sayısız kulunun
Varını yokunu toplattı,
Doğurmamış kısraklar kestirdi,
Otuz gün oyun kıldırdı,
Kırk gün toyunu kıldırdı (2975).
“Altain Sain Süme” destanında da han kızını evlendirdiği zaman otuz gün oyun
kıldırır, kırk gün düğün yapar.
İdegey ise oğlu Noradın doğduğunda yaptığı düğünü aklına getirip böyle der:
14
Turan, O (1980), Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 3 bs, İstanbul, s. 401.
15
Roux, Jean-Paul. (1998) Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çeviren A.Kazancıgil, İkinci Baskı,
İstanbul, s. 194.
16
İnan, A. (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, s. 101.
17
Fahretdinev, R. (1993), Bolgar ve Kazan Töreklere, Kazan, s. 67-68.
18
Yıldız, N. (1995), Manas destanı ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara, s. 252.
19
Иnаn, A. (1976), Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, s. 46-54.
Page 8
8
Sen doğunca, Noradın,
Doğurmamış kısraklar kestirdim;
Altı gün aş verip,
Âlimleri doyurdum,
Yedi gün aş verip,
Yetimleri doyurdum (5370).
Gördüğümüz gibi, İdegey kendi haline göre beşik düğünü düzenliyor ve en önemlisi, oğlu
doğduğunda âlimleri toplamayı ve yetimleri sevindirmeyi de unutmuyor. Bunlar, İdegey’in kişiliğine
özgü güzel sıfatlardır. Benzer olay “Manas” destanında da var: Manas’ın babası da oğlu doğduğunda
Centek’e sekiz kısrak kesmiş,
Doymayanı doyurmuş,
Besili hayvanları kesilmiş,
Aç olanı doyurmuş.
20
Halka hizmet, Türk destanlarında övünç kaynağı olarak da ortaya çıkmaktadır. Kahramanın bu
gibi cömertliğine “Oğuz Destanı”nda ve “Dedem Korkut”ta da rastlıyoruz.
4. Ad verme.
Türkler arasında ad verme etrafında oluşan pratik ve uygulamalar, Eski Türk dininden
günümüze kadar gelen önemli geleneklerin biridir. Türk destanlarında kahramana ismi genelde bir
ihtiyar aksakal (Hızır) verir. “İdegey” destanında da ad verme merasimi özel yer almıştır. Fakat burada
çocuğa isim babası tarafından seçilir ve konulur. Meselâ, Toktamış han,
Ulu kızı aya denk,
Adını koyup Haneke,
Küçük kızı güne denk,
Adını koyup Köneke,
Gönlünü o zaman dindirdi (755).
İdegey de oğluna,
Han yanında doğdu diye,
Adını Noradın koydurdu (780).
Eski bir törene göre, çocuğa adını babasının vermesi gerekiyordu. Meselâ, “Altain Sain Süme”
adlı destanda da kahramanın annesi çocuğa ad verme görevini eşine, yani kahramanın babasına
bırakır.
21
Altay destanı “Maaday Kara”da Altın Targa çocuğuna isim vermek için, avlanmaya giden
kocasını bekler:
“…Oğluna bir ad koymadı,
Babasının gelmesini bekliyorlar” dediler.
22
20
“Manas” (1980), S.Orozbakov’un Varyantı. Frunze, s. 61.
21
Tatar Halıq İcatı. Dastannar (1984), Kazan, s. 55.
22
Altay Destanı Maaday Kara. (1999), Hazırlayan: Emine Gürsoy-Naskali, İstanbul, s. 52.
Page 9
9
İsmi çocuğa en kutsal dileklerde bulunarak, büyük umutlar bağlayarak vermişler. İsmi, çocuğun
geleceğini düşünerek, özel bir mana arayarak seçmişler. Çok eski çağlarda insanlar, dil ortaya çıkması
ile beraber tüm canlı ve cansız nesnelere onlara denk gelecek, onların özelliğini açıverecek isimler
bulmaya çalışmışlardır. İnsana verildiği ismin büyülü bir anlama sahip olduğuna da her zaman
inanılmıştır. Akmataliyev’in tespitine göre, eski Hint kaynaklarında, “Ad, insanların hayatındaki en
önemli hususlardandır. O insanın kaderini belirlemiştir. Adıyla insan şöhret kazanmıştır. Dolayısıyla
ad koyma merasimi en yüksek derecede övgüye layıktır” diye belirtilmektedir.
23
Genelde, yeni doğan çocuğu aya, güne (güneşe), nura, yıldıza benzetmişlerdir. “İdegey”
destanında yer alan isimlerin hepsi Eski Türk isimleri dersek yanılmayız: Kutlukaya, Cantimir,
Kobogıl, İdegey, Tuktamış, Orman, Subra, Kara Tiyen, Timur, Noradın, Aytulı, Akbilek, Yenike,
Haneke, Köneke, Canbay. Hatta Arapça’dan gelen Kadir ismine bile Türk kelimesi “verdi”
yüklenmiştir.
5. Kaçan düşmanı kovdurmak.
Oğlan çocuk doğması sebepli, onu gelecekte kahraman, savaşçı olarak görmek isteyen İdegey,
Yürekli, cesur olsun diye,
Kaçan düşmanı kovdurdu,
Savaşta cengâver olsun diye,
Savaşa kendisiyle götürdü.
Gönlünü o zaman dindirdi (790-795).
Savaşçı, mert bir millet olarak bilinen Türkler için oğlan çocuğun doğması kadar, onun cesur ve
cengaver olup yetişmesi de önemli idi. Toplumun gerçek bir üyesi ve yetişkin bir delikanlı olmak için
oğlan çocuğu savaşlarda geçen hayatın bütün zorluklarına katlanma, amansız bir şekilde savaşma ve
vatana elinde ganimetlerle dönme gibi kahramanlıklar göstermeliydi.
24
6. Beşik hazırlama ve kundaklama.
Oğlu doğduğunda ne kadar sevindiğini, çocuğa ne derecede değer verdiğini İdegey’in beşik
hazırlama ve oğlunu kundaklama sırasında da görebiliriz. Çocuğu beşiğe yatırma, çocuğun hayatında
yer alan en önemli olayların biridir. Birçok bilim adamı tarafından beşik, dünyadaki bütün canlı
yaratıkların korunduğu Doğa rahmine benzetilir ve o, Nuh Peygamber gemisinin küçük bir modeli
sayılmaktadır.
Destanda İdegey’in beşik hazırlaması üzerinde duralım:
Altından oluk oydurdu,
Gümüşten lazımlık döktürdü,
Kenarını kır kamışından yaptırdı;
Kır kamışı sert olur diye,
Altınla değiştirdi (770–775).
Çocuğun beşiğe konulması özel bir bayram sayılmıştır. Meselâ Muratoğlu ve Kalafat’ın da
belirttikleri gibi, Özbek-Türk mitolojisinde Beşik Toyu kutsal kabul edilir, o gün bebeğin mutlu ve
mutsuz günleri için hayır duası yapılır.
25
23
Akmataliyev, A. (2001), Kırgız Folkloru ve Tarihi Kahramanlar, Ankara, s. 162.
24
Serkina, G. (1997), Geçiş Ritüellerindeki Benzerlikler, Uluslararası 4. Türk Kültürü
Kongresi Bildirileri, 4-7 Kasım, Ankara, s. 189.
25
Muratoğlu, M., Kalafat, Y. (1996), Özbekistan-Anadolu Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları,
İstanbul, s. 31.
Page 10
10
Destanda ilginç bir detay var: beşik ayaklı olarak yapılıyor. Kazan Tatarları genelde beşiği
söğüt ağacından örerler ve tavana asarlar. Ama Altın Urda devletinde yaşayan birçok Türk boyunun ve
sonraki devirde Tatarlar olarak adlandırılacak bir etnik grubu ortaya çıkaran boyların göçebe hayata
alışkın olduklarını ve evlerde değil, çadırlarda yaşadıklarını aklımızda bulundurursak, onların çocuk
beşiğini de ayaklı şekilde yapmaları şaşırtmaz. Meselâ, destanda Kutlukaya bey’in de evi çıngıraklı
çadır olmuştur.
İdegey’in oğlu için ayaklı beşik yaptırmasına “töbek” (lazımlık) ve “çümek” (oluk) kelimeleri
işaret etmektedir. Kazan Tatarlarında bu tür beşiğe rastlamıyoruz. Fakat Bolgar ve Altın Urda devleti
dönemlerinde bu tür beşik sık kullanılmıştır. “Töbek” ve “Çümek” kelimelerinin anlamını biz Kazak
ve Kırgız Halk edebiyatında bulduk. “Töbek”, çocuğu beşiğe yatırınca pisliğinin etrafa dağıtılmaması
için konulan kaptır. “Çümek” ise, çocuğun küçük taharetinin sızmadan töbeğe geçmesi için büyük
koyunun aşık kemiğinden yapılan bir boru, oluktur. Bu borunun uzunluğu yaklaşık 10-12 cm. olur.
Akçin’in de belirttiği gibi, Töbeğin içindeki kül çocuk her pislettiğinde temizlenir ve bu yüzden beşikte
hiçbir zaman kötü koku olmazmış.
26
Nice asırlar göçebe hayat sürdüren Kazaklar ve Kırgızlarda bu tür
beşiğe bugün de rastlayabiliriz. Ayrıca, Türkiye Türklerine de bu tür beşik tanıştır.
Şimdi de İdegey’in oğlunu kundaklama olayına gelelim:
Oğul doğunca İdegey
Simli kundağa sardırdı,
Simli kundak sert olur diye,
Altınlı-simli ipek kumaş döşetti,
O kumaş da sert olur diye
Sansar kürküne sardırdı (785).
İdegey yeni doğan oğlunu sansar kürküne sarıyor. Çocuğun sansar kürküne sarılmasını bu
kürkün sıcak tutması ve yumuşak olması ile anlatabiliriz (İdegey kendisi de bu hakta söylüyor).
Meselâ, Maaday Kara da kendi oğlunun beşiğine
Susamurlarının sağlamını
Katlayıp yastık yaptı,
Samurların en makbulünü
Yayıp döşedi.
27
Fakat “İdegey” destanının “Toktamış Han” adlı başka bir varyantında İdegey:
Susarım soğuk olur diye
Gök sincaba sardırdım.
28
Demektedir ki, oğlu için sansardan daha yumuşak bir kürk aramakta olduğunu görebiliriz.
Kırgız halk edebiyatında bugüne kadar korunup gelen bir koşukta da anne kızını evlendirirken
böyle söyler:
Yatağımı döşerdi,
İğneme ip geçirirdi,
Cuma günü doğurmuştum,
Can kızım, kürke sarmıştım.
29
26
Akçin, A. (2002), H.A.Arğınbayev. Kazak Halkında Aile ve Nikâh. Bitirme Çalışması
(yayımlanmamış), Muğla, s. 52-54.
27
Altay Destanı Maaday Kara. (1999), Hazırlayan: Emine Gürsoy-Naskali, İstanbul, s. 57.
28
Tatar Eposı. Dastannar (2004), Kazan, s 364.
29
Akmataliyev, A. (2001), Kırgız Folkloru ve Tarihi Kahramanlar, Ankara, s. 64.
Page 11
11
Kuşkusuz, avcılık ile hayat sürdüren Türklerin günlük hayatında ve geçiş dönemlerinde kürk
özel bir yer tutmaktadır. Karakuzova v.b’in de belirttikleri gibi, Güney Sibirya Türkleri çocuğu ince
işlenmiş hayvan kürküne sararlarmış ki, bu da çocuğun hâlâ öbür, aşağı düzenli dünyaya ait olduğunu
bildirirmiş.
30
Busıygin v.b. İdil nehri boyuna Kazan şehri civarına yerleşen Ruslarda da XIX. asır
sonunda yeni doğan çocuğu eve ilk sefer getirdiklerinde gelecekte zengin olsun dileği ile beşiğe
yatırmadan önce kürk üzerine yatırdıklarından bahsetmektedirler.
31
Burada tabi ki önemli olan, bir çocuğun doğmasının mutluluk verici büyük bir olay olmasıdır;
İdegey oğlunu önce simli kundağa sardırıyor, sonra simli kundak sert olur diye, altınlı simli Çin
ipeğine sarıyor, fakat o da sert olur diye en yumuşak, en kıymetli sansar kürküne sardırıyor.
Çin kaynakları, daha M.Ö. II. yüzyılda Hunların ölülerini koydukları tabutların altın ve gümüş
işlemeli kumaş ve kürklerle örtüldüğünü bildiriyorlar.
32
İlginç, demek aynı değer insanoğluna
doğumundan sonra ancak öldüğünde veriliyor.
DÜĞÜN İLE İLGİLİ ADETLER
Aile kurma ve aileyi koruma, kahramanlık destanlarında şekillenmiş birçok başlıca konulardan
biridir. Destanda ilk kez düğünden İdegey’in evlenmesi ile ilgili bahsedilir:
Aytulı zarif kız imiş,
Toyundan toyunu kıldırıp
Sevmek için onu aldı (705–710)
İkinci kez düğün kelimesi, İdegey Şah Timur’un kızı Akbilek’i Kara Tiyin Alp’tan kurtardıktan
sonra dile alınır: Şah Timur, kızı Akbilek’i İdegey ile evlendirir. Her iki olay içinde de düğün ile ilgili
geleneklerden bahsedilmez. Fakat İdegey’in İdil-Yurt adına söylediği
“Ey, İdil-Yurt, İdil-Yurt,
İdil içi emin yurt,
Babamın güvey olduğu yurt,
Eğilip tazim kıldığı yurt,
Anamın gelin olduğu yurt,
Eğilip selam verdiği yurt…”(3545–3550)
Sözleri ve Toktamış han’ın sarayını terk ettiği zaman dönüp
Küçük canım Yenike’nin
Gelin olup geldiği yurt,
Dizini çöküp kâse aldığı yurt,
Eğilip selam verdiği yurt,
Güzel doğan zarifi
Hatun edip aldığım yurt,
Ak duvağın örtüldüğü yurt…(4405–4415)
Diye söylemesi bizi evlenme merasimi ile ilgili örf-âdetlere yönlendirmektedirler.
30
Karakuzova, J., Hasanov, M. (1993), Kosmos Kazahskoy Kulturı, Almatı, s. 66-67.
31
Busıygin E.P., Zorin N.B., Zorina L.İ. (1980), Russkaya selskaya semya Çuvaşskoy ASSR,
Kazan, s. 55.
32
Günay, Ünver- Güngör, Harun. (1997), Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi,
Ankara, s. 79.
Page 12
12
1. Eğilip tazim kılmak
Düğünün en önemli özelliği de, kızın güvey evine gelmesidir. Bu olayla ilgili olarak her şeyden
önce, ailenin ve hayatın sürdüğünü gösteren bir delil niteliğine sahip olan “aile ocağı” düşüncesi ortaya
çıkıyor. Yukarıda söylediğimiz gibi, destanlar bize Türk yaşayış ve düşünüşünün en eski, en orijinal
şeklini yansıtırlar ve kültür tarihimiz açısından büyük önem taşırlar. Ayva’nın da belirttiği gibi, Evin
merkezinde bulunan ocak, aile sembolü olmuş ve Türkler için kutsal sayılmıştır. Çünkü Türklerde
evlilik, sönmez bir ocak kurmak ya da ateş yakmak şeklinde ifade edilmiştir.
33
Bu yüzden evlenme ile
alâkalı olan birçok tören ve gelenek de ateş kültünden varolan inanışlar temelinde yerine getirilirler.
Aile ocağı kültü destanlarda da önemli yer almaktadır. Meselâ, Altay Türklerinin kahramanlık
destanlarında Alıp Manas evlenip aile kurduğunu şöyle ifade etmektedir:
Al Kağan vardı
Onun erkek yüzü görmeyen
Erkek eli değmeyen
Erke-Karakçı diye kızı vardır.
Ateşim onunla birlikte yanmış.
34
Türklerde ocağın sahibi erkektir. Fakat ocağa bakan, onu besleyen kadındır.
35
Fazlası da var;
çocuk doğurup nesli devam eden ve böylesine ocağın tütmesini sağlayan da kadındır. Meselâ, Tatar
Türklerinde XX asrın ikinci yarısına kadar kerpiçten yapılan ocağı yaparken temele ilk kerpici ihtiyar
bir adama attırırlardı. Ama bu ocağın temelini kızlar attığı zaman, o evin sıcak olacağına inanılırdı.
36
Karadavut-Aksoy’un da belirttiği gibi, Kırgız Türklerine ait bir geleneğe göre ise Isık Göl civarındaki
köylerde, yanan ateşi korumak, onun sönmesine mani olmak gelinin görevidir.
37
Nikâhtan sonra eve gelen gelinin yaptığı ilk iş ocağa saygısını göstermek olmuştur. Abdulkadir
İnan, kadınların aile ocağına saygı göstermeleri konusunda şunları söyler: “Yeni gelen gelinlerin ata
çadırının ocağındaki ateşe selâm verdiklerini ben çok gördüm. Buna Kazaklar “tecim” derler ki, galiba,
Arapça “tazim” kelimesinin bozuntusu olsa gerek”.
38
Bu gelenek “Manas” destanına da yansımıştır:
Ak Saykal-Hatun, nikâhı kıyıldıktan sonra aile ocağına selâm verir. Ögel’in de belirttiği gibi, Altay
Türkleri arasında ise nişanlı kızlar dahi “zaman zaman nişanlılarının evlerine geldikçe, yere kadar
eğilip, ocağa saygı gösterirlerdi. Buna karşılık da “Ocağın asla sönmesin” diye duada
bulunurlardı…”.
39
Görüyoruz ki, gelinler daha o eve gelin olup gelmeden, evin ocağına karşı olan
saygılarını göstermek zorundaydılar. Gelinlerin geldikleri evin ocağına saygılarını gösteren buna
benzer âdetler bütün dünya Türklerinde de görünmektedir. Gelinin, damadın evine girdiğinde ocağın
başına götürülmesi şeklindeki uygulama, Makedonya Türklerinde de vardır. Ayva’nın tespitine göre,
“Türk düşünce sistemini yabancı etkisinden en uzak ve özgür şekilde yaşatan” Altay Türklerinde bu
gelenek bugüne dek korunmuştur.
40
“İdegey” destanında ise İdegey’in gelin olan annesi ile beraber güvey olan babası da eğilip
tazim kılıyor. Kazaklarda bugün de güvey kayın babasının evine girdikten sonra kızın babasına,
annesine ve atalarının ruhuna üç kez eğilip, saygısını sunar. Kırgızlarda da aynı gelenek
uygulanmaktadır. Destanda ise İdegey’in annesi ve babasının ateşe selâm vermeleri hakkında
33
Ayva, S. (2002), Türk Kültüründe Gelinler ve Ocak, Anayurttan Ata yurda Türk Dünyası,
İstanbul, Ekim, s. 64.
34
Ergun, M. (1998), Alıp Manas, Ankara, s. 102.
35
Ayva, S. (2002), a.g.e., s. 60-61.
36
Tatar Mifları (1996), G.Gıylmanov Hikeyelewende, 1. Kitap, Kazan, s. 260-261.
37
Karadavut, Z., Aksoy, M (2001) Kırgız gelenekleri ve Abramzon, Türk Yurdu, 21 (171),
Kasım, s. 58-61.
38
İnan, A. (1987), Makaleler ve İncelemeler. C. 1. Ankara, s. 140-141.
39
Ögel, B. (1993), Türk Mitolojisi. C.1., Ankara, s. 512.
40
Ayva, S. (2002), a.g.e., s. 65.
Page 13
13
söylenilmiyor. Ayrıca, bu sadece gelin veya damadın elini göğsüne koyup, eğilerek selâm vermesi,
saygı gösterme davranışı da olabilir. Tatarlarda yeni gelen gelin, karşısına çıkanlara eğilip, hayır
duasını almıştır. Fakat destanda yer alan “eğilip tazim kılan yurt” satırı “tazim” kelimesinden dolayı
ocak kültü ile ilgili de izlenilebilir.
2. Ayak (kâse) almak
“İdegey” destanında dikkatimizi çeken daha bir düğün geleneği, gelin olan Yenike’nin dizini
çökerek ayak (kâse) alıp bal (Tatarlara özgü bir çeşit içki) içmesidir. Bu gelenek gelinin bol ve rızklı
hayatta yaşamasını dileyerek yerine getirilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Kazaklarda güvey, kayın
babasının evine girdikten sonra kızın babasına, annesine ve atalarının ruhuna üç kez eğilip, saygısını
sunar ve bu nezaketine karşılık kaynanası ona bir kâse kımız uzatıp, iyi dileklerini bildirir.
41
Kırgızlarda da aynı geleneğe rastlıyoruz. Fakat bu gelenek Tatar Türklerinde, destanda da gördüğümüz
gibi, güvey kız evine geldiği zaman değil, kız güvey evine gelin geldiği zaman uygulanır.
Söz konusu, Tatarlarda bugün de düğün sırasında kaynana gelini eşikte tereyağı ve bal ile karşı
alır. Fakat bal artık bir içki olarak değil, arıların topladığı bal olarak sunulur.
3. Duvak örtme
Geline duvak örtme geleneği de destanda bir satırda olsa bile yer almıştır. İdil-Yurt Toktamış
han için başka sevinçli olayların yaşanması ile aynı zaman kadını Yenike’ye “ak duvağın örtüldüğü
yurt” olarak da anılır. Bayazitova’nın tespitine göre, Astrahan Tatarları hâlâ “bitkürem tuy” (yüz
görme düğünü) uygulamaktadırlar ve bu mecliste gelinin duvağı (“berkänçek”) açılmaktadır.
Kazaklarda da kızı güveyin köyüne getirdikleri zaman “betaçar” âdeti uygulanır. Nogaylarda da
düğünün ertesi gün “betaşar toy” (yüz açma düğünü) olarak bilinir. Türkmenler ise bu güne “duvak
günü” adını vermişler.
42
Anlaşılan, duvak açma tüm Türklerin düğün merasimine has örf-âdettir. Meselâ, Anadolu’da da
gelin kayınpederinin evine yüzü beyaz veya pembe duvakla örtülü götürülür. Santur’un fikrine göre,
duvak örtme geleneği gelinin, etkisi altında kalabileceğine inanılan doğaüstü güçlerden korunması
amacıyla ortaya çıkmıştır.
43
Tabi, bekâret simgesi de olmuştur. Sadece bu kadar da değil;
Sultangareyeva’nın da belirttiği gibi, duvak açma kız çocuğun artık başka bir boya, nesle geçmesini de
bildirmiştir.
44
S. Abramzon, “Kırgız kızları, Altay kızları gibi hiçbir zaman yüzlerini örtmemelerine
rağmen, damadın evine, köyüne ilk gittiği zaman yüzünü, bürkönçök adı verilen beyaz kumaşla
örtmektedirler” diye yazıyor.
45
Âlim, bürkönçök kelimesinin anlamını da vermiştir: “Bürkönçök,
gelinin baş giysisinin üzerine dikilen beyaz kumaş parçasıdır”.
46
Destandan ve bu bilgiden bir sonuca
varabiliriz; Oğuz Türklerinden farklı olarak Kıpçak Türkleri genelde duvağın beyaz renklisini tercih
etmişlerdir. Tatar Türkleri de beyaz renge özen göstermişlerdir. Yeni doğan çocuğu beyaz kumaşa
kundaklarlar, gelin beyaz duvak örter, yaşlı teyzeler, ebeler beyaz yazma örterler, ölen insanı beyaz
kefene sararlar. Tatar Türkleri hatta yas töreninde de siyah renge bürünmezler.
4. Kaplı Kamka(Altınlı simli kumaş) yırtma.
Saymakta ve anlatmakta olduğumuz gelenekler ile beraber, “İdegey” destanında bugün Kazan
Tatarları için pek anlaşılmayan töre, örf-âdetlerden de bahsedilmektedir. Meselâ,
41
Tağı, Gülşah. (2004), Kazak Türklerinde Evlenme Geleneği, Bitirme Çalışması
(yayımlanmamış), Muğla, S. 26.
42
Bayazitova F.S. (1992), Gomerneñ Öç Tuyı, Qazan, s. 115.
43
Santur, Meltem Cingöz. (1997), Anadolu’nun Bazı Yörelerinde Gerdek Sabahı Gelinle İlgili
Adet ve Uygulamalar Üzerine Bir Atlas Denemesi, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi.
Gelenek Görenek İnançlar Seksiyon Bildirileri, Ankara, s. 349 .
44
Sultangareyeva (1994), a.g.e., s. 99.
45
Akmataliyev (2001), a.g.e., s. 79-81.
46
a.g.e., s. 79-81.
Page 14
14
Altınlı simli kumaşın yırtıldığı yurt (4420).
Destanın orijinalinde bu satır üzerine dipnot düşülmüş: “Bir tören-âdetten bahsedilmektedir”.
Kamka kelimesini “Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege”, “Çin ipeği” olarak anlatıyor ve Tatarlarda
söylenilen bir atasözüne göre anlaşılıyor ki, bu çok değerli bir kumaş olmuş: “Kiyem kiyseñ qamqa ki,
eçe tuzmıy, tışı uñmıy” (“Giysi giyecek olursan Çin ipeğinden giy, içi yıpranmaz, dışı solmaz”).
47
Peki,
“Altınlı simli kumaşı yırtma” nasıl bir tören, adettir?
Bu satırdan önce ve sonra gelen satırlara göre, bu bir düğün geleneği olmuştur. Eskiden Tatar
Türklerinde uygulanmış olmalı, çünkü aynı sözlükte “yırtış” kelimesine “Kavga şaka yaparak düğün
hediyesi olarak sunulan kumaşı yırtma geleneği” diye yorum verilmiş ve Tatar atasözü de getirilmiş:
“Ağay-eneneñ tartışı –
Tuy bülege yırtışı”.
48
“Ağa kardeşin tartışması,
Düğün hediyesi kumaşı yırtması”.
Sözlükte kelimenin diyalekt bir kelime olduğu da gösterilmiştir.
Başkurdistan’ın Kuzey Batısında ve iç bölgelerinde çağımızda da gelin ile damadı yalnız
bırakmadan önce uygulanan “Yırtış Basu” (eşikten atlayarak kumaş üzerine basma) veya “Yırtış Yırtu”
(kumaş yırtma) âdeti vardır. Güvey, kız yanına girmeden önce eşikte iki tarafından iki yengesi tutan
kızıl kumaşı ayağı ile yırtıp, bu parçaları bayanlara hediye eder. Kumaşı yırtmak, yeni statüye
geçmeyi, çocukluktan bulûğluğa girmeyi bildirmiştir. Sultangareyeva’nın da belirttiği gibi, “Yırtış – bu
geçişin göze görünen sınırını göstermekte bir araç olmuştur. Tabi, eşikle ilgili majik anlam da bu tören
sırasında yer almaktadır”.
49
Kazak Türkleri’nin düğünlerinde de kayınbabasının evine tahsis edilen hediyelerin biri
kumaştan oluşan hediyedir ve ona “cırtıs” adı verilir.
ÖLÜM İLE İLGİLİ ÂDETLER
“İdegey” destanında bu tören de farklı gelenek-göreneklerle icra edilmiştir. Meselâ, İdegey 17
arkadaşına, ölecek olurlarsa onları son yolculuğa uğurlayacağı, son görevini yerine getireceği hakkında
söylüyor:
On yedi dost, sen ölsen,
Cenazeni çıkarıp,
Bayalıçtan od yakıp,
Temizleyip gömeyim (2320-2325).
“Bayalıç” (veya “bayalış”), “Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege”nde beyaz Akçaağaç, beyaz
söğüt ve söğüt çiminin öbür ismi olarak anlatılmaktadır.
50
Tatar halkında “Bayalıç’tan od al” gibi
atasözü de vardır.
Ateş, ilkel toplumlarda günahtan arınma ayinlerinde manevî bir araç olarak
değerlendirilmekteydi. Roux’un tespitine göre, eskiden ölen kişinin yatağını ve ona ait olan her şeyini
ateşle arındırmışlardır.
51
Tatarlarda ise cenaze yıkanırken ardıç ağacı dalları veya ağaç mantarı’nı
yakıp tütsüsü ile odayı temizlerler. Ardıç ağacının ayrıca kötü ruhları kovma niteliğine sahip olmasını
47
Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege, (1979), Öç Tomda, II C., Kazan, s. 37.
48
a.g.e., I C., s. 335.
49
Sultangareyeva’nın (1994), a.g.e., s. 11, 75-80.
50
Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege, (1977), Öç Tomda, I C., Kazan, s. 143.
51
Roux C.P.(1998), a.g.e., s. 179.
Page 15
15
da biliyoruz. Demek, bayalıç ta aynı vazifeyi ödemiş oluyor. Tütsü de arındırıcı bir değere sahip
olmuştur. Roux’un da belirttiği gibi, aynı şekilde, ardıç ağacı dallarından tütsü yaparak Türkiye’de
Tahtacılar ve çağdaş Moğollar, silahlarını, evi v.s’yi temizlemişler ve ölüleri yüceltmişlerdir.
52
Tütsü
ile ilgili bilgiyi A. İnan’da da buluyoruz: “Şaman, davulunu ateşe tutup kuruttuktan sonra cübbesini ve
davulunu arcan denilen kokulu ot yakıp tütsüler ve sandalyeye oturur”.
53
Tütsü geleneği sonraki
devirde İslam dininde de önemli yer almıştır. Meselâ, Mevlit okunurken bir buhurdan içinde öd ağacı
denilen bir bitki yakılır.
İdegey’in söylediği “Temizleyip gömeyim” sözleri üzerinde de ayrı duralım. Buna benzer
satırlar “Kara Kükel” adlı destanda da var: “Çocukları hepsi Kara Kükel ölünce başına toplandılar,
mezarını derin kazdılar, iyice yıkayıp beyaz kefene sardılar”.
54
Eski Türklerde ve Moğollarda ölünün
yıkanılması ve temiz olarak yatağına yatırılması hakkında Cengiz han’ın “Yasak” adlı kanunlar
kitabında belirtilmiştir. O dönemde artık insan kefenlenmiştir.
55
Destanda cenaze ile ilgili âdetlerden daha bir yerde bahsedilmektedir: Alp Kara Tiyin’i
öldürdükten sonra İdegey
Kara Tiyin Alp’i
Keçeye salıp çektirip,
Akar suyun boyuna
Sin kazdırıp gömdürdü.
Sin’i kurgan dağ oldu (2880).
Acaba, ilk satırda dile alınan “keçe” kelimesi tesadüfen mi kullanılmış burada? İdegey’e keçe
sadece cüsseli gövdeli Kara Tiyin’in cesedini akarsuyun boyuna çektirip götürmek için mi lâzım oldu?
Bilginlerin belirttikleri gibi, hayvan postunun defnedilmede kullanılması Türk kültürünün bir
parçasıdır. Keçenin Eski Türklerde doğum, evlenme ve cenaze merasimlerinde kullanıldığı da
malûmdur. Meselâ, Serkina’nın da belirttiği gibi, Altay dağlarındaki M.Ö. 5. yy.-M.Ö. 3. yy.lara ait bir
mezarın altında çürümüş keçe kalıntısı bulunmuştur.
56
Çin vakayinamelerinden bellidir, eski Türk kağanları, kağan seçildiklerinde, “keçe üzerinde
oturtulmak suretiyle götürülüp tahta çıkarılırdı.
57
“İdegey” destanının “İdägä Pi” adlı ikinci bir
varyantında da çocuklar, bir keçe bulup İdege’yi şu keçe üzerine oturtup han seçiyorlar.
58
Keçeye
oturtup yukarıya kaldırma geleneğine Tatarlar yaşayan bazı yörelerde bugün düğün merasimleri içinde
rastlamaktayız. Neden keçe sorusuna da cevap vermek zor değil: Serkina’nın da belirttiği gibi, Türk-
Moğol dünyasında ritüel eşyaların özgünlüğü hayvancılığın etkisi altında biçimlenmiştir. Koyunculuk,
Türklerin yaşamında önemli bir yer aldığı için pösteki (ve bu sıradan) gibi ritüel eşyaların tipini
meydana koyar.
59
Bu yüzden de İdegey’in Kara Tiyin Alp’in ölü gövdesini keçe üzerine koyup,
gömmek için nehir kenarına götürmesi bize tesadüf değil gibi geldi.
Yukarıda destandan getirdiğimiz parçada cenaze gömme ile ilgili en eski törenlerin daha birine
rastlıyoruz: sin’i akarsuyun boyuna kazmak ve onun üzerine topraktan dağ kurmak (kurgan). Sin’i
nehir kenarına kazdırma birçok Türk boyu ve Moğollar için ortak bir âdet olmuştur. Tarhan’ın
yazdığına göre, İskit (Saka)larda itibarlı ölüler Dinyeper nehrinin başına gömülürmüş.
60
Kuzey-Doğu
52
Roux, J-.P.(1998), a.g.e., s. 179.
53
İnan, A. (1976), a.g.e., s. 51.
54
Tatar Halıq İcatı. Dastannar (1984), s. 49.
55
Roux, J-P.(1998), a.g.e., s. 215.
56
Serkina, G. (1997), Geçiş Ritüellerindeki Benzerlikler, Uluslararası 4. Türk Kültürü Kongresi
Bildirileri, 4-7 Kasım, Ankara, s. 187.
57
Sentralnaya Aziya I Sosedniye Territorii, (1990), Moskva, s. 14.
58
Tatar Eposı. Dastannar (2004), Kazan, s. 339
59
Serkina, G. (1997), a.g.e., s. 195.
60
Tarhan, Taner. (1969), İskitlerin Dini İnanç ve Adetleri, Tarih Dergisi, İstanbul, s. 158.
Page 16
16
Moğolistan’da ve Başkurtlar arasında da sin yeri olarak bir nehrin kaynağı veya kolları seçilmiştir.
61
Meselâ, Tatar, Başkurt ve Kazak halklarının ortak edebi mirası sayılan “Kuzu Kürpeş ve Bayan Sılu”
adlı destanda da iki âşık bir nehrin iki kıyısına gömülür. Bu destanın bize belli olan ilk elyazmasının
1860’lı yılda akademik Radloff tarafından Sibirya’da şimdiki Novosibirsk iline ait olan Uba ilçesi
Perepe köyünde yazıya alınması, destanda geçen törenlerin, âdetlerin en eski çağlarda Türklere has
olan özellikleri taşımalarında şüphe bırakmıyor.
Gelelim kurgan yapma âdetine. Destanda İdegey, Alp Kara Tiyen’in mezarı üzerine kurgan
yapmaktadır. Ayrıca, ‘Kadış Mergen’ adlı başka bir Tatar destanında da ‘Ölen anne-babanın kabrini
derin kazdılar, üzerine kurgan yaptılar’ denilmekte.
62
Kumanların ve Kıpçakların, mezarların
üzerlerine yüksek tepe yaptıklarından Rubruk da bahseder.
63
Türk sanatının en eski ve somut
malzemesinin Hunlar devrinden kalma olduğu kabul edilir. Hunların, İskitlerin, Göktürklerin ve aynı
coğrafyayı paylaşan pek çok kavmin, mezar odalarının üzerini yığma toprakla örttüklerini biliyoruz.
Fakat kurgan tipi mezarlar Hunlardan önce Karasuk adıyla bilinen kültüre de tanış olmuştur. Karasuk
kültürü, Sibirya merkez olmak üzere, Baykal kıyıları, Kuzey Moğolistan, Altaylardaki Anyang ve
Huang He kıyılarına kadar yayılmış ve arkeolog Kiselev’e göre, M.Ö 1200 yılından 700 yılına kadar
süren bir kültür olmuştur. Karasuk kültürüne bağlanan bütün mezarların içleri ahşap kaplı, özerleri
yığma tepeler halindedir. Anlaşılan, bu tip mezar anlayışı Hun kurganlarının öncüsü olarak
görülebilir.
64
Kurganların tarih sahnesinden silinişin başlıca nedeni, bu bölgelerde İslam dininin yayılması ve
bununla bağlantılı olarak inanç sisteminin köklü bir değişiklik geçirmesidir.
65
Fakat “İdegey” destanı,
İslam dini kabulünden altı asra yakın vakit geçtikten sonra yazılan bir eser olmasına rağmen, burada
Alp Kara Tiyen kabri kurgan şeklinde yapılmaktadır ki, nedenini bu kahramanın mitolojik bir zat
olması ve şamanizm ile bağlantıda bulunması ile anlatabiliriz.
SONUÇ
İnsanın hayatı “doğum”, “olgunluk” ve “ölüm” gibi bütün dinlerde hayatın en önemli anları
olarak ifade edebileceğimiz ve insanlara genellikle bir öncekine nispetle yeni statüler kazandıran
geçişlere bağlıdır. İnsanın tüm özelliği, kişiliği ve değeri, hepsi bu geçiş dönemlerinde
açıklanmaktadır. En ilginç olanı da, “İdegey” destanında bu merasimler içinde biz Toktamış hanı da,
İdegey’i de bir hükümdar veya bir emir olarak değil, aile başına geçmeye hazırlanan sıradan bir
delikanlı veya çocuk sahibi olma sevincinden şaşkın kalan bir baba olarak tanımaktayız. Meselâ,
Toktamış han hayatının en zor günlerinden birinde, sarayını terk etmeye mecbur olduğu anda hayatının
en mutlu günlerini, “küçük canı” Yenike’yi gelin olarak saraya getirdiği günleri, çocuklarının dünyaya
geldiği günleri aklına getirerek dönüp güzel sözler söylemektedir. İdegey için de vatan, İdil-Yurt
düşünceleri annesinin gelin, babasının güvey olduğu, kendisinin de göbeği kesildiği baba yurdu
düşüncesinden hiç de ayrı değildir. Ayrıca, bu olayların içinde Toktamış hanın da, İdegey’in de
geleneklere ne kadar bağlı oldukları da açık görünmekte ve bu olay okuyucunu olumlu etkilemektedir.
Destandaki kahramanların tüm kaygıları ve mutlulukları, sevdiklerine kol-kanat germeleri,
gerçekleşen yada gerçekleşmeyen umutları, öçleri, kinleri, birbirlerini aşma istekleri ve hatta hataları
da bizlere kahramanlar ile aramızda olan kaç asra rağmen bugün de çok yakın ve anlaşılmaktadır! Bu
yüzden de, belirsiz kalan bir yıravın (ozanın) Toktamış hanın ve İdegey’in kişiliğini törenler ve örf-
âdetler sırasında ustalarca canlı bir şekilde göstermiş olması destanın en büyük kazançlarından biri
olarak sayılmaya değerdir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar