0 Comments

Edebiyatı sosyal ve siyasî fikirlerin yayılması için bir araç olarak gören Namık Kemal, “edebiyatta yenilik yapmaktan çok edebiyatı sosyal değişmelerin emrinde görmek istemesi” sebebiyle halk şiirini, eski temâşâ sanatlarımızı, masallarımızı reddeder.

Ama halk edebiyatının nazım şekillerine ilgi gösteren Namık Kemal, hece vezninin manzûm tiyatro eserlerinde kullanılması taraftarıdır. Tiyatroda sade bir dil kullanmak açısından hece veznini daha uygun bulur. Abdülhak Hâmit’e de tiyatroda hece veznini denemesini tavsiye eder. Nesteren’i hece vezniyle yazan Hâmit iyi bir sonuç alamaz. Namık Kemal ve Recaizâde Ekrem beğenmezlerse de Hâmit, eserinden ve denemelerinden vazgeçmez. Namık Kemal, hece vezniyle şiirler yazar, bunları tiyatro eserlerinin içerisinde serpiştirerek kullanır. Gerek kelime kadrosu, gerekse imajları ve muhtevası ile yeni şiiri hece vezniyle kurmanın ilk örneklerini sergilemiş olur. Halk edebiyatında lirik bir özelliğe sahip olan türkülere benzer şiirler yazan Namık Kemal’i devam ettiren çıkmaz. Daha sonra halk şiirini kullanan şâirler âşık ve tekke şiirine yönelmişlerdir.

Namık Kemal, Cezmi romanında Âdil Giray destanını gerek şahıs gerekse olay örgüsü itibariyle değiştirerek kullanır.

Osmanlı Tarihi’nde aşiretten devlet olma efsanesine bağlı çeşitli menkıbeleri ele alır. “Hürriyet Kasidesi”nde de aynı görüşün izlerini görürüz; “Cihângirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten” diyerek Osmanlı tarihine hayranlığını ifade eder.13

Namık Kemal, Cezmi (1880)

Roman ve tiyatroda, konularını şuurlu bir şekilde tarihten alan Namık Kemal’in yazdığı Cezmi, Türk edebiyatında Ahmet Midhat’ın Letâfif-i Rivayât’ın altıncı hikâyesi Yeniçeriler (1871) ile Hasan Mellah (1874) adlı romanından sonraki tarihî roman denemesidir. Namık Kemal, tarihe olan bağlılığını Devr–i İstilâ (1867), Evrâk-ı Perîşan (1872), yine bu seriye dahil edilen Bârika-i Zafer (1872), Emir Nevrûz (1875), Kanije (1873), Silistre Muhâsarası (1873), Osmanlı Tarihi (1888) adlı tarih kitapları ve tarihî biyografileri; Vatan Yahut Silistre (1873) ve Celaleddin-i Harzemşah (1881) adlı tiyatroları kaleme alması ile gösterir. Bunun sebebi ise tarihi, geçmişten geleceğe bilgi ulaştıran vasıta; bu bilgilerle devlet idare etme sanatının en büyük yardımcısı; bütün milleti heyecanla kaynaştırıp kültür ve medeniyetle ilerleten bilgi kaynağı ve millî sürekliliği sağlaması olarak görmesidir.

Ayrıca tarihî hakikatleri bilmenin gönüllerde millî muhabbeti, vatan ve millet sevgisini arttıracağını düşünür. Namık Kemal, çökmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluşunun sistemli bir tarih şuurunun uyanmasıyla sağlanabileceğine inandığı için de tarihî konulu eserler yazar.466 Zira İmparatorluk yıkılmak üzeredir ve yıkılış sırasında maziden kuvvet alma başka milletlerde de görülür. Namık Kemal’in tarihe yönelmesinin bir sebebi de romantik edebiyatın tesiri altında olmasıdır. Namık Kemal’in örnek aldığı Fransız romantizminde şimdiki zamandan duyulan rahatsızlık, geçmiş zamanın ihtişamlı dönemlerine yönelmeyi doğurur.

Tarihî kahramanların yer yer iç dünyalarına da eğilen Namık Kemal, onları birer ahlak kahramanı olarak da gösterir. Bu sebeple, yazarın, özellikle tarihî biyografileri psikolojik, pedagojik bir nitelik kazanır. 467

Namık Kemal’in İslâm birliğini yayma ideali, Cezmi’nin temel taşıdır.

Bu yüzden olay örgüsünün ele alındığı bölümde belirtildiği üzere destanın hikâyesini romanda değiştirmiştir.

Cezmi romanının konusu, on altıncı yüzyıl Osmanlı, Kırım, İran tarihlerinden alınmıştır. Birinci bölümde, bu yüzyıldaki olaylar hakkında genel bilgilerden, Kanunî’nin, İmparatorluğun büyüklüğünden, Cezmi’nin devrindeki öneminden bahsedilir. Daha sonra sipahi olan babası tarafından askerce terbiye edilmesi anlatılır. Yiğit bir sipahi olan Cezmi, sanatkâr tabiatlı, hassas ve şâir ruhludur. Cirit oyununda gösterdiği maharetle dikkati çeker, Ferhat Ağa’ya intisâb eder. Osmanlı, İran’a sefer eyleyince Cezmi de kahramanlığıyla ünlü Derviş Paşa’nın ordusuna katılır.

Osmanlı ordusu, Ereş Han, Emer Han ve İmam Kulu Han’ın Şamahi’de baskın yapması üzerine zor durumda kalır. İmdada Âdil ve Gazi Giray idaresindeki Kırım ordusu yetişir. Gürcistan ve Şirvan alınır. Cezmi de bu arada Âdil Giray ile tanışır, dost olur.

Tatar ordusunun büyük bir kısmının Kırım’a dönmesi ve ordunun da çapula başlaması sırasında oluşan gafletten yararlanan İranlılar, Âdil Giray ve Gazi Giray’ı bütün çabalarına rağmen esir ederler.

İran Şahı’nın karısı Şehriyar, Âdil Giray’a âşık olur. O ise, kötü ruhlu Şehriyar’ı değil onun kızkardeşi Perihan’ı sever. İki kız kardeş birbirinden habersiz İran’da tahta Âdil Giray’ı geçirmeyi planlarlar. Âdil Giray, Cezmi’den yardım ister. Ancak Âdil Giray’ın, Perihan’ın ve Cezmi’nin planları, Vezir Mirza Süleyman’ın bir adamı tarafından öğrenilir. Şehriyar da Âdil Giray ile Perihan arasındaki aşkı fark eder. Şehriyar ve Vezir Mirza Süleyman bir tuzak hazırlayarak Âdil Giray’la Perihan’ı öldürmeye karar verirler. İkisi de bu tuzağı öğrenince kaçmayı planlarlar. Âdil Giray’a son kez hakaret etmek için gelen Şehriyar, baskın yapan askerler tarafından öldürülür. Cezmi yaralanır, Âdil ve Perihan bütün çabalarına rağmen canlarını kurtaramazlar. Cezmi iki sevgiliyi aynı yere gömer ve derviş kılığına girerek dostu Abbas’la memleketine doğru yola çıkar.

Roman, Mehmet Kaplan’ın da belirttiği üzere teknik aksaklıklarla doludur: “…Cezmi romanı her parçası insicâm dahilinde birbirine bağlı, müteazzıv bir bütün değildir; araya lüzumsuz fasıllar sokulmuş, bazı yerlerde pek teferruata girildiği halde, bazı yerler adeta

bir tarih kitabı kadar kuru ve mücerred kaleme alınmıştır. Bu muharririn tarih ile şahısların maceralarını birleştirememesinden ileri gelir. Sonra, bir romanın en mühim esaslarından olan oluş ve zaman prensiplerine riâyet olunmamış, şahıslar ve vakıalar, şurada burada, parça parça anlatılmıştır.”468

Tarihî bir konunun ele alınması yukarıda belirtildiği üzere hem Namık Kemal’in tarihe olan ilgisine hem de örnek aldığı Fransız romantiklerinin etkisine bağlıdır. Zira romantizmde şimdiki zamandan duyulan rahatsızlık, geçmiş zamanın ihtişamlı dönemlerine yönelmeyi doğurur.

Cezmi romanında anlatılan bu olaylar üzerine oluşan bir destan vardır ki bu Kırım ve Kazak-Kırgız rivayetleri olan Âdil Sultan destanıdır. Destan, Abdülkadir İnan’ın 1931’de yayınladığı iki makale ile tanıttığına göre “30.11.1578 tarihinde Şamahi güneyinde, Molla Hasan mevkide vaki olan Türk-İran muharebesinde esir edilen ve İran’ın Kahkaha kalesinde öldürülen

Kırım şehzadesi Âdil Giray ve arkadaşları olan Kırım-Nogay mirzalarına aittir.

Âdil Sultan destanının Kırım rivayetleri Radloff külliyatının yedinci cildinde ve Molla Mehmet Osmanof’un seçmeler kitabında yer almıştır.

Kazak-Kırgız rivayeti ise Zarif Taşkendi tarafından Edebiyat-ı Kazakiye adlı eserinde yayınlanmıştır.

Radloff ve Zarif Taşkendi’nin tespitleri, Osmanof Mehmet Efendi rivayetine göre kısadır.

Mehmet Efendi rivayeti, Âdil Sultan’ın annesi Dana Begim’in, oğlunun hayatı, cesareti, kahramanlığı ve şehadeti üzerine söylediği ağıta dayanır.

Kazak-Kırgız rivayeti ağıttan ziyade hikâyedir.

Bu rivayete göre Kırım’da Çengiz soyundan Muhabbet Girayoğlu Âdil Sultan vardır. Bu genç sultan, etrafındaki bütün hanlara galip gelmiştir. O sıralarda Türk sultanı Mısır’da Hondhar (Hüdavendigâr) şehrinde oturur. İdil sahilindeki hanlardan Alçı İsmail, Hondhar’a mektup yazıp Âdil Sultan hakkında maruzatta bulunur. “Bunu Kızılbaşa gönderiniz. Orada öldürsünler, yoksa size ve bize karşı ordusunu sevk edecektir” der. Hondhar’dan Âdil Sultan’a ve muhafızı Orakoğlu Karasay Mirza’ya altı at hediye ile bir mektup gönderilir. Hondhar’ın emirlerine uyan Âdil Sultan, Karasay Mirza ve kırk bin askerle Kırım’dan Derbent’e hareket eder. Kazvin civarına geldiklerinde Âdil Sultan, Er Süleyman ve Uzun Aydar adlı beylerine kızılbaş ordusunu keşf için gitmelerini emreder. Keşfe gitmek hıyanet addedildiği ve bunlar da “kızılbaşa hıyanet etmemeğe yeminli” oldukları için itiraz ederler. Âdil Sultan bu itirazları kabul eder ve Karasay’ı gönderir. Karasay döndüğünde düşman kalelerinin ve ordusunun çok kuvvetli olduğunu bildirir. Kırım’a, Bahçesaray’a dönmeyi teklif eder. Âdil Sultan dönmemeye kararlıdır. Karasay da onun sözleri üzerine gayrete gelir; Hoy kalesini zapteder. Âdil Sultan da kaleye girer. Ordusundaki yiğitlerden biri kızılbaş kızı ile evlenir. Bu kızın ısrarı ile Âdil Sultan kaleye yerleşir. Sabah erkenden de kalenin düşman tarafından kuşatıldığı öğrenilir. Savaşta önce Er Süleyman, sonra Uzun Aydar ölür. Bizzat savaşa giren Âdil Sultan da Kırımlıların bütün gayretlerine rağmen esir düşer. Kazak-Kırgız rivayeti burada biter.471

Kırım-Nogay rivayeti de aynı hikâyeye dayanır.

Ek olarak Dana Begim’in ağzından Âdil Sultan’ın çocukluk ve yiğitlik çağları anlatılır. Savaş öncesinde Karasay’la Âdil Sultan’ın konuşmasında bazı ufak tefek farklılıklar bulunur. Bu rivayette Âdil Sultan’ın Acem zindanında geçirdiği günler, yurdunu, silâh arkadaşlarını özlemesi dile getirilir. Âdil Sultan’ın esaret haberi gelmeden Dana Begim rüya görür. Kazak-Kırgız rivayetinde bu rüyayı gören Âdil Sultan’ın karısıdır. Âdil’in şehit olduğu haberi gelir. Bir süre sonra Âdil’in silâh arkadaşları onun ölmediğine esir bulunduğuna dair haber getirirler. Bu rivayet Âdil Sultan’ın esarette öldüğünü bildirerek tamamlanır.

Yukarıdaki destan rivayetlerinin özetlerinden de anlaşılacağı üzere Cezmi romanındaki Âdil Giray ile Âdil Sultan destanındaki destan kahramanı arasında yazarın roman anlayışı ve ideolojisi yüzünden çeşitli farklar vardır. Romandaki anlatım sırasına göre gidersek bunları şöyle belirtebiliriz:

Öncelikle Abdülkadir İnan’ın destanın rivayetlerini tanıttığı kadarıyla destan metni manzûmdur, sekizli hece ölçüsüyle, Kırım Türkçesiyle yazılmıştır; roman ise mensûrdur. Fakat Namık Kemal, romanını mısra, beyit ve şiirlerle süslemekten geri kalmamıştır.

Destan metninde mezhep çatışması görüldüğü halde, romanda bu konunun üzerinde durulmamıştır. Önemli olan Türkler arasında dayanışma ve birlik sağlanmasıdır.

Destanda, Hoy kalesi zaptedildikten sonra, Âdil Sultan’ın ordusuna mensup yiğitlerden biri, bir Acem kızı ile evlenir. Romanın yirmi birinci kısmında Osman Paşa, Dağıstan emiri Şamhal Han’ın evine gittiği zaman, onun kızını görerek âşık olmuştur. Gizli bir konuşmada Osman Paşa, Cezmi’ye Acemlerle düşman olan Dağıstanlılarla kan bağı kurarak bölgeye hâkim olmak düşüncesini açar. Cezmi bu düşünceyi onaylayınca, Paşa’yı Şamhal’in kızı ile evlendirir. Görüldüğü üzere destan metnindeki iki farklı millet arasındaki evlilik, romanda güç birliği oluşturmak üzere aynı milletten iki farklı boy arasında gösterilmiştir.

Destandaki üslûpla ve kurguyla benzerlikler son derece az olduğuna göre Namık Kemal’in romanda Âdil Giray’la ilgili bilgiyi bir destan metninden değil, bir tarih kitabından aldığını söyleyebiliriz. 12 Mayıs 1297’de Abdülhak Hâmit’e yazdığı bir mektup bu düşünceyi doğrulamaktadır: “Ne yazdığımı, ne okuduğumu soruyorsun. Hiç bir şey yazmıyorum veya tâbir-i sahîhî ile memuriyet hasebiyle evrâk-ı resmiyye okuyorum. Tarih okuyorum, felsefiyât okuyorum. Cezmi’yi ikmâl etmek kolay fakat gönlüm istemiyor. Mamafih yakında bitireceğim.”472

Cezmi’nin tarihî kaynaklarda bir sipahi kâtibi olduğuyla ilgili bilgiler bulunur. 1603’teki sipahi isyanına katılmış, para kopartabilmek için arkadaşları tarafından öldürülmüştür.473 Romanda ise son derece şuurlu bir asker ve kahramandır. Roman sonuna kadar da bu özelliklerini korur. Roman onun adını taşısa da aslında olay örgüsü itibariyle ön planda olan Âdil Giray’dır.

Namık Kemal, Âdil Giray’ın asker ve kahraman tarafından çok şâirâne yaradılışı ve aşkı üzerinde durmuştur. Destanın ve tarihî kaynakların boş bıraktığı Âdil Sultan’ın esirlik dönemi, romancının muhayyilesinde bir aşk romanı hâline dönüşür. Âdil Giray üçüzlü bir aşk yaşar. İntibah’taki Mehpeyker-Ali Bey-Dilaşub aşkına benzer bir şekilde Şehriyar-Âdil Giray-Perihan aşkı konu edilir. Her iki romanda da bu üçlüler ölür. Halk hikâyelerinde de üçlü aşk görülür. Fakat orada amaç, âşıkların birbirlerine olan sadakatlerinin ispatlanmasıdır. İki romanda da şahıslar belli ihtirasları, fikirleri temsil ederler.

Romandaki şahıslar eser boyunca karakterlerini değiştirmezler. Düz tiplerdir. Yazarın kendilerine verdiği fikir ve ihtiras çerçevesinde hareket ederler.

Destan metninde annesinin ağzından, Âdil Sultan ağlayan sızlayan bir varlık değil, atılgan, hareketli bir çocuk olarak belirtilmiştir:

“Yavrum benim Âdilim

Bir yaşına geldiğinde

Bel taşı gibi oynamış

İki yaşına geldiğinde

Yıldırım taşı gibi parlamış”474

Namık Kemal, Âdil Giray’ın asker ve kahraman tarafından çok şâirâne yaradılışı ve aşkı üzerinde durmuştur.

Destandaki şahsiyetinin tam tersine Cezmi romanında Âdil Giray, doğar doğmaz, âlemin sonunu ve insanın düşkünlüklerini bildiği için ağlamayı âdet edinmiştir. Namık Kemal, Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk adlı mesnevisinde bununla ilgili bir bölümün ona çok uyduğunu belirtir.”Gûya ki Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk’ına ziynet veren ninnisinin

Ey mâh uyu bu az zamandır!

Çarhın sana maksadı yamandır.

Zira katı tend ü bî-amandır.

Lutfetmesi de eğer gümândır!

Zannım bu ki pek harâb olursun

bendini Âdil Giray’ın dâyesi lisanından söylemiştir.” Daha sonra, romandaki anlatıcı, konudan uzaklaşıp şiir ve şâirlik üzerinde durduktan sonra “Sadedden ayrılmayalım” diyerek tekrar Âdil Giray’ın çocukken gösterdiği üstünlüklerden bahseder.475 Bunları tıpkı metne müdahale eden bir meddah gibi yapar. Anlatıcı, okuyucuya olayların sebeplerini, yapılan işleri açıklar, bilgi verir. Bu durum, karşı olmasına rağmen halk hikâyeciliğinin devam eden etkisinden kopamadığını gösterir. Ayrıca ahlakî misyon halk hikâyeciliğinde de, bu romanda da görülür. Tanzimat dönemi yazarları sosyal meselelere bağlıdırlar; ahlakçı yazarlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar