0 Comments

XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Kuban Boyunda Siyaset, Etnik Yapı

ve İktisat

İsmail Bülbül*

Özet

Kuban Boyu, Kuzey Kafkasya’nın batısındaki bölgedir. Bu bölge etnik

çeşitlilik açısından Kafkasların diğer bölgelerinden pek farklı değildir. Bölgeyi

idare edenler bu etnik çeşitliliği dikkate alarak farklı politikalar geliştirmek

zorunda kalmışlardır. Siyasal yaşamdaki bu farklılığa karşılık iktisadi hayatta

bir bütünlük söz konusudur. Bu bütünlüğü sağlayan büyük ölçüde coğrafi

etkenler gibi görünmektedir.

Bu çalışmada, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan Mühimme

Defterleri’nden, dönemin kroniklerinden ve seyyahlarından hareketle XVIII.

yüzyılın ilk yarısında Kuban Boyundaki siyasal yaşam, etnik yapı ve iktisadi

faaliyetler ele alınmıştır.

Giriş

Kuzey Kafkasya’nın batısında bulunan Kuban Boyu, XV. yüzyılın

ortalarında Kırım Hanlığının egemenliği altına girmiştir. XV. yüzyıl sona

ererken bölge Osmanlı Devletinin bir parçası olmuştur. Bu dönemden

itibaren bölgede Kırım Hanlığı ile Osmanlı Devleti’nin ortaklaşa

yönetimi söz konusudur. Öte yandan Rusya’nın XVI. yüzyıldan itibaren

bölgeyi ele geçirmeye yönelik bir politika takip ettiği görülmektedir.

Rusların bu yayılmacı politikasının bölgenin etnik haritasının

şekillenmesinde tesiri vardır. Bununla birlikte bu haritaya Osmanlı

Devleti’nin ve Kırım Hanlığının bölgeye yönelik politikaları dikkate

alınarak bakılmalıdır. Buna ilaveten bu devletlerin politikalarını daha iyi

anlayabilmek ve etnik gruplar arasındaki ilişkilerin boyutunu

çözümleyebilmek için bölgenin ekonomisine de göz atmak gerekir.

Çünkü politikaların belirlenmesinde ve ilişkilerin seyrinde iktisadi

faaliyetlerin mühim bir rolü bulunmaktadır.

Kırım Hanlığı ya da Kafkasya’ya dair çalışmalarda Kuban Boyuyla

ilişkili anlatımlar bulunmaktadır. Ancak müstakil olarak Kuban Boyunu

ele alan bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada XVIII. yüzyılın ilk

yarısında Kuban Boyundaki siyasi yaşam, etnik yapı ve iktisadi

faaliyetler ele alınmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan

Mühimme Defterleri ve Nâme-i Hümâyûn Defterleri, Osmanlı tarihleri

ve dönemin seyyahlarının anlatımları bu çalışmanın ana kaynaklarıdır.


Kuban Boyunun Coğrafyası

Kuban Boyunun güneyi Kafkas sıradağları, batısı Karadeniz ve Azak

Denizi, kuzeyi Ten Nehri havzası, doğusu ise Terek Nehri havzası ile

çevrilidir (Bkz. EK-1). Bölgenin adı, bölgenin ortasından akan Kuban

Nehri’nden gelmektedir. Kuban Nehri, Kafkas Dağlarının zirvesi olan

Elbruz Dağı’ndan doğar ve yine kaynağı Kafkas Dağları’nda olan çeşitli

nehirlerle beslenerek batıya doğru akar. Nehir, Taman Yarımadası’nın

yakınlarında iki kola ayrılır. Bir kol Karadeniz’e, diğer kol ise yine ikiye

ayrılarak Azak Denizi’ne dökülür. Nehrin ve onu besleyen kolların

yukarı kısımlarında sular şiddetli aktığından buralarda derin vadiler

meydana gelmiştir. Buna karşılık nehrin aşağı kısımlarında akıntı

yavaşlar ve nehir sivrisinek ve karasineklere ev sahipliği yapan çok

sayıda göl, sazlık, bataklık ve kumlu alan oluşturur. Bataklıklardan

yayılan zehirli gazlar yaşam koşullarını zorlaştırır.1 Kuban Nehri’nde

ilkbahar ve yaz aylarında karların erimesiyle, son bahar ayında

yağmurların etkisiyle yılda ortalama 6-7 defa taşkın meydana gelir. Bu

durum su seviyesinde yaklaşık 5 metrelik bir farkın doğmasına yol açar

ve nehrin etrafı sel suları altında kalır.2

Kuban Nehri’nin kuzeyi, Deşt-i Kıpçak bozkırının tipik özelliğine

sahiptir: Bahar ayında yeşeren otlar ve çalılıklar yaz ayında sararmaya

yüz tutar. Toprak boz renkli bir çöl görüntüsüne bürünür. Hayvanların

otlatılabileceği meralara azalır. Bu otlaklar da zaman zaman çekirge

istilaları ile tahrip olur. Kış aylarında ise Sibirya’nın sert rüzgarları

bölgeye ulaşarak korkunç fırtınalara ve şiddetli soğuklara neden olur.3

Kuban Nehri’nin güneyi, kuzeyinin tam zıttı olan bir yapı arz eder.

Burada düzlükler yerini engebeli arazilere bırakmaya başlar. Kuzeyin

kesintisiz bozkırına karşılık güney bölgesi Kuban Nehrini besleyen irili

ufaklı çok sayıda nehir tarafından parçalara ayrılır. Bu parçalanmış

coğrafyanın en belirgin özelliği sık ormanlara sahip olmasıdır. Burada

her türden ağaca rastlamak mümkündür. Ayrıca bölge, orman altı bitki

örtüsü açısından da zengindir. Yüksek kesimlerde Kafkaslara özgü

çeşitli çiçekler vardır. Bu çiçekler ballara baharat tadı katar ve

içlerinden yaban gülü denilen bir tür çiçek bala sarhoş edici bir özellik

vermesiyle tanınır. Bitki örtüsünde görülen çeşitlilik yaban hayatı için

de geçerlidir. Ormanlarda sayısız av hayvanı, nehirlerde ise türlü

balıklar bulunur.4

Siyaset

Kuban Boyunun hem Osmanlı Devleti’nin hem de Kırım Hanlığının

idaresinde olması, bölgede farklı etnik grupların bulunması ve Rusların

bölgeyi ele geçirmeye yönelik politikası Kuban Boyundaki siyasi hayatın

anlaşılmasını güçleştirmektedir. Bu zorluğu aşabilmek için konu beş

başlık altında incelenmiştir.

Kırım Hanlığının Çerkezlerle Olan İlişkileri

Çerkezler, Kırım Hanlığının kurucusu olan Hacı Giray zamanında

hanlığın idaresi altına girmişlerdir.5

Hanlığın Çerkezlere yönelik

politikası da muhtemelen bu dönemde belirlenmiş olmalıdır. Bu

politika Çerkezlerin hanlığa itaat etmelerini esas alan bir temele

dayanmaktadır. Bu politika çerçevesinde Çerkezler itaatlerinin

göstergesi olarak hanlığa yıllık vergi ve istendiğinde asker

göndermişler, buna karşılık iç işlerinde serbest kalmışlardır. Ayrıca

Çerkezlerin han değişikliğinde yeni hana kıymetli hediyeler sunması da

bir gelenek haline gelmiştir.6 Kırım Hanlığı, bu siyasi anlaşmayı atalık

müessesesi ile kalıcı hale getirmiştir. Burada, yeni doğan han

çocuğunun yetiştirilmek üzere bir Çerkez ailesine verilmesi söz

konusudur. Böylelikle Kırım hanları ile Çerkezler arasında kan bağına

dayanmayan bir tür akrabalık kurulmuş ve Çerkezlerin hanlık ile olan

bağları güçlendirilmiştir.7 Bununla birlikte zaman zaman siyasi ve

iktisadi sebeplerden dolayı Çerkezlerin hanlığa olan bağlılıkları

zayıflamaktadır.

Osmanlı Devleti XVII. yüzyılın ikinci yarısında Batı dünyası ile giriştiği

mücadeleyi kaybetmiş, bunun sonucunda devletin siyasi itibarı

zedelenmiş ve ekonomisi ciddi bir sarsıntı geçirmiştir. Bu siyasi ve

iktisadi bunalım Kırım Hanlığını derinden etkilemiştir. Çerkezler,

hanlığın otoritesinin zayıflamasını fırsat bilerek itaatten yüz

çevirmişlerdir.8 II. Devlet Giray9, Çerkezleri yeniden itaat altına almak

için 1701 yılında kardeşi Kaplan Giray’ı bölgeye göndermiştir. Ancak

Kaplan Giray, Çerkezlerle karşılaşmadan Kalmukların baskınına uğramış

ve yürüyüşünü durdurmak zorunda kalmıştır.10

II. Devlet Giray’dan sonra başa geçen I. Selim Giray11, oğlu Devlet

Giray’ın Bucak taraflarındaki isyanı ile meşgul olduğundan Çerkez

meselesi ile ilgilenememiştir.12 I. Selim Giray’ın yerine geçen III. Gazi

Giray13 ise otoriter bir yönetim sergileyememiştir.14 Çerkez meselesi

1707’de Kırım hanı olan I. Kaplan Giray zamanında yeniden gündeme

gelmiştir. O, başa geçince ilk iş olarak Çerkezlerin itaatlerini

bildirmelerini istemiş ve Çerkezlerin ödedikleri yıllık vergi miktarını on

kat arttırmıştır. Çerkezler, I. Kaplan Giray’a kendilerinden talep edilen

vergiyi ödeyecek durumda olmadıklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine

Kaplan Giray, içlerinde itaat etmiş olan Çerkezlerin de bulunduğu

20.00015 kişilik bir kuvvet ile Çerkezler üzerine yürümüştür. I. Kaplan

Giray, Kanjal Geçidi’ne geldiğinde, Çerkezler istenilen esirleri toplamak

için ondan izin istemişlerdir. Bu süreçte beklemeye çekilen I. Kaplan

Giray, geceleyin Çerkezlerin baskınına uğramış ve güçlükle canını

kurtarabilmiştir. Bu yenilgi I. Kaplan Giray’ın Osmanlı Devleti

tarafından görevinden alınarak Rodos’a sürgün edilmesine neden

olmuştur.16

Kırım hanları 1709-1720 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Rusya

ve Habsburglarla olan mücadelelerine katılmışlardır. Bu tarihler

arasında hanların Kafkasya’da ciddi bir faaliyeti bulunmamaktadır.

Osmanlı Devleti’nin dış politikada barışa dayalı bir siyaset takip etmeye

başladığı 1720 yılında Kırım hanı III. Saadet Giray17, Çerkez meselesi ile

yeniden meşgul olma fırsatını elde etmiştir. O, Salih Giray’ı ve Baht

Giray’ı Çerkezler üzerine göndermiştir. Bunun üzerine Çerkezler -ki

bunlar Kaytuk-biyoğulları, Canbulatoğlu ve Kabardeyler idi- Kaşka-Dağ

civarında savunmaya çekilmişlerdir. Daha sonra bunlar istenilen

miktarda esir vereceklerini vaat ederek Kırım kuvvetlerinin geri

dönmesini sağlamışlardır. III. Saadet Giray, ordunun eli boş bir şekilde

geri dönmesi üzerine bizzat ordunun başına geçip Çerkezler üzerine

yürümüş, Çerkezleri eski yurtlarına geri döndürebilmek ve istenilen

vergiyi ödemelerini sağlamak için kasabalarını tahrip etmiş, ürünlerine

zarar vermiştir. Bunun üzerine Çerkezler Rusya’dan yardım

istemişlerdir. Dönemin Rus çarı I. Petro, Astrahan’dan küçük bir Kazak

kuvvetini onlara göndermiştir. Bu yardım Çerkezlere, III. Saadet Giray

karşısında bir başarı sağlamamıştır, ancak Çerkezlerin Ruslarla

yakınlaşmasına neden olmuştur.18

III. Saadet Giray, bolca ganimet ile Bahçesaray’a dönmüştür. Fakat

ganimetin paylaştırılması sırasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık, hanlığı

yeni bir sorunla karşı karşıya getirmiştir. Kendisine ganimetten

yetirince pay verilmediğini iddia eden Şirin beylerinden Can Timur, III.

Saadet Giray’a karşı isyan bayrağını açmış ve Çerkez topraklarına

kaçmıştır. Can Timur, burada Nogayları kendi tarafına çekmeye

çalışmışsa da bunda başarılı olamamış ve uzun bir süre Çerkezler

arasında yaşamıştır.19

Can Timur 1728’de hana karşı isyan eden Baht Giray’ın kendisine

katılmasıyla güçlenmiştir. Baht Giray’ın bazı Nogayları kendi tarafına

çekmesiyle isyan hareketi büyümüştür. Ancak Nogayların, Baht Giray’ın

kendilerine karşı hazırladığı komplodan haberdar olup ondan

desteklerini çekmeleriyle isyan sona ermiştir. Desteksiz kalan Baht

Giray, affını rica etmiştir. Can Timur ise isyanında ısrar edip Şapsuğlar

arasında yaşamaya devam etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Şapsuğlar

üzerinde baskı kurmasıyla20 Şapsuğlar Can Timur’a destek vermeyi

bırakmış, Can Timur da Kalmuklara sığınmak zorunda kalmıştır.21

Şapsuğların isyancı Çerkezler arasında yer almadığını belirtmek gerekir.

Her ne kadar onlar isyancılara kucak açmışlarsa da bu durum

Çerkezlerin konukseverliklerinden ileri gelmektedir.22

Dönemin Kırım hanı II. Mengli Giray23, başlarında kardeşleri Baht

Giray ve Murad Giray’ın bulunduğu bir kuvveti 1729’da isyan halindeki

Çerkezlerin üzerine göndermiştir. Bunun üzerine Çerkezler hana vergi

ödeyeceklerine dair söz vermişler ve hediye olarak da büyük bir köle

grubunu Baht Giray ve Murad Giray’ın konakladığı ordugaha

göndermişlerdir. Kırım kuvvetleri bunu bir zafer olarak kabul etmişler

ve eğlenceye başlamışlar, ancak bu sırada Çerkezlerin baskınına

uğramışlardır. Bu baskında II. Mengli Giray’ın iki kardeşi de hayatını

kaybetmiş, ordu ise bozguna uğramıştır.24

Nihayet Kırım Hanlığı, Osmanlı Devletinin yardımı ile Çerkezleri itaat

altına almayı başarmıştır. Aslında bu, doğrudan Çerkezler üzerine

düzenlenmiş bir sefer sonucunda gerçekleşmemiştir. Osmanlı Devleti

1732 yılında İran ile yapılan savaşa katılması için Kırım hanı I. Kaplan

Giray’ın, kuvvetleriyle birlikte Kafkaslar üzerinden Azerbaycan’a

gelmesini istemiştir. Kaplan Giray’ın bu yürüyüşü, aslında Kafkaslarda

ve Dağıstan’da Osmanlı egemenliğini pekiştirmek gibi bir amaca hizmet

etmektedir. Nitekim O, yol boyunca Kafkasya ve Dağıstan idarecilerinin

itaatlerini kabul etmiştir.25

I. Kaplan Giray, 1732 yılındaki askeri yürüyüşü ile Çerkezleri itaat

altına almayı başarmıştır. Ancak bu durum uzun sürmemiştir. Osmanlı

Devleti’nin 1739’da Rusya ile imzaladığı anlaşma ile Kabardeyler

bağımsızlıklarını elde etmişlerdir.26 Bundan sonraki süreçte Çerkezlerin,

hanlığa olan bağlılıklarını sürdürmekle beraber onlara düzenli bir

şekilde vergi ödemedikleri görülmektedir. 1748’de Kırım Hanı olan

Arslan Giray, belki de bu yüzden art arda Çerkezler üzerine seferler

düzenlemiştir. Ancak bu seferler Kırım için bir yarar sağlamamıştır.27

Kırım Hanlığının İdaresinde Nogaylar

Kuban Boyunda yaşayan Nogaylar, Kuban Seraskeri tarafından idare

edilmişlerdir. Kuban Seraskerliği 1577’den sonra ortaya çıkmış bir

kurumdur. Bu tarihte İtil ve Yayık boylarında görülen kuraklık

neticesinde buralarda yaşayan Nogaylardan bir grup Kırım taraflarına

göç etmiş, dönemin Kırım hanı I. Devlet Giray bunları Azak ve Kuban

taraflarına yerleştirmiş ve başlarına da oğullarından birisini idareci

olarak atamıştır.28

Giray hanedanından sultanlar arasından seçilen Seraskerler,

Nogaylar ile hanlık arasındaki bağlantıyı sağlamakta, bu açıdan

Nogayların hanın sarayındaki temsilcisi konumunda bulunmaktadırlar.

Nogay beyleri bu seraskerlere bağlıdır ve savaş zamanında Nogay

kuvvetleri seraskerlerin komutasındadırlar. Nogaylar arasındaki hukuki

işlere bakan görevliler de seraskerlere bağlıdırlar.29 Seraskerlik kurumu

idari, askeri ve adli yetkileriyle Nogayları Kırım Hanlığı ile

bütünleştirmektedir. Ancak bu durum Kırım hanlarının Nogayları itaat

altında tutmalarını kolaylaştırmamıştır. Nogaylar özellikle iktisadi

buhranlarla karşılaştıklarında ülkeyi terk etmekten ya da hanlığa isyan

etmekten geri durmamışlardır. Orak Mirza’nın Rus Çarlığına ilticası,

Gazi Giray (1704-1707) döneminde Anapa etrafında oturan Nogayların

isyanı ve 1727’de bazı Nogay gruplarının Baht Giray Sultan’ın isyanına

katılmaları bunlara emsal teşkil etmektedir.30

Kırım hanları isyan eden Nogaylara karşı askeri müdahalede

bulunmaktan kaçınmışlar, isyan eden topluluklara nasihat heyetleri

göndererek isyanları sona erdirmeyi denemişlerdir. En azından XVIII.

yüzyılın ilk yarısında Nogay isyanları karşısında hanların tutumu bu

şekildedir.31 Kırım hanları isyan sona erdiğinde karışıklığa sebep olan

grupları bir başka bölgeye göçürebilmektedirler.32

Kırım Hanlığı Nogaylara yönelik ılımlı bir siyaset takip etmiştir. Bu

durum aynı kökenden gelmelerinden ziyade, Nogayların sahip oldukları

askeri güçten ve hanlık ekonomisine sağlayabilecekleri katkıdan

kaynaklanmıştır. 

Nogaylar gerekli hallerde hanlık ordusuna askeri destek verebilmekte ve Şirin beyleri ile ortaklaşa yönetim sergileyen Giray hanedanını Şirin beylerine karşı güçlendirebilmektedirler.33


Ayrıca yerleşik hayata geçmeleri durumunda boş arazilerin ya da harap Köylerin şenlenmesini ve zirai üretimin artmasını sağlayabilmektedirler.34 Bu yüzden Kırım hanları, Nogayları yerleşik

hayata geçmeye teşvik etmektedirler.

Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya Politikası

Hacı Giray’ın 1466’da ölümünden sonra oğulları arasında başlayan

taht kavgası Osmanlı Devleti’nin Kırım Hanlığına müdahale etmesine

imkan vermiş, 1475’te Gedik Ahmed Paşa komutasında gönderilen bir

donanma ile hanlığın Osmanlı Devleti’nin tabiiyetine girmesinin yolu

açılmış ve yüzyıl sona ererken hanlık, Osmanlı Devleti’nin bir parçası

haline gelmiştir.35 Osmanlı Devleti, hanlığın mevcut siyasi ve idari

yapısına müdahale etmemiş, hanların idaresinde olan bölgelerin

yönetimini yine hanlara bırakmıştır. Öte yandan bölgede

Cenevizlilerden alınan Kefe, Azak, Taman gibi yerler doğrudan Osmanlı

Devleti’ne bağlanmıştır.36

Şu haliyle Nogayların ve Çerkezlerin idaresinden Kırım hanları

sorumlu gibi görünmektedir. Bununla birlikte gerekli görüldüğünde

Nogay ve Çerkez beylerine İstanbul’dan emirler gönderilebilmektedir.

Ayrıca Azak, Taman, Temrük ve Anapa’da bulunan kadı, mütesellim,

bina emini gibi devlet görevlilerinin bölgedeki beylerle sürekli iletişim

halinde olması sultanın otoritesinin Nogaylar ve Çerkezler arasında

yayılmasına imkan vermiştir. Buna ilaveten adı geçen yerlere bazen

Çerkez soylularından kişiler atanmış, böylelikle Çerkezlerin Osmanlı

Devleti’ne olan bağlılıkları arttırılmıştır.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Rus Çarlığının Astrahan’ı ele geçirmesi

Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya’daki egemenliğine gölge

düşürmüştür. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 1568’de Astrahan’a bir

sefer düzenlemiştir. Sefer başarısızlıkla sonuçlanmış, Rusların Astrahan

ve Terek Boyunun aşağı kısımlarındaki egemenlikleri kalıcı hale

gelmiştir. Osmanlı Devleti, Astrahan Seferi ile kaybettiği itibarını

Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Kafkasya’daki askeri ve siyasi

faaliyetleriyle yeniden kazanmıştır.37 Bundan sonraki süreçte Ruslar,

doğrudan bölgeye müdahale etmek yerine Kazakları ve Kalmukları

kullanarak bölgeyi siyasi ve iktisadi açıdan istikrarsız bir hale getirmeye

çalışmışlardır. Kazak ve Kalmuk saldırılarına karşı Kırım Hanlığı ve

Osmanlı Devleti bölge ahalisini korumak için bazı yerlerde kaleler inşa

etmiştir.

Ruslar 1696’da Azak Kalesi’ni ele geçirince Osmanlı Devleti’nin

Kafkaslardaki etkinliği artmıştır. Bu noktada Osmanlı Devleti hem

Rusların hem de Kazakların Karadeniz’e çıkışlarını engelleyebilmek için

Azak Denizi kıyısındaki stratejik bölgelerde kaleler inşa etmiş ve

Rusların bölge ile olan temasını en az indirgemek amacıyla Azak

Kalesi’ne giden ticaret yollarına sıkı bir denetim getirmiştir. Buna

ilaveten, Kazak ve Kalmuk saldırılarına karşı bölge ahalisini askeri

açıdan desteklerken saldırıların önlenmesi için Rusya üzerinde

diplomatik baskı kurmuştur. Yine, 1730 yılında İran’a savaş ilan

edildiğinde, Kafkaslardaki Osmanlı hakimiyetini güçlendirmek için Kırım

kuvvetlerinin Kafkaslardan geçerek orduya katılması istenmiştir.38

Kafkaslardaki Osmanlı egemenliğini korumaya yönelik atılan bu

adımların uzun vadeli getirileri olmamış, Osmanlı Devleti 1739’da

Kabardeyler, 1774’te ise Kırım Hanlığı üzerindeki haklarını

kaybetmiştir.

Rusların Kuzey Kafkasya’da Nüfuz Kazanma Çabaları

IV. İvan39, 1552’de Kazan ve 1556’da Astrahan Hanlıklarını

hakimiyetini altına almış, böylelikle Rusya’nın sınırlarını Kuzey

Kafkasya’ya kadar genişletmiştir. Bundan sonra IV. İvan, bölgedeki

Nogay ve Çerkez gruplarını kendi tarafına çekmeye ve bunları Kırım

Hanlığına karşı kışkırtmaya çalışmıştır.40 Bunu yaparken de mümkün

olduğunca Osmanlı Devleti’nin tepkisini çekmemeye çalışmıştır.41

Bununla birlikte Rus sınırına yakın olan bölgelerde yaşayan Çerkezlerle

doğrudan temas kurmaktan da çekinmemiştir. 1557’de Kırım Hanlığı ve

Tarku Şamhallığı42 karşısında yardım isteyen Temryko’nun çağrısına

cevap vermiş, ayrıca 1567’de Temryko’nun kızıyla evlenerek onu

Rusya’ya tabi kılmaya çalışmıştır.43 Ertesi yıl Osmanlı Devleti, Astrahan

üzerine bir sefer düzenlemiştir. Sefer sonunda IV. İvan, Osmanlı

Devleti’nin Çerkezler üzerindeki hakimiyetini tanımak zorunda

kalmıştır.44

XVII. yüzyıla gelindiğinde Rusların Kafkaslarda daha etkili olduğu

görülmektedir. Ancak bunun doğrudan Rus diplomatlarının ya da

askerlerinin girişimleri sonucunda gerçekleşmediğini belirtmek gerekir.

Ruslar, XVII. yüzyılda İtil Boyu’nda görülen Kalmukları ve Karadeniz’in

kuzeyindeki Kazakları himaye ederek bunları Kırım topraklarına akın

düzenlemeleri konusunda teşvik edip desteklemişlerdir.45

XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında

imzalanan iki anlaşma, Kırım topraklarının yoğun bir şekilde Kazak ve

Kalmuk akınlarına maruz kaldığını ortaya koymaktadır.46 Osmanlı

Devleti tarafından 1721’de elçi olarak Rusya’ya gönderilen Mustafa

Ağa, Kazakların ve Kalmukların bu akınlarından duyulan rahatsızlığı dile

getirmiştir.47 1722’de orta elçi statüsüyle Moskova’ya gönderilen Nişli

Mehmed Ağa’nın gündeminde yer alan konulardan birisi de yine

Kazakların ve Kalmukların Çerkezler ve Nogaylar üzerine düzenledikleri

akınlardır.48

XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Şemdanîzâde

Süleyman Efendi, Mür’i’t-tevârih’inde 1736’da Osmanlı Devleti’nin

Rusya’ya savaş ilan etme nedenlerinden birisi olarak Rusların

Kafkaslardaki faaliyetlerini göstermektedir.49 Kısacası bölgeye yönelik

Kazak ve Kalmuk akınları süreklilik arz etmektedir ve bu akınlara

süreklilik kazandıran ise Rusların Kafkaslara egemen olma

düşüncesidir.

Rus Çarlığı 1736’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğinde Osmanlı

Devleti ile Rusya arasındaki savaş Kırım Yarımadası ve yarımadanın

batısında kalan topraklarda gerçekleşmiştir. Ancak Ruslar bu esnada

Kafkas hakimiyeti için Kalmukların lideri olan Dondok Ombo

önderliğinde 27.000 kişilik bir kuvveti -ki bunların 20.000’i

Kalmuklardan oluşmaktadır- Kuban Boyuna göndermiş, bu kuvvetler

bölgedeki Nogayları ve Çerkezleri kılıçtan geçirmiştir.50

Savaşı sonlandıran Belgrad Anlaşması ile Osmanlı Devleti Kabardeyler

üzerindeki haklarından vazgeçmiş, buna karşılık Ruslar Osmanlı

Devleti’nin Kuban Boyundaki hakimiyetini tanımıştır.51 Ruslar bu

anlaşmaya çok fazla sadakat göstermemişlerdir. Nitekim Osmanlı

Devleti, 1741’de Rusların kendilerini Gürcülerin, Kabardeylerin ve

Dağıstan’ın hakimi olarak ilan etmelerine karşı çıkmış ve bu durumun

düzeltilmesi için Rus makamlarına ısrarlı bir şekilde itirazlarını

iletmiştir.52 Nihayet Ruslar geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Fakat

Kafkaslara yönelik emellerinden vazgeçmemişlerdir.

Etnik Gruplar Arasındaki İlişkiler

Kuban Boyunda yaşayan Nogaylar ile Çerkezler arasında dostane

ilişkiler bulunmaktadır. Bu dostluğun iki topluluğun sahip olduğu ortak

değerlerden doğduğu söylenebilir. Buna göre her iki topluluk da benzer

bir yaşayış tarzı sergilemekte, aynı coğrafyayı paylaşmakta, Kalmukları

ya da bölge dışında yaşayan Kazakları ortak düşman olarak görmekte

ve Kırım hanlarına ve Osmanlı sultanlarına itaat etmektedirler. İki

topluluk için de Altın Orda çağından itibaren kısmen ortak bir tarih

bulunmaktadır. İslamiyet Nogaylar tarafından tamamen, Çerkezler

tarafından ise kısmen kabul edilmiş bir dindir. Eski inançlarını sürdüren

Çerkezler ise İslamiyet’e büyük bir saygı duymaktadırlar. Her iki

topluluğun da sanat anlayışlarında, geleneklerinde, bazen de dünya

görüşlerinde benzerlikler bulunmaktadır. Bütün bu ortak özellikler iki

toplumu birbirine yakınlaştırmıştır. Bu durum onların genelde birlikte

hareket etmelerine imkan vermiştir.

Kazakların Nogaylarla Rusya üzerine ortaklaşa akın tertip ettikleri

bilinmektedir. Burada ortak düşman iki toplumu birbirine

yakınlaştırmış gibi görünmektedir. Ancak gündelik hayatta Kazak-

Nogay ya da Kazak-Çerkez ilişkilerinde başka etkenler de rol

oynamaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan 134 Numaralı

Mühimme Defterinde yer alan bir kayıt bu grupların birbirleri ile olan

ilişkilerine ışık tutmaktadır. Bu kayıtta 1727 yılında meydana gelen iki

farklı olay anlatılmaktadır. Birinci olay Abhazların Soğucak

yakınlarındaki Edincik köyüne yaptıkları baskınla alakalıdır. Buna göre

yaklaşık 300 Abhaz, Ağustos ayında, gün doğumundan önce Edincik’e

saldırmış, köyü yağmalayıp 30 kadar Müslümanı da esir almıştır. Daha

sonra esirleri ve köyden aldıkları tuzu53 kayıklara yükleyip ülkelerine

hareket etmişlerdir. Baskını duyan Taman Mütesellimi 22 Kazakla

birlikte tonbazlara54 binip kayıklara yetişmiştir. Kazaklar, Abhazların 8

kayığından birisini batırmış, birkaç kişiyi de esir almışlardır. Diğerleri

Kazaklardan kurtulmuştur. Karadan giden Abhazlar ise Taman

süvarileri ile meydana gelen küçük bir çatışmanın ardından kaçmayı

başarmışlar ve önce muhtemelen deniz yoluyla gelen Abhazlarla

birleşmek için Şekayege sınırındaki Gök denilen mahallin limanına

gitmişler, daha sonra ise bu limanın ardındaki dağlarda savunmaya

çekilmişlerdir. Olay Soğucak’ta duyulduğunda Abhazlarla dostluğu

bulunan Soğucak bina emininin hazinedarı bölgeye gelmiş ve esirlerin

serbest bırakılmasını sağlamıştır.55

İkinci olay yine Soğucak ile bağlantılıdır. Soğucak Kalesi’nden

sorumlu olan Abdullah Paşa, bir adamını yağ satın alması için

Nogaylara göndermiştir. Görevli kişi, Nogaylardan aldığı 14 tulum yağı

Ağnad Kazaklarının tonbazlarına yükleyip Kuban üzerinden Kızıltaş

Boğazı’na gelmiştir. Burada, Taman Mütesellimi ve Kızıltaş Dizdarı,

Karadeniz’de ticaret gemilerinin gidiş-gelişlerine getirilen kısıtlamayı

gerekçe göstererek tonbazlara el koymuşlardır. Bu esnada Soğucak

Kalesi’nin imarı için havale edilen parayı Soğucak’a götüren Soğucak

bina emininin hazinedarı yaşanan tartışmaya rast gelmiştir. Olaya

müdahale eden hazinedar el konulan yağ tulumlarının 7’sini zorla

alarak Soğucak’a gitmiştir. Hazinedar, olayları Soğucak’ta bulunan

Şegayeke Beyi Kanpolad’a anlatmıştır. Kanpolad ise bir miktar adamını

hem denizden hem de karadan Kızıltaş’a göndermiştir. Bunlar

alıkonulan tonbazları ele geçirip zorla Kızıltaş Kalesine girmişler ve kale

dizdarını darp etmişlerdir. Kalenin gümrükçüsünü tutuklayıp ardından

Soğucak’a geri dönmüşlerdir.56

Birinci olayda adı geçen Edincik bir Tatar ya da Çerkez yerleşkesidir.

Saldırıyı gerçekleştirenlerle mücadelede Kazaklar önemli bir rol

oynamıştır. Saldırıda esir alınanları kurtaran hazinedar Soğucak’taki bir

devlet görevlisidir. Hazinedarın Abhazlarla olan dostluğu onun Kafkas

kökenli birisi olabileceğini akla getirmektedir. İkinci olayda ise Nogaylar

önemli bir yağ üreticisi olarak görülmektedir. Kazaklar onların

ürettikleri yağları bir başka bölgeye götüren nakliyecilerdir. Yağların

taşınması sırasında karşılaşılan güçlükleri ise Çerkezler ortadan

kaldırmıştır. Öte Abdullah Paşa ile Taman Mütesellimi arasındaki

uyuşmazlık, bölge sakinlerini merkezi otorite ile karşı karşıya

getirmiştir.

Etnik Yapı

XVIII. yüzyılın ilk yarısında Kuban Boyunda egemen olan etnik

unsurlar Türkler ve Çerkezlerdir. Bunların dışında Rus yönetimi ile

anlaşmazlığa düşen bazı Kazak gruplarının XVII. yüzyılın sonlarına

doğru bölgeye göç etmeye başladıklarını belirtmek gerekir. Bunlar,

XVIII. yüzyıldaki Kazak göçleriyle birlikte bölgenin üçüncü önemli etnik

grubu haline gelmişlerdir.

Çerkezler bölgenin otokton halklarındandır. Bunlar, Ukrayna

düzlüklerini de içine alan geniş bir sahada yaşarken çeşitli kavimlerin

baskısı sonucunda Kuban Nehri’nin güneyine doğru itilmeye

başlamışlardır.57 XVIII. yüzyılın ilk yarısında Çerkezlerin yoğun olarak

yaşadıkları bölge Kuban Nehri’nin güneyi ile Kafkas Dağları arasında

kalan sahadır. Bununla birlikte nehrin kuzeyinde, bilhassa Taman

Yarımadası’nda, dikkate değer bir Çerkez nüfusundan söz etmek

mümkündür. Yarımadada yaşayan Çerkezler Jane ya da Cane Çerkezleri

adıyla anılmaktadır. Jane Çerkezlerinin merkezi, Kuban Nehri kıyısında

bulunan Jane kasabasıdır. Jane Çerkezlerinin beyi bu kasabada oturur

ve bu bey Taman Yarımadası’nda kendisine bağlı 300 kadar Çerkez

yerleşiminin idaresinden sorumludur.58 Ayrıca bölgenin güvenliğini

sağlamak59 ve Azak Kalesi’nin ihtiyaç duyduğu tahılı tedarik etmek gibi

iki önemli vazifeye de sahiptir.60 Bütün bu görevler Jane beyini hanlık

bünyesindeki itibarlı beyler arasına taşımış,61 belki de Jane Çerkezleri

arasında İslamiyet’in geniş ölçüde kabul görmesinin yolunu açmıştır.62

Taman Yarımadası’nda Jane’den sonra ikinci önemli Çerkez

yerleşimi Temrük’tür. Temrük, Kuban Nehri ile Taman kasabası

arasında I. Selim63 zamanında inşa edilmiş ahşaptan bir kaledir. XVII.

yüzyılın ortalarında kale içinde yaklaşık 100, kale varoşunda ise 700

hane bulunmaktadır. Kalede oturan askerin dışında hanelerin sakinleri

Müslüman Çerkezlerdir. Temrük’ü Jane’den ayıran en önemli farklılık

ise burasının aynı zamanda bir üretim ve ticaret merkezi olmasıdır.64

Ancak Kuban Boyundaki hiçbir yerleşim yeri Taman’ın sahip olduğu

özelliklerle boy ölçüşemez.

Taman kasabası bir sancak merkezidir. Dolayısıyla sancakta

bulunması gereken askeri, idari ve mali yapıları burada görmek

mümkündür. Bunun dışında medrese, okul ve camileriyle bir eğitim ve

kültür merkezidir. Sahip olduğu özellikler bunlarla sınırlı değildir.

Taman, 200 kadar dükkanıyla Kuban Boyu için bir ticaret üssüdür.

Bundan dolayı Türkler ve Çerkezler dışında Rum, Ermeni ve Yahudi

tüccarların da oturduğu kozmopolit bir kasaba görüntüsü arz eder.65

Bölgedeki diğer önemli Çerkez yerleşimleri Soğucak, Anapa ve

Kızıltaş’tır. Soğucak 400, Anapa 100, Kızıltaş ise 80 haneli aynı

isimlerdeki kale ve bu kalelerin varoşlarından oluşan yerleşim

yerleridir.66 Bu yerleşim yerlerinde meskun olanlar muhtemelen

Çerkezlerin Şegayek kolundandır.67 Onların doğusunda Terek Boyuna

kadar uzanan sahada sırasıyla Natukhaylar, Hatukaylar, Bzeduglar,

Temirgoylar, Besleneyler, Kabardeyler oturur ki her biri Çerkezlerin

önemli bir boyu sayılmaktadır. Çerkezlerin güneybatısında ise

Abhazlar68 yaşamaktadır.69

Kuban Nehri’nin güneyinde sıralanmış bu Çerkez boylarına ait

yerleşim yerleri hakkında bilinenler çok azdır. XVII. yüzyılın ünlü

seyyahlarından Evliya Çelebi’nin açıklamaları bunun nedenine dair

ipuçları vermektedir. Buna göre Çerkezler başta savunma kaygısı olmak

üzere inançlarından, geleneklerinden, iktisadi zihniyetlerinden ve

sağlıkla ilgili meselelerden kaynaklanan bir takım sebepler yüzünden

bir bölgede uzun süre oturmamaktadırlar.70 Bu haliyle onlar kısmen

göçebe bir hayat sürmektedirler ve kendilerine ait sınırlar içerisinde

düzensiz aralıklarla göç etmektedirler. Bu yüzden Çerkezlerde şehircilik

pek fazla gelişmemiştir. Bu durum tarihçilerin ya da seyyahların

Çerkezlere ait yerleşim yerlerine nadiren değinmelerine yol açmış

olabilir.

Kuban Boyunun ikinci önemli etnik grubu Türklerdir. Türkleri

Osmanlı Türkleri, Kırım Türkleri/Tatarlar ve Nogaylar olmak üzere üç

alt başlık altında incelemek mümkündür. Osmanlı Türkleri, Kuban

Nehri’nin Karadeniz ve Azak Denizi’ne döküldüğü sahil şeridindeki

kentlerde ve kalelerde oturmaktadırlar. Tatarların da benzer bir iskan

kuşağı bulunmaktadır. Ancak onların bazen Çerkez topraklarında da

oturdukları görülür.71 Bununla birlikte bu iki alt grup Nogaylarla

kıyaslandığında Kuban Boyundaki Türk nüfusu içerisinde önemli bir yer

teşkil etmez.

Nogaylar, ağırlıklı olarak Kuban Nehri’nin kuzeyindeki bozkırda

yaşamaktadır. Ancak nehrin güneyinde, Çerkez topraklarında yaşayan

Nogay nüfusu da göz ardı edilemeyecek kadar çoktur. Nogaylar, Kuban

Boyu’na XVI. yüzyılın ortalarında gelmeye başlamıştır.72 Bu göç dalgası,

XVII. yüzyılın başlarında Kalmukların İtil civarında görülmeleriyle

süreklilik kazanmıştır.73

Kalmukların dikkat çeken ilk faaliyeti 1628’de 40.000 çadırlık bir

Nogay topluluğunu itaat altına almalarıdır. Bundan sonra, Kalmukların

Nogaylar üzerindeki baskısı giderek artmıştır. Nogaylar, bu baskıyı

kırmak için 1644’te Kırım Hanlığından ve Çerkezlerden aldıkları destek

ile Kalmuklar üzerine yürümüş ve onları ağır bir yenilgiye uğratmıştır.

Ancak bu galibiyet Nogaylara kısa süreli bağımsızlıktan başka bir şey

getirmemiş, Nogaylar Kalmuk baskısından kurtulamamış ve parçalar

halinde batıya göç etmeye başlamışlardır.74 Bu göç, Nogaylar için

hayatı zorlaştırmıştır. Nitekim 1649’da Kırım Giray Sultan’dan Rus

Çarına gönderilen bir mektupta Kalmuk akınlarının Nogayları

darmadağın ve perişan bir hale getirdiği anlatılmaktadır. 
Burada bahsedilen Nogaylar Kuban Boyunun doğusundaki topraklarda yaşayan

gruplardır.75 
Kuban Boyunun orta ve batı kısmında oturan Nogayların,Kırım Hanlığından ve bazı Çerkez boylarından yardım aldıkları için daha iyi durumda oldukları söylenebilir. 

Mesela Kasayoğlu76  76 Bunlara Mansuroğlu da denilmektedir. Nogaylarından Nevruz Mirza, Kuban Boyu’nda kendine ait müstahkem bir mevkide yaşamaktadır.77 Bu müstahkem mevkii Hatukay topraklarında bulunmaktadır ve Kırım Hanı III. İslam Giray78 tarafından Nevruz Mirza

Nogaylarının Kalmuk saldırılarına karşı korunmaları için inşa edilmiştir.

III. İslam Giray, Çoban Mirza Nogaylarına da benzer bir destek

sunmuştur. O, Çoban Mirza için Çoban Kalesi adı verilen bir kale inşa

ettirmiştir. Çoban Mirza aynı zamanda Çerkezlerden de yardım

görmüş, hatta onlarla evlilik yoluyla akrabalık kurmuş ve tebaasının bir

kısmı onların topraklarına yerleşmiştir. Onların yaşadıkları bölge kısa

sürede mirzalarının adına atfen Çobaneli adıyla anılmaya başlanmıştır.

Deveyeli Nogayları ise Âdemî ve Bolatkay Çerkezleri tarafından

desteklenmiştir.79

1669’da Kalmukların başına geçen Ayuki, yeni bir kitlesel Nogay

göçünü başlatmıştır. Ayuki’nin askeri faaliyetlere hız vermesi

neticesinde 1670’de Yedisan Nogaylarının bir bölümü Kuban

taraflarına gelmiştir. 

Ertesi yıl Süyünç Mirza önderliğindeki Nogaylar Kuzey Kafkasya’ya göç etmiş, bunları da bir başka Nogay grubu takip etmiştir. 


Ayuki, Nogaylar üzerindeki hakimiyetini kaybetmeye

başlayınca Kuban taraflarına art arda akınlar düzenlemiş ve buraya

yerleşmiş olan Nogayların bir kısmını tekrar İtil Boyuna götürmüştür.80

Ayuki’yi kontrol altında tutmak isteyen Rus yönetimi 1673’te onunla

bir anlaşma imzalamıştır. Aslında bu anlaşma Rusya’nın güney

sınırlarındaki düşmanlarına karşı yapılan bir ittifak niteliğindedir.81 Rus

yönetiminin bu tarz anlaşmaları sürekli yenilediği, Ayuki’nin 1697-1698

yıllarında Kuban taraflarına gerçekleştirdiği saldırılardan

anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde Ruslar, Osmanlı Devleti’nin elinde

bulunan Azak Kalesini ele geçirirken Ayuki de Kuban taraflarında çok

sayıda Nogay’ı kılıçtan geçirmiştir.82 

Bu olay İtil Boyundaki Nogaylar arasında dehşetle karşılanmış olmalıdır. 
Çünkü Ayuki’nin Kuban harekâtından hemen sonra, İtil Boyundaki yaklaşık 50.000 Nogay,

Kalmuk topraklarını terk etmek için harekete geçmiştir. Bunlar,

Kalmuklardan kurtulmak için Kırım hanından yardım istemişlerdir.

Kırım hanı 5.000 kişilik bir kuvveti İtil Boyuna göndermiştir. Ayuki,

gelen kuvvetlerin azlığını küçümseyerek kendi kuvvetlerini 4.000’er

kişilik gruplara bölmüş ve bu kuvvetleri göç için harekete geçen

Nogaylar üzerine sevk etmiştir. Ayuki’nin bu stratejik hatası onun

yenilgiye uğramasına neden olmuştur. Bu yenilgide Kırım kuvvetlerinin

ateşli silahları kullanmasının etkisi olduğu kadar Nogayların içinde

bulundukları psikolojik durum da önemli bir rol oynamıştır. Kalmuk

baskısından bıkan Nogaylar “öldüklerine ve dirildiklerine bakmayub”

bütün güçleri ile Kalmuklara saldırmışlardır. Bu hadiseyi duyan

bölgedeki diğer Nogaylar da yine Kırım kuvvetlerinin yardımı ile Kuban

bölgesine gelmeyi başarmıştır. 
Göç eden Nogaylar, Yedisan ve Camboyluk Nogaylarıdır ve başlarında Togan Mirza 
ile Sultan Murad Mirza bulunmaktadır.83

İtil Boyundan gelen bu Nogay aşiretleri Taman Yarımadası’nda

bulunan Muntenâ Adasına yerleştirilmiştir.84


Esasında Osmanlı

yönetimi, Nogayların iskânını Kırım Hanlığının bir iç meselesi olarak

değerlendirmekte ve bu konuya mümkün olduğunca müdahale

etmemektedir.85 

Ancak Nogayların Muntenâ Adasına iskânlarında

Osmanlı yönetimi meseleye dâhil olmuştur. Bunun nedeni 20 Şubat

1714’te İstanbul’dan Acu Kalesi Muhafızına gönderilen bir emirde

açıkça ortaya konmuştur. Emirde, Acu Kalesi’nin ve Azak’a giden

yolların güvenliği için Nogaylardan Orak Mirza’nın Acu Kalesi etrafına

iskan edilmesi istenmektedir.86 

Anlaşılacağı üzere güvenlik meselesi

söz konusu olduğunda Osmanlı yönetimi olaylara müdahale

edebilmektedir. Ancak bu hadisede dikkat edilmesi gereken başka bir

hususiyet bulunmaktadır. Orak Mirza, Kuban taraflarında otururken

1702 veya 1703 yılında tebaası ile birlikte o sıralarda Rusların

egemenliğinde olan Azak’a gitmiş ve Azak hâkiminden himaye ve

toprak talep etmiştir. İsteği kabul edilmeyince de Azak taraflarını

yağmalayıp eski yurduna geri dönmüştür.87 

Peki, Osmanlı Devleti

sadakatinde şüphe uyandıracak bir topluluğa sınır bölgesinin

güvenliğini neden emanet etmiştir? Bu sorunun cevabı Nogayların

içinde bulunduğu siyasi-iktisadi koşullarda ve Osmanlı Devleti’nin

yönetim anlayışında yatmaktadır.

Kırım Giray Sultan, Rus Çarına gönderdiği 1649 tarihli mektubunda

Kalmukları “rüzgâr gibi gelüb geçer bir hırsız haramzâde” taifesi olarak

tanımlamaktadır.88 XVIII. yüzyıl tarihçilerinden Seyyid Muhammed Rıza

ise saldırı halindeki Kalmuk askerleri için “ebr-i siyâh-ı tufan”

benzetmesini yapmaktadır.89

Bu tanımlamalar Kalmukların askeri

güçlerini ve karşı tarafta bıraktığı etkiyi ortaya koymaktadır. Kalmuklar,

gerçekten de XVII. yüzyıldan itibaren Kuban Boyuna düzenledikleri

akınlarla korkuya ve paniğe yol açmışlardır. Ancak bundan da önemlisi

akınlarıyla bölgeyi siyasi ve iktisadi açıdan istikrarsız bir hale

getirmelidir.

 Bu koşullar altında Nogayların yaşamlarını sürdürmeleri

için birkaç çıkar yolu kalmıştır. Onlar ya daha istikrarlı ve güvenli

bölgelere yeniden göç etmek zorunda kalacaklardır90 ya da giderek

yoksullaştıkları için yerleşik hayata geçeceklerdir veyahut da

hamilerine daha iyi şartlar sunmaları için isyan edeceklerdir. Orak

Mirza’nın göçü birinci duruma bir örnektir. Osmanlı Devleti’nin Orak

Mirza’ya güven duyması onun ve tebaasının içinde bulunduğu şartları

yakinen bilmesinden ileri gelmiş gibi görünmektedir. 
Kuban Boyunda

oturan Yedikçioğlu Nogaylarından 3.000 hanelik bir grubun 1725’ten

önce Kırım hanına başvurarak Özi taraflarına göç etmesi bu durumun

bir başka örneğini oluşturmaktadır.91

Elbette ki, Kuban Boyunda istikrarsızlığa yol açanlar sadece

Kalmuklar değildir. Ten Kazaklarının, Rusların ve Rusların desteğini alan

Gürcülerin de zaman zaman bölgeye saldırıları ve müdahaleleri

olmuştur.92 
Osmanlı Devleti ve Kırım hanları bu saldırılara karşı tedbir

amaçlı Kuban Boyunda ve Çerkez topraklarında bir dizi kale inşa

ettirmiş, kalelerin etrafına da Nogay göçmenlerini yerleştirmiştir.

Ayrıca, kaleler Osmanlı askeriyle de desteklenmiştir. Bu suretle

bölgenin güvenliği sağlanmaya çalışılmış ve İtil’den gelen Nogaylara da

arazi tahsis edilmiştir.93


Kuban Boyunun güneybatısındaki dağlık alanlarda yaşayan

Abhazların da özellikle Karadeniz kıyısındaki yerleşim yerlerine zaman

zaman akın tertip ettikleri görülmektedir. Ancak bunların amaçları

gündelik hayatta ihtiyaç duydukları eşyaları ya da tuz gibi temel

gereksinim maddelerini karşılamaya yöneliktir ve bu yüzden akınları

Kalmukların ya da Kazaklarınki gibi büyük tahribata ya da bölgenin

etnik haritasının değişmesine yol açmamaktadır.94

Kırım hanlarının tutumu, hanzâde ve şirin beylerinin isyanları

bölgedeki istikrarsızlığın diğer nedenleridir. Kırım hanlarının ekonomik

koşullar zorlaştığında Çerkezlerden aldığı vergiyi arttırması Çerkezler

arasında hoşnutsuzluğa, hatta isyana sebep olmaktadır. Bu gibi

durumlarda Kırım kuvvetlerinin uzun süreli ve yoksulluk getiren

Kafkasya seferleri başlamaktadır. Mesela 1707’den önce verginin

arttırılmasından dolayı başlayan Çerkez isyanı dalgalar halinde 1729’a

kadar sürmüştür. Kırım kuvvetleri Kuzey Kafkasya’ya girdiklerinde isyan

halindeki Çerkezlerin bölgelerini terk ettikleri bilinmektedir. Buna

ilaveten seferlere katılmak zorunda kalan Nogaylar da seferlerin

getirdiği olumsuz koşullardan etkilenmektedirler.95

Hanzâde ve şirin beylerinin isyanlarının etkilerine gelince; Hana

karşı isyan eden bu kişiler kendilerine taraftar bulmak ya da daha iyi bir

şekilde kendilerini savunabilmek için Bucak veya Kafkasya taraflarına

geçmekte ve buralarda yaşayan halkları kendi taraflarına

çekmektedirler. Mesela 1720’de şirin beylerinden Hacı Can Temür,

hana karşı isyan ettiğinde Kuban taraflarına geçmiş ve uzun bir süre bu

bölgede saklanmıştır. Hacı Can Temür, 1727’de II. Mengli Giray’a isyan

eden Baht Giray ile ittifak kurmuştur. Bu ikisi Yedisan, Canboyluk ve

Yediçkul Nogaylarından bazı grupları kendi taraflarına çekmişlerdir.

Hacı Can Temür ve Baht Giray aynı zamanda Çerkezlerden de yardım

almışlardır. Öte yandan Baht Giray, Kalmukların desteğini sağlamak için

onlarla temasa geçmiş ve onlara, eski tebaası olan Nogayları verme

vaadinde bulunmuştur. Baht Giray daha sonra han taraftarı olan

Nureddin Mirzayı, Kasayoğlu Mirzasını ve Kaspolatoğlu Mirzasını

öldürtmüş, bunların mallarını yağmalamıştır. İsyanı bastırmak için

bölgeye gelen Kırım kuvvetleri ise isyancıları destekleyen ovaları

kılıçtan geçirmiştir. İsyanın ilerleyen günlerinde Nogaylar, Baht Giray

ile Kalmuklar arasındaki anlaşmayı duymuşlar ve ona destek vermeyi

bırakmışlardır. Nogaylar, Kırım hanına başvurarak af dilemişler ve

kendilerinin bir başka bölgeye nakledilmelerini istemişlerdir. Bunun

üzerine Kırım hanı göç etmek isteyen Nogayları Kırım taraflarına

yerleştirmiştir.96

İstikrarsız bir ortamda Nogaylar için göç etme dışında yerleşik

hayata geçme ya da isyan etme97 gibi seçeneklerin de bulunduğu az

önce belirtilmişti. Göçebe toplumlar için yerleşik hayata geçme göçebe

ekonomisinin istikrarsızlığının bir sonucudur.98 Kalmukların, Kazakların

ya da başka toplulukların saldırılarına maruz kalan ve neredeyse

devamlı göç halinde olan Nogaylar, iktisadi açıdan zayıflamaya, bunun

sonucunda da yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır.99 
Kalmuk tehdidinden kaçıp Kuban Boyuna gelen ve tarımla uğraşan İşterekoğlu

Kabilesi bu olgu için iyi bir örnek teşkil eder.100 
Bir başka örnek, Kuban

Boyu’nda otururken Kırım taraflarına göç eden Kasayoğlu ve

Kaspolatoğlu aşiretlerinden yaklaşık 4-5 bin hanelik büyük bir Nogay

topluluğudur. Bunlar, II. Selim Giray zamanında Kırım’daki harap

köylere iskan olunmuşlar ve bu köylerin mamur hale gelmesini

sağlamışlardır. Bunların göç etme nedenleri ekonomik zorluklar,

mirzalarının kötü yönetimi ve Kazakların baskılarıdır. Bu göç eden

topluluk içerisinde Çerkezlerin de bulunması, Nogayların Çerkezlerle

olan akrabalıklarından ileri gelmiş olabilir.101 Burada akrabalık bağları

Çerkezlere yarar sağlamıştır. 
1736’da başlarında Dondok Ombo’nun

bulunduğu Rus destekli Kalmuk kuvvetlerinin Kuban Boyuna

düzenledikleri akında ise akrabalık bağı Nogayların lehine işlemiştir.102

Kalmuklar, Nogayları Astrahan tarafına göçürmek istediklerinde

Çerkezler, Nevruz Mirza Nogayları ile olan akrabalıklarından dolayı

onlara sahip çıkmış, bu yüzden Nevruz Mirza Nogayları göçürülmekten

kurtulmuştur.103 Ancak yaklaşık 10.000 Nogay için aynı durum geçerli

değildir. Bunlar Kalmuklara esir düşmüşler ve Astrahan taraflarına

götürülmüşlerdir.104


Kazaklar, XVIII. yüzyılın ilk yarısında, azınlıkta olsalar da, Kuban

Boyundaki üçüncü önemli etnik grup olarak değerlendirilebilirler.

Kuban taraflarına ilk Kazak göçü, 1689’da Don Kazaklarının merkezi

konumundaki Zapolyansk şehrinin Ruslar tarafından tahrip edilmesiyle

gerçekleşmiştir.105 Bu ilk Kazak grubu yaklaşık 300 kişidir ve bunlar Acu

Kalesi yakınlarındaki Kapulu isimli mahalle yerleştirilmiştir. 
Daha sonraki yıllarda İtil Boyundan gelen Yedisan Nogaylarının bölgeye iskan

edilmesiyle burada rahat edemeyen Kazaklar, Anapa ile Poçgur

Nehirleri arasında, Han Tepesi denilen yerin yakınlarına göç

etmişlerdir. 
1707’de başlayan Bulavin İsyanı, Kuban Boyuna ikinci

Kazak göçünü başlatmıştır. İsyan, I. Petro tarafından sert bir şekilde

bastırılınca Bulavin’in en önemli yardımcılarından birisi olan İgnat

Nekrasov, kendisine tabi olan yaklaşık 3.000 kişiyle birlikte Kırım

Hanlığına iltica etmiştir. İgnat ve tebaası, Anapa ile Poçgur Nehirleri

arasına iskan olunmuşlardır. Zamanla bölgeye gelenlerin sayısı artmış

ve bölgedeki Kazak nüfusu 10.000’i aşmıştır.106

Kuban Boyunda yaşayan Kazaklar, Hal107, Celali108, Ağnat109, İnat110 ve Nekrasov

Kazakları111 isimleriyle anılmaktadırlar.

Kuban Kazakları, bölgedeki Nogaylarla birlikte Don Bölgesine akınlar

düzenlemişlerdir. İgnat Nekrasov’un, Kazaklar hakkındaki her şeyi

bilmesi bu akınlarda Nogaylara büyük yarar sağlamıştır. Fakat Kuban

Kazakları, inançlarından dolayı I. Anna’nın baskısına maruz kalmıştır.

Bunların bir kısmı 1740-41 yıllarında Trabzon, Samsun ve Tuna

taraflarına göç etmiş, diğerleri ise aynı bölgede oturmaya devam

etmiştir.112

Kuban Boyunun sürekli değişen bir etnik çehresi bulunmaktadır.

Bununla birlikte bölgedeki grupları ve bunların yerleştikleri sahayı az

çok belirlemek mümkündür. Kuban Nehri’nin kuzeyindeki saha, Taman

yarımadası haricinde, 
XVIII. yüzyıldaki göçlerle Nogay yurdu haline gelmiştir. 
Yediçkul, Camboyluk, Nevruzoğulları, Yedisan, Akkerman,

Kasayoğlu, Kaspolat ve Mangıt, Kuban Nehri’nin kuzeyinde

Karadeniz’den Büyük Kabardey topraklarına kadar uzanan sahada

oturan başlıca Nogay gruplarıdır.113 
Bu grupların Sultan Mahmudoğlu, Çitçegioğlu, İşterekoğlu, Kıtay-Kıpçak, 
Yaman Sadak, Orakoğlu, Arslan Bey gibi alt grupları bulunmaktadır.114 
Taman Yarımadası ise eskisi gibi

kozmopolit bir yapı sergilemektedir. Bununla birlikte, Osmanlı

yönetiminin bölgedeki bazı sancakların idaresini Çerkezlere bırakması,

buradaki Çerkez nüfusunun fazlalığına işaret etmektedir.115 
Çerkezlerin

yoğun olarak yaşadıkları yerler ise Kuban Nehri’nin güneyinde kalan

sahadır. Ancak bu sahada, sayıları bazen on binleri bulan Nogay

gruplarının da yaşadığını belirtmek gerekir. Osmanlı Türkleri ve

Kazaklar bölgenin batısında yaşamaktadırlar. Kuban Nehri’nin

kaynağına doğru, tarihi süreç içerisinde bölgeye gelen farklı Türk

topluluklarından teşekkül etmiş olan Karaçay-Malkar Türkleri

bulunmaktadır.116 Bunların XVIII. yüzyılın ilk yarısında Kuban Boyuyla

olan ilişkilerine dair net bilgiler mevcut değildir. Fakat XVIII. yüzyılın

sonlarına doğru Karaçay-Malkar coğrafyasında bazı Nogay yerleşim

yerlerinin bulunması, Karaçay-Malkarlar ile Nogaylar arasındaki

ilişkilere dair bir ipucu vermektedir.117


İktisat

Nogay şoban 1822-1828 Azov denizi kuzeyi


Kuban Boyunda, iktisadi hayatın temelini hayvancılık

oluşturmaktadır. Bu durum hem Nogaylar hem de Çerkezler için

geçerlidir ve her iki toplum da farklı hayvan türlerinin bulunduğu

karma sürülere sahiptir. Bu farklılık göçebe toplumlarda meraların

daha verimli kullanılmasına ve sürünün daha sağlıklı ve istikrarlı

olmasına imkan verir.118

Sürülerde hangi hayvan türlerinin

bulunacağını belirleyen ise büyük ölçüde Kuban Boyunun fiziki ve

beşeri özellikleri olmuştur. Mesela Kuban Nehri’nin kuzeyindeki Deşt-i

Kıpçak bozkırı ve nehrin güneyinde kalan düz araziler at ve koyun

yetiştirmek için son derece elverişlidir. Buna karşılık, Taman

Yarımadasındaki Kuban Nehri’nin karşısında yer alan dağlar, Kafkas

dağlarının diğer bölgelerine göre daha sade ve ot ve su açısından daha

zengindir. Bu yüzden bu bölgede büyük baş hayvan yetiştiriciliği ön

plana çıkmaktadır.119 Kafkas dağlarının yüksek rakımlı kesimleri ise keçi

yetiştirmek için elverişli bir coğrafyadır.120

At, Nogayların sürülerindeki en önemli hayvandır. Nogaylar, Türk ve

Arap atlarının melezleşmesiyle elde edilmiş olan ve “argamak” denilen

bir at türüne sahiptir. Bunlar, özel bir eğitimin ardından uzun süre

susuzluğa ve açlığa dayanabilmektedirler. Bu yüzden savaşta

binicilerine büyük kolaylık sağlamakta, taşıdığı bu özellikler nedeniyle

pazarlarda yüksek fiyatlarla alıcı bulabilmektedirler.121

Kafkas dağlarının yüksek kesimlerinde oturan Karaçay-Malkarların

yetiştirdikleri atlar da estetik görünümleri, bacaklarının sağlamlığı, hızı,

dayanıklılığı, uysallığı ve zeki oluşlarıyla ünlenmiştirler. Bunlar Osmanlı

topraklarında, Rusya’da ve İran’da yüksek fiyatlarla satılmaktadırlar.122

Çerkez atları da Nogay atları gibi özelliklere sahiptirler ve bu

özelliklerinden dolayı pazarlarda büyük rağbet görürler.123 Bununla

birlikte Çerkez atlarını Nogay atlarından ayrılan özellikleri de

bulunmaktadır. Mesela Çerkezlerin “şağdiy” dedikleri bir at türü Kafkas

Dağlarının sarp coğrafyasında kolaylıkla ilerleyebilirler. Isı değişimlerine

dayanaklıdırlar. Karanlıkta ya da sisli havalarda yolunu kaybetmezler.

Ağır yükleri yorulmadan taşıyabilirler. Bunlar “uzun boyunlu, kalın

gövdeli, kısa ve güçlü bacakları” olan atlardır.124

Nogaylar 20. yy başı 

Nogaylar için at sadece bir savaş ya da ulaşım aracı değildir. At,

onlar için aynı zamanda bir besin kaynağıdır. Atın etini yerler ve yaygın

bir şekilde kısraktan elde ettikleri bir tür içecek olan kımızı tüketirler.

Tabii ki bu durum daha çok bozkırdaki göçer Nogaylar için geçerlidir.

Bozkırda yaşayan Nogayların menüleri kısıtlı su imkanlarından ve

yiyecek çeşitliliğin azlığından dolayı at etinden, kısrak sütünden ve

koyunlardan elde edilen süt ürünlerinden oluşur.125 

Yarı göçer yarı yerleşik Nogaylar 1768-1770 Bucak Nogayları


Yarı göçer ya da yerleşik Nogaylarda beslenmede et ve süt ürünlerinin yanında

hububatın da önemli bir yeri vardır. Nitekim bu Nogayların ana

menülerinde yer alan “talkan” kavrulmuş arpa unundan, “lakşa” ise

undan yapılmaktadır.126
Astrahan civarında oturan Nogayların ana menüsü ise balık ve pirinçten oluşmaktadır.127

20. yy başları çubıtla suyunda Nogay balıkçılar

Kış aylarında

konaklamak için Kuban Nehri yakınlarına gelen Nogayların da burada

avladıkları balığı suda kaynatıp tükettikleri bilinmektedir.128

At etinin beslenme dışında tedavi amaçlı kullanımı da söz

konusudur. At eti diğer hayvanların etine göre daha fazla kaloriye,

minerale ve aminoaside sahip olduğundan, ayrıca A ve B vitaminlerini

içerdiğinden yüksek bir tedavi gücüne sahiptir. 129 Bu yüzden Nogaylar,

yaraların tedavisinde at etini kullanmaktadırlar.130

Atlar, yaklaşık 40-50 cm karın altındaki otlara ulaşabilen bir hayvan

olduğundan sert geçen kış aylarında beslenmeleri sorun teşkil etmez.

Bu özellikleriyle Nogayların gelecek yıla ulaşmalarına imkân verirler.

Atların Nogaylara sunduğu bu geniş imkânlar Nogayların atlar

konusunda uzmanlaşmasını sağlamıştır. Mesela bir Nogay genci, bahar

ayında bozkıra salınan ve neredeyse yabanileşmiş hale gelmiş olan

yılkılardan istedikleri atları kolaylıkla yakalayabilir, atı yakalamadan

atın binek atı mı yoksa arabaya koşulacak at mı olduğunu anlayabilir.131

Bu konuda Çerkezler de ustalaşmışlardır. Çerkezler yabani atları

yakalamak için bazı atları özel olarak yetiştirirler. Bu ata “arkançeş” adı

verilmektedir. Anadolu ve Rumeli’ndeki Atçeken Ulusu’nun bir benzeri

Çerkezlerde de bulunmaktadır. Önemli bir Çerkez boyu olan Şapsuğ’un

kelime anlamı “at yetiştiricileri”dir.132 Aslında Çerkezcede atlarla ilgili

mevcut çok sayıda terim ve deyimin bulunması, Çerkezler için atın

önemini ve Çerkezlerin bu konudaki uzmanlığını ortaya koymak için

yeterli bir delil olarak kabul edilebilir.133

Çerkezler de tıpkı Nogaylar gibi atı ulaşımda, savaşta ve ticari değiş

tokuşlarda kullanırlar. Bununla birlikte bazı Çerkez toplulukları dışında

Çerkezlerde atın beslenmede pek yeri yoktur. Çerkezlerin çoğunluğu

koyun ve sığır ile geyik gibi av hayvanlarının etlerini tüketirler.134 Ancak

kısrak sütünü Nogaylar gibi yoğun bir şekilde tükettiklerini belirtmek

gerekir.135 Bunun dışında onların menüsünde darıdan yapılan bir tür

ekmek, süt ürünleri ve bal bulunmaktadır.136 Bu sonuncu ürün doğanın

vermiş olduğu bir hediye olarak değerlendirilir. Özellikle iki farklı bal

türü, Kafkasya’nın endemik bitkilerinden kaynaklanan tatlarıyla

ilkçağdan itibaren büyük bir şöhrete sahiptir.137


Attan sonra ikinci sırada koyun gelmektedir. Koyun, farklı bitkilere

gerek duymadan beslenebildiğinden bozkırda tercih edilen bir hayvan

türüdür.138


Nogaylar bunların etinden, sütünden, yününden ve

derisinden istifade etmektedirler. Bunlardan elde ettikleri yağı

Taman’a getirip satarlar. 

20 yy başları Nogay pazarı


XVII. yüzyılda Kalmuk akınlarının Nogaylara verdiği zarar nedeniyle 
Taman’a gelen yağ miktarında azalma görülmüş, bu ise İstanbul’da yağ 
fiyatlarının artmasına neden olmuştur.139

Çerkezler ise hem koyun hem de keçi sürülerine

sahiptirler. Çerkezlerin koyunlardan elde ettikleri yünün kalitesi

oldukça yüksektir. Bu yünler Moskova’daki imalathanelerde keçe

yapımında kullanılmak üzere bölgeye gelen Rus tüccarlara tarafından

satın alınır. Buna ilaveten Çerkezlerin Nogaylar gibi Taman’ın önemli

bir yağ tedarikçisi olduğu söylenebilir.140

Büyük baş hayvanlara gelince; deve, hem göçer hem de yerleşik

Nogaylar tarafından beslenen bir hayvandır. Göçer Nogaylar develeri

yük taşımada, yerleşik Nogaylar ise çift sürmede kullanmaktadırlar.141

Çerkezler ise tarlalarını 6-7 öküzün çektiği sabanlarla sürmektedirler.

Öte yandan Nogaylarla kıyaslandığında daha çok dağlık arazilerde

bulundukları için Çerkezlerde deve, tercih edilebilecek bir hayvan

olarak görülmemektedir.142

İnek ve öküzler daha çok Çerkezlerin besledikleri hayvanlardır.

Taman Yarımadasının karşısında yer alan dağlarda oturan Çerkezler için

inek beslemek bir avantajdır. Çünkü bu coğrafyanın imkanları en zayıf

bir inekten bile günde en az 13-15 litre süt alınmasına olanak

sağlamaktadır.143

Hayvancılık konusunda belirtilmesi gereken son nokta Kalmukların

sahip olduğu sığır türüdür. Kalmuk sığırları yaz ve kış aylarında ahırlara

kapatılma gereksinimi duyulmayan ve bozkırdan beslenebilen

hayvanlardır. Bu özellikleri ile bozkırda yetiştirilmeye uygun olduğu ve

XVIII. yüzyılda Don Kazakları arasında en fazla tercih edilen tür olduğu

bilinmektedir.144 Kalmuklar, Kuban Boyu için yağmacı bir topluluk

olarak değerlendirilebilir. Ancak bölge ile olan ilişkileri bu sığır tipini

bölgeye taşımış olabilir.


Kuban Boyunda tarımsal üretim, bölgenin batı kısmında, özellikle

Taman Yarımadasında yoğunlaşmaktadır.145 Bunun sebebi, elde edilen

ürünlerin bölgede kolaylıkla pazarlanabilmesidir. Mesela Taman tahılı,

bölgedeki Taman, Temrük gibi yerleşim yerlerinde tüketilebilmekte,

yakınlardaki büyük bir tüketim merkezi olan Azak’a gönderilebilmekte

ya da limanlar aracılığı ile Kırım’a ve İstanbul’a nakledilebilmektedir.

Bölgenin iç kesimlerindeki zirai üretimin boyutu tam olarak tespit

edilememektedir. Bununla birlikte bölgedeki tarımsal üretim hakkında

az çok bilgi bulunmaktadır. Buna göre Çerkezlerin darı, arpa, yulaf ve

az miktarda buğday yetiştirdikleri bilinmektedir. Onlar arpayı atların

beslenmesinde, darıyı ise ekmek yapımında kullanmaktadırlar.146 Bir

bölgenin verimini düşürmemek için o bölgeyi üst üste iki defa

ekmezler, her yıl tarlalarını değiştirirler.147 Aslında Çerkezlerin tarımla

çok fazla uğraşmalarını gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.

Çünkü tahıl dışındaki pek çok ürün tohum ekilmeden kendiliğinden

yetişmektedir.148

Göçer Nogaylarda tarımın yapılması mümkün görünmemektedir.

Ancak yarı göçebe ve yerleşik hayata geçmiş Nogaylar için tarım

hayvancılık kadar yaygın bir uğraştır. 
1822-1828 yerleşik Nogaylar Azov denizi kuzeyi

Taman Yarımadasına yerleşen İşterekoğlu aşiretinin darı ektiklerinden 
daha önce bahsedilmişti.

İşterekoğlu aşireti yerleşik Nogaylar için iyi bir örnektir. 

Yarı göçebe Nogaylardan ise Çoban Mirza Nogayları örnek gösterilebilir. Bunlar,

sığırlardan daha güçlü olduğu için develerle çift sürmekte, darı, arpa ve

buğday ekmektedirler.149 Elde ettikleri ürünün fazlasını ise kazmış

oldukları çukurlara doldurmaktadırlar. Çukurlar daha sonra kapatılarak

ürün gizlenmektedir. Bunu muhtemelen hayvanlarını otlatmak için

bölgelerini terk ettiklerinde ürünlerinin yağmalanmasını önlemek

amacıyla yapmaktadırlar.150 
Çerkezler gibi Nogayların da aynı yeri üst üste iki defa ekmedikleri söylenebilir.151

Balıkçılık Kuban Boyunda önemli bir yere sahiptir. Balıkçılık Kuban

Nehri’nin Azak Denizine ve Karadeniz’e dökülen kolları üzerinde yoğun

bir şekilde yapılmaktadır. XVIII. yüzyıla kadar buralarda balıkçılık

geleneksel yöntemlerle yapılmıştır. Ancak XVIII. yüzyılda Temrük ve

Acu yakınlarında balık dalyanlarının kurulmasıyla balıkçılıkta kısmen

uzmanlaşmanın sağlandığı görülmektedir.152

Acu yakınlarındaki

dalyanlardan yıllık 500 guruşdan fazla gelir elde edilir. Bu para Acu

Mutasarrıfına tahsis edilmiştir.153 Temrük’teki dalyanlardan ise yıllık

3.000 guruşluk gelir elde edilir. 1740 yılında buradaki dalyanların

işletme imtiyazı bir Çerkez beyine aitti.154

Esasında buradaki

dalyanların Çerkezler tarafından işletilmesi normal bir durumdur.

Çünkü Temrük’ün nüfusunun önemli bir kısmı Çerkezlerden

oluşmaktadır ve burada oturanlar büyük ölçüde balıkçılıkla

geçinmektedirler.155 Bir diğer balıkçı kasabası ise Karadeniz kıyısındaki

Kızıltaş’tır.156

Çerkezler ve Nogaylar için balık hem bir besin maddesi157 hem de

büyük karlar sağlayan ticari bir emtiadır. Kuban nehrinden akbalık,

sevrek balığı, morina ve mersin balıkları yakalanır. Mersin balığından

elde edilen havyar lüks tüketim malları arasında yer aldığından bu

balık, diğer türlere göre daha önemlidir. En iyi havyar, Ekim ile Nisan

ayları arasında yakalanan balıklardan elde edilir. Balıklar tuzlanıp ya da

sade bir şeklide kurutularak havyar gibi satılmak üzere yakınlardaki

pazarlara götürülür.158

Taman, Kuban Boyunun ticaret merkezlerinden birisidir. Bölge

sakinleri ürünlerini satmak için bu kasabaya getirirler. Bu ürünler canlı

hayvan ve hayvansal ürünler, bal, balmumu, kürk, yün, köle,

kurutulmuş balık ve havyardır.159 Yağ ticareti Taman ile özdeşleşmiş

gibi görünmektedir.160 Özellikle “say yağı” ve tereyağı burada oldukça

bol miktarlarda bulunmaktadır. Yağ ticareti Taman’ın “Kafir Bazarı”

denilen varoşunda yapılmaktadır. XVII. yüzyılın ortalarında burada 150

kadar dükkan mevcuttur.161

1732 yılında İstanbul’dan Taman

muhafızına gönderilen bir emir Taman’daki yağ ticaretinin boyutunu ve

Taman’ın İstanbul’un yağ ihtiyacını karşılamadaki rolünü izah etmesi

açısından önemlidir. Emirde İstanbul’da baş gösteren yağ kıtlığından

bahsedilmekte ve bu sorunun çözümü için Taman yağlarının İstanbul’a

gönderilmesi istenmektedir. Ancak Taman Muhafızı bu sıkıntılı

zamanda yüksek kazanç sağlamak için yağ tüccarlarından fazla ücret

talep etmiştir. Bunun üzerine tüccarlar yağı göndermekten

vazgeçmişlerdir. Söz konusu yağ 1.500’den fazla “berik162 yağı”dır.163

Taman, aynı zamanda Çerkez, Abaza ve Nogay topraklarına gitmek

isteyen tüccarların konakladığı bir yerdir.164 1706 yılında İstanbul’dan

Yenikale Muhafızına ve Taman Kadısına gönderilen bir emir, XVIII.

yüzyılın başlarında Taman’daki ticari hayatın büyük bir canlılık

kazandığına işaret etmektedir. Söz konusu belgede, Taman’ın Osmanlı

egemenliğine girdiğinden beri Taman’daki ticaretin kale içinde

yapıldığı, ancak bazı tüccarların kale dışında mallarını sattıkları ve

bundan dolayı kale içindeki tüccarların mağdur oldukları belirtilmekte,

ticaretin yine eskiden olduğu gibi kale içinde yapılmasının gerektiği

anlatılmaktadır.165 Bu durum önemli bir ticaret merkezi olan Azak’ın

Rusların eline geçmesiyle alakalı olabilir.166 Osmanlı Devleti, Azak’ı

kaybedince burayla yapılan ticarete sıkı bir denetim getirmiştir.167

Böylelikle tüccarlar Azak yerine Taman’a yönelmiş ve Taman’da yapılan

ticaret kale içine sığamayacak kadar artmış gibi görünmektedir.

Deri, havyar, bal, at ve köle satışının yapıldığı Temrük, bölgenin bir

diğer önemli ticaret merkezidir.168 XVI. yüzyılda Temrük’ün oldukça

hareketli bir limanı bulunmaktadır. Her yıl, limana yanaşan çok sayıda

gemi Temrük havyarını ve tuzlanmış balığını İstanbul’a taşımaktadır.169

Bu işten elde edilen gelirler ise İstanbul ve Bahçesaray arasında

paylaşılmaktadır.170 XVII. yüzyılda Kuban Nehri’nin taşıdığı alüvyonlar

kentin limanına girişi sağlayan Yeleşke Boğazını kapatmaya başlayınca

liman da canlılığını kaybetmiştir.171 Bu durum kentteki ticari hayatı

olumsuz etkilemiş olabilir. Bununla birlikte limandaki hareketlilik yerini

karayollarındaki hareketliliğe bırakmıştır. Bir Osmanlı devlet görevlisi

olan Mustafa Atıf tarafından hazırlanmış 1740/1741 tarihli rapor bu

durumu teyit eder niteliktedir. Raporda, Temrük’e her yıl on bin kadar

arabanın gelme ihtimalinin bulunduğu ifade edilmektedir. Ayrıca

raporda Temrük’e han ve nureddin172 adına görevliler tayin edilmesi ve

her arabadan ve esir satışından bir guruştan iki guruşa kadar vergi

alınması tavsiye edilmektedir.173

Burada anlatılanlar ve tavsiye

edilenler Temrük’teki ticari hayatın canlılığına dair bir delil

oluşturmaktadır.

Taman ve Temrük’ün Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığındaki köle

ticaretinde ayrı bir yeri vardır.174

Taman ve Temrük, Çerkezlerin ve Nogayların akınlarda ele geçirdikleri

köleleri sattıkları yerlerdendir. Bu

kentlerdeki köle ticaretinin önemi, bu merkezlerde sadece köle ticareti

ile uğraşan bir tacir zümresinin mevcudiyetinden ve bölge

yöneticilerinin zaman zaman bu tacirler ile ortaklaşa hareket edip

kanunlara aykırı davranışlarda bulunmalarından anlaşılmaktadır.175

Taman ve Temrük dışında Acu, Soğucak, Kızıltaş ve Anapa gibi

yerlerde de ticaretin yapıldığı söylenebilir. Ayrıca bazı yerlerde kısa

süreli kurulan pazarlar bulunmaktadır. Çerkezlerin Kavak isimli

kasabasında kurulan köle pazarı ile Âdemî Çerkezlerinin topraklarında

kurulan panayır buna örnek olarak gösterilebilir.176

Kuban Boyunda iki ana ticaret yolu bulunmaktadır. Bunlardan birisi

doğu-batı istikametinde ilerlemekte ve Kuban Nehri’ni takip

etmektedir. Bu yol üzerinde Anadolu ya da Rumeli’deki gibi hanlar

mevcut değildir. Bu yüzden tüccarlar güvenliklerini sağlayabilmek için

büyük gruplar halinde hareket etmek zorundadırlar. 1722’de Kefe,

Karasu ve Taman tacirlerinden oluşan 54 arabalık bir kervanın, Topal

İvan’ın idaresindeki bir Kazak-Kalmuk eşkıya zümresinin saldırısına

uğraması, kalabalık kervanların bile bazen saldırılardan kurtulamadığını

göstermektedir.177

İkinci ana ticaret yolu ise kuzey-güney doğrultusunda ilerlemekte ve

bölgenin batısındaki denizlerden geçmektedir. Bu yolun Karadeniz’de

kalan kısmı için aniden patlayan fırtınalar, Azak Denizi kısmında ise

denizin sığlığı ticaret gemileri için büyük tehlike oluşturmaktadır.

Ayrıca 25 Kasım’da başlayan ve 21 Mart’a kadar süren kış ayında

Karadeniz’de ve Azak Denizinde yol almak neredeyse imkansızdır. Bu

yüzden bu aylar arasında deniz yolu etkinliğini yitirir.178 Bu gibi

durumlarda denize paralel olarak seyreden karayollarının önemi

artmaktadır.179 Bu yollar, yol üzerlerinde inşa edilmiş kaleler tarafından

korunduğundan Kuban Nehri’ni takip eden yola göre daha

güvenlidirler.180


Sonuç

Kuban Boyu, Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında olmakla birlikte

bölgedeki siyasi yaşamın belirleyicisi Kırım Hanlığı gibi görünmektedir.

Kırım Hanlığı için bölgenin itaat altında tutulması hanlığın bölgeye

yönelik politikasının ana ilkesini oluşturur. Bu ana ilkenin uygulanışı

bölgedeki etnik gruplara ya da iktisadi ve siyasi koşullara göre

değişebilmektedir. Öte yandan hanların, Kırım Hanlığının buhranlı

dönemlerinde bu politika ile çelişebilen uygulamaları yürürlüğe

koydukları görülmüştür. Bu durum sadece Kırım Hanlığının değil aynı

zamanda Osmanlı Devletinin de bölgedeki otoritesinin sarsılmasına yol

açmıştır.

Osmanlı Devleti’nin daha çok Kuban Boyunun batısında kalan bazı

yerlerin idaresiyle ilgilendiği, bunun dışında bölgenin geri kalanı için

mevcut siyasi yapıyı koruyan bir politika benimsediği söylenebilir.

Batıdaki yerlerle ilgilenmesi, bu yerlerin Karadeniz’in güvenliği

açısından önem arz etmesinden ve sahip olduğu ulaşım imkanlarından

dolayı birer antrepo özelliği taşımasından ileri gelmiştir.

Rusların Kafkasları ele geçirmeye yönelik politikası bölgedeki siyasi

ve iktisadi istikrara zarar vermiştir. Bununla birlikte bu politika

bölgenin etnik haritasının şekillenmesinde ve bölgedeki etnik grupların

bir bütün halinde hareket etmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu durum

Rusların bölgedeki ilerleyişini zorlaştıran bir etken olarak

değerlendirilebilir.

Çerkezler, Nogaylar ve Kazaklar bölgede ön plana çıkan etnik

gruplardır. Çerkezler bölgenin en eski sakinleridirler. Nogaylar ve

Kazaklar ise bölgeye sonradan yerleşmişlerdir. Bu durum bölgede etnik

bir çatışmaya yol açmamış, bilakis etnik gruplar arasında bir uyumu

beraberinde getirmiştir. Bunda Osmanlı Devleti’nin, Kırım Hanlığının ve

Rusya’nın bölgeye yönelik politikaları etkili olmuştur. Buna ilaveten

benzer iktisadi faaliyetlerin etnik gruplar arasındaki uyuma katkı

sağladığı söylenebilir.

Bölge ekonomisinin temeli hayvancılık, tarım ve avcılığa dayanır.

Tarım dışındaki faaliyetlerin göçebelerin geleneksel uğraşları olduğu

bilinmektedir. Bu noktada bölgede göçebelerin yoğun olduğu ya da

göçebe iktisadi zihniyetinin egemen olduğu söylenebilir. Bölgede

tarımın ikinci planda kalmasında bu anlayışın önemli bir payı

bulunmaktadır. Bununla birlikte tarımın göçebeler arasında da yer

edindiğini belirtmek gerekir.

Bölgenin batısında bulunan ticaret merkezleri, mallarını satmak ya

da gündelik hayatta ihtiyaç duydukları sanayi ürünlerini almak için

Çerkezler, Nogaylar ve Kazaklar tarafından sık sık ziyaret edilmektedir.

Dolayısıyla bu ticaret merkezleri hem bölge sakinlerinin dışarıya açılan

kapıları olmuş hem de bölgenin siyasal bütünlüğünün sağlanmasına

görece yardım etmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Paylaşımlar