Doç Dr. Hakan KIRIMLI hocamızın Türkiye’de yaşayan Kırım ve Nogay Köyleri Yerleşim yerleri isimli kitabından alıntıdır.
( KARAPKUR ) ( CEMBOYLUK )
Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı Doğankaya köyü Ankara’ya 110 km, Şereflikoçhisar’a da 45 km mesafede yer almaktadır. 2008 yılı itibarıyla köy nüfusu kış aylarında 138 kişiden (38 hane) müteşekkilken
* Bu yazının hazırlanmasında bilgilerinden yararlandığımız Doğankaya köyü muhtan Serdal Atılgan (1972 Doğankaya doğumlu) ve köyün eski muhtarı Necmettin Atılgan (1945 Abdiilgediği [Doğankaya] doğumlu) ile köy halkından Yakup Adaş (1927 Abdülgcdiği [Doğankaya] doğumlu), Şevki Kutlu (1928 Abdülgediği [Doğankaya] doğumlu), Bahaattin Başaran (1930 Abdülgediği [Doğankaya] doğumlu), Beşir Alaş (1932 Abdülgediği [Doğankaya] doğumlu), Gazi Eryiğit (1932 Abdülgediği [Doğankaya] doğumlu), Nurettin Aytar (1939 Abdülgediği [Doğankaya] doğumlu) ve Dilek (Çetin) Arslan’a (1981 Doğankaya doğumlu) teşekkür ederiz.
yazın bu nüfusa 50-60 kişi (8-10 hane) daha eklenmekteydi. Yazın köye gelenlerin çoğunluğu köy kökenli olup Ankara’da yaşayanlardır. Yazın gelenler arasında yine aslen bu köyden olan, ancak uzun yıllardır muhtelif Avrupa ülkelerinde işçi olarak çalışanlar da vardır. Bir aile hariç Doğankaya köyü halkının tamamını Nogaylar oluşturmaktadır. 1950’lerde Erzurum tarafından gelerek köye yerleşmiş ve Nogay olmayan tek aile (Güder soyadlı) de büyük ölçüde Nogay kültür özelliklerini benimsemiştir. Ekonomik ve sosyal sebeplere bağlı olarak 1970’lerden itibaren köyden şehirlere ve bilhassa Ankara’ya çok göç yaşanmıştır. 2005 yılında köy muhtarlığında yapılan bir araştırmada köy kökenli yaklaşık 250 hanenin köy dışında yaşadığı ve bunun 220 hane kadarının da Ankara’da olduğu hesaplanmıştır. 2000’li yıllarda şehirlerde emekli olanlardan en az 5 hane köye dönmüştür. Aynı şekilde, köy halkından Avrupa ülkelerinde (Hollanda, Almanya, Norveç) emekli olup, köye dönen de yaklaşık 15 hane kadar vardır. 2008 itibarıyla Avrupa’da Doğankaya’dan gitme yaklaşık 10 hane bulunmaktaydın
Doğankaya köyünün asıl ismi Abdülgediği’dir. Bu ismin 1960’larda hiçbir esasa dayanmaksızın resmen Doğankaya olarak değiştirildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, 1980’lcrin başlarına kadar birçok resmî yazışmada dahi köyün âdı Abdülgediği olarak kaydedilmiştir. Köy, geçmişte (ve hatta bir ölçüde günümüzde de) halk arasında Karakura yahut Karapkur şeklinde de adlandırılmıştır.
Doğankaya köyünün geçimi esas olarak arpa, buğday, nohut, mercimek ve kimyon tarımına dayanmaktadır. Bunun yanı sıra çoğunluğu büyükbaş olmak üzere hayvancılık ve büyükbaş süt sığırcılığı da yapılmaktadır.
Abdülgediği köyü çevredeki diğer Nogay muhacir köyleri gibi 1860’ların başlarında kurulmuştur. Abdülgediği’ni kuran Nogay muhacirler, eski Kırım Hanlığı topraklarından olan Kırım’ın kuzeyindeki bozkırlardan ve Kuban taraflarından 1859-1860 yıllarında Osmanlı Devleti’ne göç etmişlerdir. 1860’ta Konya eyaleti dâhilinde iskân edilmek üzere bu eyalete gönderilen muhacirler, Osmanlı hükümetinin kendilerini üçer beşer hane olarak mevcut köylere yerleştirmesine şiddetle karşı çıkarak toplu olarak iskânlannı talep ettiler. Osmanlı yetkilileriyle bu ihtilaf sürerken, Nogay kabile reisleri Konya’ya sevk edilirken gördükleri Paşa Dağı havalisinin, iskânları için uygun olduğunu düşünerek kabileleriylc birlikte buraya toplanmaya başladılar. 1860 Ekim ayı itibarıyla Paşa Dağı çevresine 1.144 Nogay muhacirin gelmiş olduğu biliniyor.[1]Bu muhacirlere müteakip ay ve yıllarda diğerleri de eklendi. Bu şekilde, daha ziyade Nogay kabile reislerinin inisiyatifleriyle Paşa Dağı çevresinde yerleşen muhacirler köylerini teşkil etmeye başladılar. Bu yerleşimlerin teşkili gerek merkezî ve mahallî Osmanlı idaresiyle gerekse çevredeki yerli köyler ahalisi ile birçok anlaşmazlıklar doğurduysa da neticede bunlar Osmanlı hükümeti tarafından da kabul edildi. Göçmenlere, hane inşasında tohumluk, çift edevatı ve çift hayvanı temini hususunda yardım edildi.[2] 1863 yüına ait Taşa Dağı havalisinde teşkil olunan Nogay muhacir köylerine yapılan masraflara ilişkin bir döküm belgesinde Abdiilgediği’nin adı zikredilmemektedir.[3] Bununla birlikte, köyün bu yıl içinde kurulduğu kesin olduğundan köy mevkisinin o dönemde farklı adlandırılması yahut köyün söz konusu belgenin tanziminden kısa bir süre sonra teşkili ihtimalleri akla gelmektedir.[4] Muhacirlerin iskânı esnasında köy mevkisinin boş ve çayırlıktan ibaret olduğu, burada bir yerleşimin bulunmadığı günümüzde de hatırlanmaktadır.[5] Köyün kurucularmı ve aslî ahalisini Cemboyluk koluna mensup Nogaylar oluşturmaktadır.
Abdülgediği’nin nüfus terkibi 1860’ların başlarında burayı kuranlardan ibaret kalmamıştır. Nogay muhacirlerin birçoğu; hastalıklar, çevre şartlarının uygun olmayışı, komşu yerli halk ile anlaşmazlıklar ve akrabalarıyla birlikte olmak gibi sebepler dolayısıyla ilk olarak iskân olundukları yerleri terk ederek başka yerlere taşınmıştır. Bu kişiler arasında iskânlarından kısa bir süre sonra buradan ayrılanlar olduğu gibi, kurdukları köylerde birkaç nesil yaşadıktan sonra o köyün dağılmasıyla başka yerlere göçenler de olmuştur. İşte bu şekilde “iskân sonrası” dahi sabit olmayan Nogay muhacirlerin harekederinden Abdülgediği de payını almış, köyden ayrılan bazı kişiler olduğu gibi, daha ziyade, başta Paşa Dağı havalisiııdekiler olmak üzere başka yerlerdeki (dağılan ya da mevcudiyetini sürdüren) Nogay köylerinden gelen muhacirler Abdiilgediği’ne yerleşmişlerdir.
Bu gibi taşınmalar daha 1860’larda yakın çevredeki uzun ömürlü olmayan bazı Nogay yerleşim yerlerinden başlamış, buralara iskân olunan Nogaylar, aralarında Abdülgediği’nin de bulunduğu yakın köylere taşınmışlardır. Paşa Dağı havalisinde bulunan Harhar, Aktaş, Şedidhöyük (Tatarhöyük), Hurikuyusu, Karaburun, Çöpler ve Hamitçayırı (günümüzdeki Ahmetçayırı) gibi köylerde Nogaylar yanm asır hatta daha fazla yaşadılarsa da neticede bu köyler, Nogaylar tarafından tamamıyla terk edilerek ya ortadan kalkmış ya da buralara başka topluluklar yerleşmişlerdir. Bunlardan biri de Abdülgediği’nin 3,5 km kuzeyinde bulunan Harhar köyüydü. Pek çok diğer Nogay köyü gibi[6] başta sıtma olmak üzere salguı hastalıklardan büyük zarar gören köy ahalisinden pek çoğunun hayatını kaybetmesini müteakip köy tamamen dağılmıştır. XX. yüzyılın ilk yıllarında mevcut olduğunu bildiğimiz Harhar köyü 1910-1920 yıllan arasında dağılmış olmalıdır.[7]Harhar’dan ayrılan Nogaylardan bir kısmı Abdülgediği’nc yerleşmiştir. Yine çevrede bulunan Aktaş köyünün eşkıyalıktan muzdarip olarak dağılması üzerine buradan ayrılan Nogaylardan bazıları Abdiilgediği’ne taşınmıştır. Meselâ, günümüzde Açıkel, Uyar, Aytar ve Yılmaz soyadlarını taşıyan sülalelerin ve daha birkaç sülalenin 1920’lerin sonlarında Aktaş’tan geldikleri bilinmektedir. Bunlardan Aytar ve Yılmaz soyadlı sülalelerin ataları, (muhtemelen 1910’larda) Balıkesir’in Susurluk kazasına bağlı Sultançayın’ndan Aktaş’a göçmüşlerdir. Aktaş’tan gelen Nogayiarın Abdülgediği’ndekilerden farkı, Cetisan koluna mensup olmalarıdır.
Abdülgediği’ne diğer Nogay köylerinden de çok sayıda kimse gelip yerleşmiştir. Meselâ, günümüzde Başaran soyadını taşıyan sülale[8] 1928’de Şedidhöyük’ten; sonradan Yeltekin, Kılıç, Eytemen ve Cömert soyadlarını alacak olan aileler 1920’lcrde Kırşehir’in hâlen Boztepe ilçesine bağlı olan Üçkuyu’dan; sonradan Cömert soyadını alacak olan aile[9] yine bunlara yakın tarihlerde Kırşehir’in Kaman kazasına bağlı
Nogaykızıközü (değiştirilen adıyla Yeniköy) köyünden; Kudu soyadını alacak aile 1920’lerde Konya’nın Muhacirpazarı Mahallesi’nden; Akman soyadlı aile 1930’larda Şereflikoçhisar’ın Akin köyünden; Uyar soyadını alacak aile Kırklareli’nin Babaeski kazasının Nacak köyünden; Sondoğan soyadlı aile 1960’larda Konya’nın Kulu ilçesinin Köstcngil (değiştirilen ismi Boğazören) köyü, Abdiilgediği’ne taşınmışur. Bunlardan başka Kırıkkale’nin Keskin ilçesine bağlı Darıözü ve Kulu’nun Mandıra (değiştirilen ismi Ağılba- şı) köyünden gelenlerin de olduğunu tespit ettik. Bu örneklerde de görüldüğü üzere, Abdülgediği köyü çevredeki Nogay yerleşimlerinin birbirleri arasında nüfus açısından ne kadar akışkan olduğunun tipik bir örneğini teşkil etmektedir.
Bütün bu hareketliliklere rağmen, köyün Cemboyluk koluna mensubiyet açısından homojen yapısının büyük ölçüde korunmuş olması da dikkat çekicidir. 2008 yılında, köyde yalnızca 4 hane (Aktaş köyü kökenli) Cetisan ve 2 hane de (Konya’dan gelme) Yetişkul koluna mensup Nogay aile bulunmakta, geri kalanların tamamını Ccmboyluklar oluşturmaktaydı.
Köydeki Nogay kabileleri meyanında Ötepbas, Toğalı, Şarman, Aqılqoca, Köşekoğlan, Ogüzköşek, Keneges, Irğaqlı (Akin kökenli) ve Qaraqaıı kabilelerinin mevcudiyetini tespit edebildik. Bunlann yanı sıra birçok kimsenin kabile aidiyederini unutmuş olduğunu da söylemek gerekir. Köydeki bazı ailelerin Kırım Tatar kökleri de bulunmaktadır.
Çevredeki diğer Nogay muhacir köylerinde olduğu gibi, Abdülgediği’nde de evlilik ilişkilerinin kurul- masında Nogaylık, hatta Cemboyluk koluna mensup olmak muhacereti takip eden yıllar boyunca birinci derecede dikkate alınan bir husus olmuştur. Yine kadim âdederden olarak, yedi göbek içindeki akrabalarla evlenmeme kaidesine de titizlikle uyulmuştur. Kırım Tatarları ile evlilikler dahi az görülmüştür. Bu uygulamalar ancak tedricen değişmiştir. Nogay yahtıt Kırım Tatarı olmayanlarla evlilikler seyrek olarak 1960’larda görülmeye başlanmış, 1980’lerden sonra ise yaygınlaşmıştır.
Abdülgediği köyündeki pek çok gelenek gibi, evlilik merasimlerine ilişkin olanları da tipik Nogay geleneklerinin Kırım Tatar özellikleriyle karışmış yapışım.yansıtmaktadır. Abdülgediği’nde birçok âdet zaman içinde kaybolsa da en azından 1990’ların sonlarına kadar genel hadarıyla karakteristik bir evlilik ve toy süreci, köy halkından Nebahat Çetin ve Elmas Yılmaz’ın anlatımıyla şöyle gerçekleşmekteydi:
Bir kız istenmeden önce oğlan tarafı kız evine elçi gönderir. Kız tarafi bu işe oldu dediklerinde oğlan tarafi kızı istemeye gelirler; elçiye de bir hediye verilir. Gencin büyükleri, köyde sözü geçen kişilerle kızı istetmeye kız evine varırlar. Söz kesilir; oğlan tarafının getirdiği lokum-bisküvi kız tarafına verilir. “Şaytan ötbez” ya da “kiçkiy tadı” (küçük tadı) denen bir merasim yapılıp, lokum-bisküviler yenip büyük tadı için gün alırlar. Süt hakkı ya da “şaytan ötbez” (şeytan geçmez) denen bir miktar para kızın babasına verilir. Büyük tatlı için oğlan tarafı kızı giydirmeye, kıza altın yüzük, küpe, saat vs. almaya alışverişe çıkarlar. Kız evine cavluq (eşarp) almaya gidilir. Büyük tatlıda da lokum-bisküvi yenir. Oğlan tarafından yengeler, gelin olacak kıza yeni elbiseler giydirirler. Takılar takılacağı sırada köy imamı dualar eder. Takılar takılır, şenlikler düzenlenir.
Hıdırellezde kıza hediyeler getirilir, hıdırellez koyunu götürülüp kesilir. Kızın davet ettiği arkadaşlarıyla beraber eder yenir. Gelen davetliler de kıza hediyeler götürürler. Buna “tüyün” denir. Yani bir bohça hazırlanır, içine kuruyemiş, iki metre kumaş, çorap, kolonya, eşarp, sabun vs. konulur. 6 Mayıs’ta şenlik yapılır, şenliğe oğlan tarafi haşlanıp dışı boyanmış yumurta da getirir.
Dinî bayramlarda oğlan tarafi kıza hediyeler getirir, yine şenlikler düzenlenir. Kurban Bayramı’nda “tös-bas” (döş-baş) denen kurban eti veya koyun, kuzu getirirler.
Düğünün ne zaman olacağı kararlaştırdır. Düğünden birkaç gün önce gelin olacak kız, arkadaşlarıyla beraber davete gider, gittikleri yerlerde ziyafet çekerler.
Düğünler üç gün sürer. Çoğu zaman cuma başlar, pazar günü gelinin inmesiyle biter.
Cuma günü “bayraq köterüv künü”dür (bayrak kaldırma günüdür). Oğlan evi köylüyü, akrabalarını düğüne çağırır. Cuma günü öğleden sonra bayrak duası yapılır. Bayrak kaldırılır. Bayrağın tepesine düğünleri aydınlık
olsun diye ayna, ağızlan tadı olsun diye elma koyarlar. Bir de hindi tiiyii takarlar. Bayrak kaldırıldıktan sonra oğlan evi zenginse yemek verilir, fakirse çay verilir. Bundan sonra da şenlik başlar. Şenlik başlayacağı sırada damat, “kiyev şığaruv” (damat çıkarma) âdetine göre evdekilere küsüp düğün bitene kadar yenge evinde kalır. Bayrak kaldırıldıktan sonra kız evinde “toytuvar” (düğün davarı) kesilir. “Quda şaqıruv” (dünür çağırma) âdetine göre kız evi oğlan tarafinı “toytuvardan kavurma yemeye” çağırır. Bunun için üç genç oğlan evine gönderilir. Giden gençlere oğlan tarafı hediyeler verirler. Oğlan tarafi kız evine hayırlı olsuna gelir. Toytuvardan kavurma yapılıp yenir. Toytuvar bölünüp, parçalanıp cumartesi günü verilecek yemek için hazırlanır. Cumartesi günü “nişan toyu” (nişan merasimi), cumartesi gecesi de “qına toyu” (kına gecesi) olur. Nişan için oğlan tarafi bir alay olup kız evine gelir. Oğlan tarafi yanlarında “hebge tübü” (heybe dibi) getirirler. Heybe dibinde “kiyit” (amca, hala ve teyzeye verilen hediyeler), “capeşke” yahut “cenge colu” (“yenge yolu” yani yengeye verilen hediye) vardır. Capeşkeyle ikişer metre kumaş, tülbent, tülbende sarılmış para gelinin annesine verilir. O da bunları tek tek kızın yengelerine dağıtır. Hebgenin içine orunğade (halaya ve teyzeye verilen hediye) konulur. Orunğade de kızın halasına fistanlık, oyalı tülbent, namazlık, biraz para vardır. Kızın annesine iki fistanlık, iki gecelik, tülbent konulur. Kızın büyüklerine de birer fistanlık, gecelik konulur. Kardeşine birer gömlek, kız kardeşine de baldız küpesi konulur. Büyük annelere nine lokumu, sigara konulur. Kızın dayısına da düğünün başında dayının gönlü alınıp “dayı colu” (dayı yolu) denen para verilir. O da aldığı dayı yoluyla altın alıp kıza nişanda takar. Kız evinde, gelen misafirlere toytuvarla yemek verilir. Ancak önce, yemek yapanlar damadın büyüklerine “qazan qapqaş aşuvu parası” (kazan kapağı açnıa parası) verirler. Yemekten sonra nişan merasimi başlar. Önce köy imamı dualar eder. Sonra yüzükler, altınlar, paralar takılır, şerbeder dağıtılır. Şenlik başlar, davullar vurulur, sazlar çalınır. Kopuz varsa kopuz çalınıp qanekiy tepilir.
Nişandan sonra oğlan evinde toytuvar kesilir. Toytuvardan kavurma yemesi için kız tarafi davet edilir. “Quda şaqıruv” (dünür çağırma) âdetine göre oğlan evinden üç genç, kız tarafını çağırmaya gider. Kız evinde onlara hediyeler verilir. Kız evi, oğlan evine kavurma yemeye, hayırlı olsuna gelirler.
Cumartesi gecesi “qına toyu” (kına gecesi) olur. Oğlan tarafı kına, kuruyemiş, meşrubat getirir, şenlik yapılır. Kınaya getirilenler misafirlere sunulur. Gelin kıza kına sürülmeden önce kızın avucuna bir alun konulur. Yoksa gelin kız kınayı sürdürmez. Kınası sürüldükten sonra herkese kına dağıtılır. Şenlik gece boyunca sürer. Herkes dağıldıktan sonra kız evinde gençler, kızlar, yakın akrabalar kalır. Gece damat nişanlısıyla görüşmeye gider. Yanında arkadaşlannı da getirir. Gençler, kızlar beraberce getirilen kuruyemiş, meşrubat vs. yerler, içerler, şenlik yaparlar. Kızın arkadaşlan, damada tuzlu çay ikram ederler, ayakkabısına da yoğurt, yağ, ne bulurlarsa koyarlar. Damat ayakkabılarım giyince olanlar olur. Kirlenen çoraplarını, ayakkabısını gelin kıza yıkatır. Gençler de sevdikleri kıza kına yaktırırlar. Sonra herkes dağılır. Kız evinde kalanlar da sabaha kadar oturup eğlenirler. Uyuyan olursa onu yatağa, yorgana dikerler, yüzüne kına sürerler. Gelin kızın da ellerine, ayaklarına kjna sürülür. Ensesine de “babasının bereketini vardığı eve götürsün” deyip kına sürülür. Oğlan evinde gençler, damatla eğlenirler. Damadın arkadaşlan damada kına sürerler.
Pazar günü, oğlan tarafı gelini almaya bir alay olup giderler. Gelin kız akrabalarıyla, yakınlarıyla vcdalaşır. Gelinin kardeşlerinden biri “qardaş quşağı”nı (kardeş kuşağı) gelinin beline bağlar. Oğlan evi gelince, yengeleri gelinin olduğu odanın kapısını kapatıp “qapıbasar” parası isterler. İstedikleri para verilene kadar kapıyı açmazlar. Kızın çeyizine de çocuklar oturup “sandıq parası” isterler. İstedikleri para verilene kadar sandıktan kalkmazlar. Kız tarafi da oğlan evi gibi “kiyit” hazırlayıp sandığa koyar. Ama bu “kiyit”e fistanlık, başörtüsü vs. konmaz. Kayınpedere seccade, havlu, çorap; kayınvalideye tülbent; hebgeyi taşıyan enişteye “betcavlıq” (havlu), çorap vs. verilir.
Gelin, oğlan evine getirilir; oradan mezarlığa götürülüp dua edildikten sonra tekrar eve varılır. Gelin arabadan inmeden, gelinin ayağı bereketli olsun diye yemişler, bozuk paralar saçılır. Tez evli olsunlar diye arabanın tekerlerinde su dolu testi kırılır. Gelinin kucağına bebek verilir. Bebek kız ise ilk çocuğu kız, oğlan ise ilk çocuğu oğlan olur derler. Gelin de bebeğe hediye verir. Gelin arabadan iner. Gelinin ayağı yere değmesin diye ayağına koyun postu ve iki metre basma serilir. Bunlar da gelinin yanındaki yengesine verilir.
Gelin babasının evinden Kur’an-ı Kerim ve bayrakla çıkar. Bayrağı taşıyan gcnce gelin annesi nişan günıi “bayraq köterüv” (bayrak kaldırma) hediyesi verir. Bir de oğlan evinde çaycılık yapana da “qave pisirüv” (kahve pişirme) hediyesi verilir. Davulcu da hediyesini gelinden ister. Gelin de davulcuya hediyesini verir. Eski zamanlarda köyün gençleri gelin indiğinde at yanştınrlarmış. Gelin, birinci gelen gence hediye verirmiş. Gelinin eline bir çivi, bir tahta kaşık, biraz yağ verilir. Yerinin çivi gibi sağlam olması için gelin çiviyi kapının eşiğine çakar. Yağ gibi yumuşak olması için de yağı kapının yukarısına sürer. Kuvvetli olduğunu göstermesi için de kaşığı ayağıyla kırar. Damadın annesi kapıda kollarını kapının iki yanına dayar. Gelinle damat onun kollarının alandan içeri geçerler. Gelin “şımıldıq”a, yani oda içindeki bir tül perdenin arkasına alınır. Gelin indiği günün akşamı “qave toyu” (kahve düğünü) yapılır. Damadın arkadaşları toplanıp eğlenirler, damada para toplayıp verirler, gençlere ise bohça dağıtılır.
Gelinle damat sağdıçlanyla beraber oturur, imam nikâhı kıyılır, hayırlı dualar edilir.
Ertesi gün “bet aşar toyu” (yüz açar düğünü) yapılır. Gelinin annesi damadın ailesine “kiyit” denilen hediyeler getirir. Gelin gelinliğini yine giyer, duvağını da takar. Gelinin duvağını iğde dalıyla görümcesi açar. İğde dalının çatalı ne kadarsa gelinin o kadar çok çocuğu olur denir. Gelin duvağı açıldıktan sonra büyüklerinin elini öper. Yemek verilir. Böylece büyük düğün biter. Hemen hemen bir hafta sonra da gelinle damat kızın aile büyüklerinin elini öpmeye giderler.[10]
Doğankaya (Abdülgediği) köyünde toy gelenekleri bu şekilde pek çok özellikleriyle korunmuş olmakla birlikte, birçok gelenek ve âdet de XX. yüzyılın ikinci yarısında unutulmuş veya terk edilmiştir. Meselâ, toyların ayrılmaz parçalarından olan at yarışlan ve güreşler bu dönemde ortadan kalkmıştır. Toylardaki “şınlasuvlar” (çınlaşmalar), “toquz baylanuvı” gibi başka âdetler de tedricen uygulanmaz olmuştur. Diğer Nogay köylerinde olduğu gibi Abdülgediği (Doğankaya) köyünde de evlilik ile ilgili gelenek ve ritüeller düğün sürecine münhasır değildi. Bilhassa geçmişte, bütün evlilik boyunca titizlikle takip edilen kültürel kurallar bulunmaktaydı. Meselâ, gelinler asla kaynatalarıyla konuşmazlardı. Bu kadim ve katı âdet de ancak 1970’lerden sonra tedricen terk edilmeye başlanmıştır.
Köyde 1980’lere kadar sürdürülen bir âdet de Hıdırellez’de “Sabaııtoy”a yahut “tepreş”e çıkılmasıydı. Sabantoy’da kırlara çıkılır, şenlikler yapılırdı. Yemekler ve özellikle de “şıtpıtqa”[11] pişirilir, duasıyla birlikte yenirdi. Ayrıca, yumurtalar boyanır, yengelere verilirdi. Bu ananevi sabantoylar günümüzde uygulanma- maktaysa da bunun yerini Nogay Kültür Derneklerinin Şereflikoçhisar-Kulu çevresindeki sekiz Nogay köyünü kapsayacak şekilde (modernleştirilmiş içerikleri ile) her yıl düzenledikleri “Sabantoy”lar almıştır.
Köyde 2000’li yılların sonlarına kadar az çok sürdürülen bir gelenek de Ramazan aylarında (bu mukaddes ayın bütün diğer âdederiyle birlikte) çocukların iftardan sonra “Şeramazan” (Şehr-i Ramazan/Ramazan ayı) söyleyerek gezmeleridir. Nogay ve Kırım Tatar muhacir köylerinde yakın geçmişe kadar yaygın olarak yaşanan bu âdette köy çocukları ev ev gezerek tekerleme söylerler, onlara ufak tefek hediyeler yahut yiyecek verilir. Abdülgediği köyünde kaydettiğimiz bir “Şeramazan” tekerlemesi şöyleydi:
Şeramazan ayta keldik,
Şarqa marqa.
Abaylardın bergeni,
Maylı arqa.
Maylarqadın eti yoq,
Onı bergen abaylardın beti yoq.[12]
Tur tur abay papişindi kiy abay, Tomurğanın may bolsun, Tolğatqanın ul bolsun,
Arqasında men bolsun,
O da bizge ten bolsun.[13]
Başka köylerde olduğu gibi betonarme evler eskilerinin yerini giderek almaktaysa da Doğankaya köyündeki ananevi köy evleri karakteristik yapılarını korumaktadır. Öncelikle, evlerin inşaatı sırasında cepheler belirlenirken kıblesinin düzgün olmasına, doğuya bakmasına özen gösterilir. Geniş avlu içinde taş dolma, kerpiç yapılan bu tek kadı evlerde, tavan ağaç döşeme olup üstünde çatı bulunmaktadır. Birkaç odadan (genellikle dört odadan) oluşan bu evlerde girişteki salona “ayetü“, bu salona açılan odalara da “işkerüy” adı verilir. Evin odaları geçmişte “qam odası” (oturma-yatak odası) ve “dem odası” (düğünlerde oturulan, şenlik yapılan oda) gibi isimlerle de adlandırılırdı. Evin ısıtılması için firınlı soba, kuzine, kovalı soba ve son dönemlerde de katalitik ve elektrikli soba kullanılmaktadır. Eski usul sobalarda kömür, “qıy” (tezek) ve “lapaşa” (bir çeşit tezek) yakılır. Çoğunlukla her odada, hatta her an bir misafirin gelebileceği düşüncesiyle misafir odasında da devamlı soba yakılır. Evin “asqana”sı (mutfağı) dışarıdadır. Tuğladan örme olan firında saman ve sap yakılıp ekmek pişirilir. Tuvaleder (köyde kanalizasyon bulunmadığından) evin en az 50 m ötesine inşa edilir.
Köyde karakteristik Nogay ve Kırım Tatar yemekleri 2000’li yıllarda da yaygın olarak pişirilmekleydi. Bu yemeklerden inqal, qasıqbörek, qazanbörck, tavabörek, cantıq, çibörek, uvma qalaqay, maylı qalaqay, loqum, bavursaq, laqsa, sorpa, talqan ve saraylı tatlısı yaygın olarak hazırlanmaktaydı. Günlük hayatta südü ve tuzlu Nogay çayı da vazgeçilmez yerini korumaktaydı. At eti ise Abdülgediği’ndeki Nogaylar tarafından da Türkiye’ye göç etmelerinden sonraki yaldaşık yüz yıl boyunca (çevredeki Nogay olmayan halkın tepkisinden ve söylentilerinden çekinilerek mümkün mertebe fazla çevreye duyurulmadan da olsa) yenilmiş, at etinden qazı da yapılmıştır. 1960’lardan beri köyde at kesildiği ise hatırlanmamaktadır.
2000’li yılların sonları itibarıyla Doğankaya (Abdülgediği) köyünde günlük hayatta Nogayca hâkimiyetini sürdürmekteydi. Köyde yaşlı, genç, herkes Nogayca konuşmaktaydı. Hatta başka köylerde görülmeyen bir şekilde çocuklar okula gidene kadar yalnızca Türkiye Türkçesi bilseler dahi sonraki yıllarında mutlaka Nogayca öğrenmekteydi.
Abdülgediği (Doğankaya) köyünde kuruluşundan beri Nogay olmayan hemen hiç kimse yaşamamıştır. Yalnızca İstiklâl Savaşı devrine kadar ticaret için köye gelen bir Ermeni’nin burada ikamet ettiği hatırlanmaktadır. 1952’de Bulgaristan’dan göç etmiş iki Türk göçmen aile, devlet tarafından bu köye yerleştirilmiş ve bunlara tarla verilmiş ise de Abdülgediği’nde birkaç yıl geçiren bu göçmenler daha sonra Polatlı’ya taşınmışlardır. Abdülgediği köyü halkından olup I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale ve Kafkas cephelerinde şehit düşenler ve 1950’lerde Kore Savaşı’na katılanlar bulunmaktadır.
Doğankaya köyündeki Nogay aileleri şu soyadlarını taşımaktadırlar: Açıkel, Adaş, Akay, Akıcı, Akın, Atılgan, Aytar, Başaran, Çetin, Eryiğit, Eyetem, Günay, Güven, Kılıç, Kutlu, Özkan, Polat, Sondoğaıı, Uyar, Yeltekin ve Yılmaz.
[1] Mehmet Yılmaz, “Konya Vilâyetinde Muhacir Yerleşmeleri. 1854-1914”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya, 1996, s. 78.
[2] T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İstanbul, ML.MSF., Defter no.: 17020.
[3] Agb.
[4] Yılmaz, yukarıda anılan belgede geçen Yenikuyu mevkisinin buraya “Abdiilbaki Hoca Ccmaati”nin yerleştirilmiş olması dolayısıyla şimdiki Abdülgediği köyü olduğu kanaatindedir. Yılmaz, ss. 102-103. Bu görüş bizce de imkân dâhilinde görünmektedir. Köyde yaptığımız araşurmada yaşlılarca gerek Abdülbaki Hoca gerekse Yenikuyu isimlerinin bilinmediğini gördüysek de aradan geçen 150 yıla yakın süre içinde bunlann unutulmuş olmalan normal karşılanmalıdır.
[5] Dilek Çetin, “Nogaylar Üzerine (Doğankaya, Şeker, Akin Köyleri) Sözlü Tarih Çalışması”, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2006, ss. 20-21. Doğankaya (Abdülgediği) köyüne 1 km mesafede, buraya Nogayiarın iskânından önce mevcut olan ve kime ait olduğu bilinmeyen bir Müslüman mezarlığı bulunmaktadır. Köy halkı arasında bu mezarlığın, Tuz Gölü’nden tuz götüren ve eski Ankara yolundan geçen tuzculara ait olduğu söylenmektedir. Bununla birlikte, nihayetinde geçici olarak orada bulunan bu insanların burada mezarlık kurmalın pek de makul görünmediğinden köy mevki yakınlarında geçmişte ismini tespit edemediğimiz bir Müslüman yerleşimi olduğunu düşünmek daha doğru olur kanaatindeyiz.
[6] Abdülgediği de sıtma felaketinden payını ziyadesiyle almıştır. Sıtmanın kesin olarak ancak 1940’lar civannda kinin kullanımının yaygınlaşmasıyla ortadan kaldırılabildiği yaşlı nesil tarafından anlatılmaktadır.
[7] Günümüzde Harhar köyünden yenilenmiş olarak varlığını sürdüren eski köy çeşmesinden ve sürülüp tarla yapılmış olan mezarlığından kalan toplanmış bazı kaba mezartaşlanndan başka hiçbir iz kalmamıştır. 1960’lara kadar muhafaza edildiğini öğrendiğimiz Harhar mezarlığından kalabilen mezartaşları arasında üzerinde tamga bulunanlara rast gelemedik.
[8] Bu sülalenin Keneges kabilesine mensup olup soy tamgasınuı “aytamğa” olduğu bilinmektedir.
[9] Bu sülale de Nogaykızıközü köyündeki diğer Nogaylar gibi Cemboyluk koluna mensuptu.
[10] Çetin, ss. 39-43. İktibas ettiğimiz bu metinde yazar ile görüşülerek çok sınırlı bazı imla ve bilgi değişiklikleri yapılmıştır.
[11] “Şıtpıtqa” sütle pişirilip ortasına tereyağ konulan bir çeşit pilavdır. Bakınız, Agc, s. 44.
[12] Şehr-i Ramazan söyleye geldik, / Şarka marka. / Anaların verdiği, / Yağlı sırt. / Yağlı sırtın eti yok, / Onu veren anaların yüzü yok.
[13] Kalk kalk ana terliğini giy ana, / [Yayıkta] çevirdiğin yağ olsun, / Sancısını çektiğin oğul olsun, / Sırtında ben olsun, / O da bize denk olsun.